Friday, March 28, 2008

İSVEÇ












İLK İZLENİMLER

Güneşli bir İtalya gününde havalandık bir çok sarışın insanla İsveç’e doğru. Uçakta çok sayıda İsveçli, az sayıda ama kesinlikle daha çok gürültü çıkaran İtalyan’lar vardı. Uçakta gördüğüm kontrast belki de beni İskandinavya’ da nelerin beklediğinin ipuçlarını vermekteydi. Aslına bakarsanız uçakta İsveçliler’in hemen ayakkabılarını çıkarmaları beni çok şaşırtmış,gıcık olmuştum. İtalyanlar’ın çenesine inat İsveçli'ler mecbur kalmadıkça konuşmuyorlardı. Pek de mecbur kalmayacaklardı belki de ama İsveçli hatunların yanına düşen İtalyanlar’ı susturmak çok zordu. Hatunlar da yol boyunca sorulara cevap vermek zorunda kaldılar. Göteborg’a inişimiz biraz sert ve stresli olduğu için hemen pilotun hakkı verildi, alkış koptu. Ben de İtalya’nın ekmeğini yiyen insanım, bastım alkışı. İstanbul- Berlin uçağındaki banko alkış kadar garanti veremesem de sert inişlerden sonra İtalyanlar da alkışa meyilli.

İlk kez iki Şengen ülkesi arasında yolculuk yaptığımdan kapıda beni kimsenin durdurmaması ağırıma gitti. İsveç polisi önümde 2 İtalya’nı durdurup pasaport sordu, bana sormayınca garipsedim. Alışık değilim tabi bu muameleye. Polise teslim olur triplerde gittim. “Ben Türk’üm, şengen vizam var,bir şey yapmam gerekir mi?” dedim. Biraz incelediler pasaportumu, “Her şey tamam” dediler. Hem onlar rahat etti, hem ben. Polis kontrolsüz giremem, işim rastgitmez.

Uçaktan indim, otobüse gittim. Otobüs şöförü ve matrak 4 İtalyan arasında geçen,

Şöför: “Do you want one ticket?”

Çocuk:” Si”

Şöför:” Do you want two tickets?”

Çocuk:” Si”

Şöför: “Do you want three tickets?”

Çocuk: “Si, oh! capito! Two tickets”

Diyaloğundan sonra İsveç’deki yaygın İngilizce konuşma oranından ve sabırlarından değil de İtalyanlar’ın İngilizce’sinden bir kez daha etkiendim.

Otobüs beni garajda indirdi. Aldım bavulu, arkadaşımla buluşacağımız noktaya yürümeye başladım. Meğer otobüs garajına yaya girilmiyomuş, düdük çala çala görevli geldi. “Tamam arkadaşım yaygara yapma” gibisinden baktım.Bana tabelayı gösterdi. İnsan girmeyen açık bi alan olabilir mi? Orada sırf “Yaya giremez” levhası var diye kimsenin sorgulamadan alana girmemesi çok saçma geldi.Tekrar girecek gibi yapıp kendimce polisi korkuttum. Adam kızdı ama kibarlığı elden bırakmadı. İsveç’de çeşit çeşit garip kuralların sorgulanmadığını anladım o an, düzen manyakları! Dahası,şansa bakın ki o gün İsveç tarihinin ender bomba ihbarlarından biri yapıldığı için alanı polis bandıyla çevirmişlerdi. Hiç korkmadım ama İsveçliler’in yüzündeki korkuyu gördüm. “ Bizde çok oluyo abi, rahat olun” dedim, “Kesin bişey çıkmaz” Aslında bir şey çıkmayacağını düşünmem dünyaya Türk filozoflarının hediyesi “Benim başıma gelmez, ben burdayken olmaz” felsefesi değildi. Bunu düşünmemin sebebi İsveç’in şu an komşusu Norveç’le yaşadığı komik tartışmayı bilmemdi. Norveç’li arıcılar sınırı geçip bal almak için kovanları bozan sonra da geri kaçan İsveç ayılarını bu kadar büyütüp bombalı eylem yapmazlardı. Komşularıyla en büyük sorunları bu şu anda.(Haber gerçektir, Hürriyet Avrupa).

Arkadaşımı beklerken otobüs terminalini temizleyen İsveç’li kadınları görünce içim ezildi. Çok güzellerdi. Bizim mankenleri düşününce falan biraz garipsedim durumu. Şu haliyle Türkiye’de doğsa ister şarkıcı,ister manken,ister milletvekili,ister televezyoncu olurdu.Burada paspas işi! Güneş görmediğineden bacakları yamuk herhalde diye düşündüm.

GECE HAYATI

Alkol devlet politikası gereği çok yüksek fiyatlara özel mağazalarda satılmakta. Her yıl ortalama 1500 kişinin intihar ettiği bir ülkede (Trafik kazalarında ölenlerin 2.5 katı) mantıksız sayılmaz. Ama yine de Cumartesi geceleri etraf sarhoş insanlarla dolup taşıyor. Üstelik benim bere, kazak,mont giydiğim şu iklimde gömlek,tshirt geziyolar. Yerlere yatıyolar,sızıyolar...Biz tabi maddi nedenlerle sanırım bu hale gelmekten çok uzaktık. “Rezalet,rezalet” demekle yetindik bütün gece. Sabahtan aldığımız sucukları akşam evde yemenin hayaliyle biraz bira içtik. Sucukla barda çektirdiğim fotoğrafı da buraya koyuyorum. İsveçli’ler sucuğu tam algılayamadı. Bazıları beni sapık sanıp panik yaptı hatta. İyi insanlar ama çok çabuk korkuyolar, öyle garip işte! Güzel gece hayatı var kısaca.

KUZEY İNSANI (HAL,HAREKET,DAVRANIŞ)

Biz tabi küçüklüğümüzden beri İsveç’le ilgili hikayeler dinleyerek büyüdük. Şöyle insanlar,şöyle medeniyet,şöyle güzeller, şöyle terbiyeli,şöyle metalci....İlk çıktığım gece tramvayda para ödemeyen İsveç’li bir çocuk özel güvenlik tarafından zor kullanılarak indirildi ve ceza kesildi. Arbede yaşandı.“Bu mu medeniyet, bu mu İsveç?” diyerekten arkadaşlarıma sanki olayın suçlusu onlarmış gibi haykırdım, adeta ağlamaklı oldum. Gerçek çok acıydı. Bu olaylar her yerde olurdu ama hayır, İsveç’te olmamalıydı. O soğuk İsveç gecesinde hıçkıra hıçkıra ağladım. İlk kurşunu benim atmamı bekliyormuş İsveçli’ler, bazıları çığlıklarımı duydu sanırım ve tramvaydan inip; "Buna hakkınız yok, insan hakları" falan diye bağırmaya başladılar. Bense hayal kırıklıklarımı alıp oradan uzaklaştım. (En sevdiğim yazar: Tuna Kiremitçi)

Eresi gün yine tramvayda bu defa 2 İsveçli kavga etmeye başladı. “Nereye geldim ben?” dedim içimden. 4 aydır İtalyada’yım allah var daha kavga görmedim.Burda 2 gecede 2 arbede. Alkolün ettiğine bakın, kilise yaka yaka bu hale gelmişler.

Bu olaylar dışında çok nazik insanlar olarak tanıdım İsveçli’leri hakikaten. Yalnız bizim bildiğimiz insana hiç benzemiyolar, en azından benim. Ne aşırıya kaçan şakalaşma var, ne aşırıya kaçan gülmece. En komik anlarda bile ufak bir gülümseme. Ben de kendimi şaka yapıp, bir kaç insanı intihardan caydırmaya adamıştım ama güzelim espirilerime gülümseyip geçince bunlara kızdım. “Ne haliniz varsa görün” dedim.

Sonra da böyle düşündüğüm için kendimi suçladım. Onların da zor be işi. Tek meyveleri elma,armut. Etleri lastik gibi. Adamlar bir ıspanağı,bir enginarı,bir kerevizi tanımamış hayatlarında. Ondan sonra Temel Reis espirilerine falan gülemediler tabi. Adam “Ispanak ne?” diye soruyo bana. Ne diyeyim, “Armut gibi bir şey” dedim. Kötü de davranmak istemiyorum,gider atlar bir yerden diye.

ŞAŞAKALDIĞIM OLAYLAR

İlk şaşakaldığım olay botla adalara gittiğimiz gün yaşandı. Beni ağırlayan arkadaşlarım Zeynep ve Onur’la adalara giderken çok güzel bir kadın gördük. Yorum yapmaya başladık. Bizimle aynı iskelede indi. Hatunu almaya sevgilisi geldi ama böyle bir kızın BMW, Mercedes ya da Volvo’ya bineceğine şartlandığımız için erkek arkadaşının mobiletin (Motorsiklet değil) önüne monte edilmiş tahta arabaya kızı oturtup götürmesiyle üçümüz birden donakaldık. Gerçek sarışın nerede, mobilet nerede! Az daha kalsam İsveç’te el arabasıyla gidenini de görürüm diye korktum. Yazık...

Yaşı,cinsiyeti, eğitim durumu ne olursa olsun etrafa bolca tükürüyolar ve hatta fazlasını yapabiliyolar. Sebebi sigara içmemek için burunlarına taktıkları nikotinli materyelmiş. Alın size batı.

“Yazın adalarda yüzmeye gidiyoruz ama devamlı hareket etmemiz gerekiyor suda, yoksa donma tehlikesi var” dediler. Kafa mı buluyolar, gerçek mi anlamadım. Hakkaten zor be! Kamyon lastiğine oturup, deniz yatağına yatmadıktan sonra, çıkıp ömründe bir sefer de olsa karpuz yiyemedikten sonra plajda...Karpuz iyi soğur o ayrı.

Kitapçılardaki Orhan Pamuk fırtınasını gördüm. Nobeli vermekle kalmayıp takipçisi ve okuyucusu oluyolar sanırım. Kitapçılarda bolca Orhan Pamuk çevirisi vardı.

İSVEÇ’TE TÜRK OLMAK

İsveç, en azından Göteborg bir çok büyük Avrupa kentine göre az Türk barındırmakta gibi geldi bana. Tabi yine dönerciler vardı ama dönerin artık bir Avrupa yemeği olduğu kabul edilmeli. Ancak Türk olmak çok eğlenceli, çünkü hep bir maceraya atılmak genlerimizde var. Şehir içi ulaşım pahalı olduğu için tramvayda kart basmadık çoğu zaman. İsveç’li vatandaşlar artık nasıl bilinçlilerse biner binmez kart okutuyolardı. Kart okutmazsanız risk almış oluyosunuz ve kontrol olursa çok fena (Ödenmesi zor miktar) cezası var. Ama arkadaşlarım oranın çakalı olmuşlar. Makinanın başında seyahat ediyoduk. Kontrol olursa basarız mantığıyla. Acayip heyecanlı oluyor. Çok üşüdüğüm günlerde bile, o kart makinasının başında terledim. Bu heyecan bana yettiği için İskandinavya’nın en büyük eğlence parkına gitme gereği duymadım. Zaten her tramvay bize eğlence parkı, adenalin oldu. 1 hafta boyunca % 50 bedava yolculuk yaptım. İsveç beni affet! Bunun dışında çok fazla müze gezdik ama bir Türk olarak teferruat olduğunu düşünüyorum müzelerin.

Sonuç olarak, alt yapı, hizmet her şey iyi de cennet vatan gibisi yok...Kutupta yaz gibi özledim seni Türkiye!

Bir dahaki sefere Danimarka.

Hoşçakalın.

Special thanks: Beni evlerinde ağırlayan ve benden hiç sıkılmamış gibi yapan sevgili arkadaşlarım Onur ve Zeynep’e ve “Kardeşlerim bakmayın sarı saçlı olduğuma ben Asyalıyım bakmayın mavi gözlü olduğuma ben Afrikalıyım” diyerek bizi İsveç insanına ısındıran sayın Zülfü Livaneli’ye ve Nazım Hikmet’e.

2 comments:

gözde said...

edebiyattan alıntılara bayıldım. özellikle tuna kiremitçi mükemmel olmuş :)

aydozz said...

Haci ben bu senin blog'un dilinden pek anlamiyorum. Bu commentler mayis mi mart mi diye anlamak icin sozluk aciyorum, cok muzdaribim.

ayrica bu bardaki sucuk isi cok iyiymis. ben burda ermeni sucuguna sardim, valla namli'ya bes ceker :-)
ohanyannnnnnnnn