Monday, December 31, 2007

Memlekete Dönüş

Dönüş için evden Türkiye’ye kadar tüm biletler(otobüs,tren,uçak) ayarlanıp cebe kondu valizler kapatıldı. 1 saat sonra Milano tren istasyonundan Orio al Serio hava alanına gitmek üzere tren istasyonundan kalkan otobüslerden birisinin yanındaydık. Şöföre soruyoruz: “Hava alanına gider mi?” Cevap net: “Gider ve bu son otobüs, kaçırırsanız ayvayı yediniz” Bagajları verdik otobüse, beklerken tekrar sorduk: “ Kesin gider mi?” Bu sefer biraz kıvırmaya başladı şoför: Neymiş efendim, tam hava alanına gitmezmiş de hemen yakınına gidermiş de oradan da taksi tutulacakmış da....Çok fena kıllandık...”Nasıl olur,bizim biletlerde hava alanı yazıyo,parasını da verdik” diye isyana başlamıştık ki çeşitli milletlerden turistler neye bağırdığımızı bile anlamadan sorunu dil problemi gibi algılayıp yardım etmek için :”bu gidiyo, bu gidiyo” demeye başladılar. Bu arada İstanbul’lu ev arkadaşım yılların verdiği devamlı tetikte ve düşünerek yaşama refleksinden dolayı koşarak istasyondaki diğer otobüslere sormaya gitti. Biz de diğer arkadaşla otobüsü tutmaya çalışıyoruz çünkü şöför hafiften gaz verip : “ Gidiyorum çoçuklar, binmezseniz kalırsınız” tehditlerini savurmakta...Sonunda arkadaş geldi,”ileride giden bi otobüs buldum” dedi. Aldık eşyaları gittik. O an içimden dedim ki: “Hacca da gitsen, tatile de, yurt dışında yanına mutlaka bir İstanbullu alacaksın”. Her söylenene inanan kuzey avrupalı turistler maalesef kaçak otobüse binerek uzaklaştılar. Gerçek otobüste sadece Türkler, Bulgarlar, Arnavutlar, Romanyalılar...vb. vardı... Tesadüf değildi tabiki bu...Bize ikinci kez “Kesin gider mi?” diye sorduran ortak hayat tarzımızdı bizi buluşturan.

Turkiye’ye geleli 6 gün oldu. Evde keyif yaptığım ilk 6 gün itibariyle Türkiye çok güzel...Televizyonu çok özlemiş buldum kendimi. Esra Ceyhan,Petek Dinçöz,Seda Sayan ve tabi ki Nihat Doğan...Adamlar resmen oturup izlemesen de hayatın parçası olmuşlar. İnsan sabah programlarını takip etmese bile bu tiplerden haberi oluyo(Ben ettim o ayrı). İstanbul’da bi simit sarayına girip çay içmiştim geldiğim gün ve orda bu TV karakterlerinin çok daha doğallarını gördüm. İçeride çok sayıda Nihat Doğan ve az sayıda Seda Sayan vardı ve Esra Ceyhan hiç yoktu...Sanırım o başka muhitte izlenmekte. Nihat kopyaları adeta Nihat Doğan’ın değişik ruh halleri içindeki versiyonları gibiydi. Sinirli Nihatlar “aramızda sahte okeyler var” dercesine etrafı kesmekte, romantik Nihatlar sevgililerine: “(h)elalimsin” vaatlerinde bulunmakta, illa ki kirli sakal bırakılmaktaydı, boyunlarda delikanlılığın bayrağı beyaz atkılarla. İtalya’da neredeyse hiç TV izlememiştim. Türkiye’de tekrardan dizi olaylarına girdim.Bir haftalık da olsa bazı dizileri yakalama fırsatım oldu. Mesela “Hatırla Sevgili”de ODTU vardı...Seve seve izledim. Dizide bi küçük kız çocuğu vardı. Anneme ekrandaki kadını göstererek “Bu kadının çocuğu mu?” dedim...Annem: “ O kadının çocuğu değil, adam da zaten babası değil, anlatsam da anlamazsın, karışık” dedi. Biraz moralim bozuldu. “Orada yabancı, burada Almancı” denirdi 2. kuşak almancılar için. Bu insanlar genelde Türkiye’de etraftaki muhabbetleri anlamakta zorlanırlar...Öyle hissettim işte kendimi...

Ama ben de eşşeklik ettim. 2 sezondur süren diziyi izlemeyip 5 dakikada anlamak istedim olan biteni, kolaya kaçtım. Oysa daha bu sabah izlediğim bir zayıflama ürünü reklamından kendimce ders çıkarmıştım. Reklam şöyle; “Başkaları kadar yiyip, onlardan zayıf olmayı ister misiniz? İşte zayıflama aparatı vvv...Deneyin, kilo vermek ne kadar kolay görün” Bu kadar kolaycılık vaat etmek biraz ayıp değil mi ya? Başkaları kadar kilo vermek istiyosan biraz egzersiz yapacaksın kardeşim. Her şeyin kestirmesine tamah ederek nereye varmayı planlıyosun? Biraz daha emeğe saygılı olmak gerekir...Ben de aynı hataya düştüm.

Geldim geleli Fazıl Say ülkeyi terk ediyor muhabbeti de hararetle sürmekte...Anlaşılan Fazıl Say da başka nedenlerle birlikte çok çeşitli Nihat versiyonlarından sıkılmış, Seda’lardan bıkmış. Ulaşmaya çalışıyorum kendisine. Gelsin bizim evde kalsın İtalya’da. Çok yetenekli adam. Arada Viyana yapar, Berlin yapar, sanat yapar...Herkes de alkışlar...Tabi eğer başkaları kadar yiyip onlardan zayıf kalmanın kısa, kestirme ve de beleş yolunu arıyosa illa ki burada kalacak. Bu konudaki araştırmalara dünyada en çok para ayıran ülke sanırım biziz. Bu her bireye temel eğitimden itibaren yavaş yavaş yerleştirilen bir mentalite. Bu konuda iyice geliştik. Hatta süper güç sayılabiliriz. Örnek vereyim, bir Çinli verilen bir ödevi nasıl yaparım, nasıl bitirim diye uğraşırken ben genelde bu ödevi kimden alsam acaba gibi düşüncelere dalmış buluyorum kendimi sıkça ve bunu farkettiğimde utanıyorum. Oysa Çinli arkadaşlar lisans boyunca bütün ödevlerini kendileri yapmışlar. Nuri Alço gibiyim. “Bir kere çek, bir daha vazgeçemezsin” diyorum ama adamların kafada kopya nedir en ufak bir fikir yok...”Alacak aynen yazacak, yakacak bizi” diye düşünüyor sanırım...Alman’a sorsan “Sabah 7’de buluşalım,geçir diyor” Tövbeler olsun, akla bak...Ödevi kopyalamak için sabah 7de okulda olunacak. Arkadaşım o kadar erken kalksam zaten kendim yaparım ben....Rus’a sorsan: “ Tamam” diyo ama bi karış surat...Sadaka mı veriyon be! Ondan da alınmaz...Allahtan Türk arkadaşlar var...Her zaman güler yüzle karşılarlar “Ödevi senden alsam olur mu?” sorusunu, ve her zaman o rahat, yatıştırıcı tavırla: “ Hallederiz abi, rahat ol”

Rahat olalım arkadaşlar...

1 comment:

NeReYe said...

dolmuşta hattı üstünde yazsa da gideceğim yerden geçip geçmediğini teyit ederim. ne oluur, ne olmaz. belki güzergah değişmiştir, şudur, budur. ani değişikliklere o kadar alışkınız ki.