Monday, April 14, 2008

DANİMARKA


İsveç’den temiz,pak bir trenle Kopenhag’a yola çıktık. Tabiki bir gün önce okuduğum ve beni üzen “Irkçı Danimarka’lılar Türk gencini öldürdü” haberi nedeniyle Danimarka’ya biraz önyargılı gitmekte idim. Önyargımı bir gün önce hazırladığımız kek ve börekleri yiyerek bastırma yoluna gittim bu lüks trende. McDonalds hamburgerinde mutluluğu arayan diğer yolcularla hiç bir yiyeceği paylaşmayarak da mutluluğuma mutluluk kattım. İsveç ile Danimarka’yı birbirine bağlayan ve bazı inşaat mühendisliği kitaplarının da kapaklarını süsleyen Oresund köprüsünü görmek de benim için heyecan vericiydi. Fakat Danimarka’ya varışımız geç saatleri bulduğu için bu harika köprüyü gündüz gözüyle göremedim. Açıkçası hiç bir şey göremedim.

Daha önce couchsurfing sitesinden tanıştığımız Emil adlı soluk benizli ve beyaz-sarı saçlı (Bu çocuk Türkiye'de doğsa ailesi üzülür ama orda normal)Danimarka’lı arkadaşım tren garına karşılamaya gelmişti hem de Asya’lı kız arkadaşıyla birlikte! “Aman tanrım, kültürler arası diyolog” dedim içimden. Hep beraber Emil’in evine gittik. Emil daha önce Kopenhag’da erasmus yapan bir Türk arkadaşıyla Türkiye’yi gezmiş ama Danimarka’ya göre çok sıcak bir ülke olduğu için ve devamlı kebap yediği için çok uykusu gelmiş. Türkiye’yi böyle hatırlıyodu. Kendisini kar altında beyaz t-shirt üzerine spor bir mont geçirip, ayağında spor ayakkabılarla gezerken görünce durumun vehametini anladım. Hemen bize “Türk insanı Avrupa’daki Türk imajından çok farklı. Buradakileri tanıyınca yanlış intiba oluşuyor” gibisinden laflar ederek klasik Türk-Avrupa’lı muhabbetimizi de tamamlayıp,rahatladık. Yalnız bu Emil evde çay içip bizim börekleri yedikten sonra hafiften bizi Avrupa birliği olsun,Kopenhag kriterleri olsun,Kürt sorunu olsun, seçim barajı olsun, Türkiye darbeleri ve AKP’nin kapatılma davasıyla ilgili yoklamaya başladı. Ben tabi İtalya’dan gelince her şeyden önce bi Galatasaray’ın Kopenhag’da UEFA kupasını kaldırışını konuşuruz sanmıştım. Bu konuşmalardan sonra kendimizi dışarı attık. Ne pis biliyomuş adam be! Madem saldırcan, böreği yeme. Bunun adı da tartışma kültürüymüş.

Kopenhag tahmin ettiğimden daha güzel ve tarihi bir şehir çıktı. Soğuğa aldırmayıp şehri bir güzel gezdik. Aldırmadık dediğime bakmayın 4 günün 2’sinde başım ağrıdı. Danimarka günleri paskalyaya denk geldiği için şehir daha çok göçmen ağılıklıydı. Zaten Avrupa büyük şehirlerinde durum sanırım hep böyle. Tabi çok göçmen olunca milliyetçilik de yükseliyor haliyle. İnsanlar yolda, metroda bize çok iyi davrandılar ama bu turist olduğumuz içindi büyük olasılıkla. Orada yaşayanlar için durum aynı olmayabilir. Hatta metroda adamın teki biz haritaya bakarken arkadaşıma “Size yardım edebilir miyim?” diye sordu. Ben biraz uzakta durduğum için konuşmayı tam yakalıyamadım ve herhalde bu da bizden yardım istiyo sandım. Meğer adam yardım etmeye çalışmış. Şükretsin, para istiyo da sanabilirdim.

Kopenhag tam bir bisiklet şehri. İklimi çok müsait olmasa da 2006 yılının en bisiklet canlısı (Bike friendly) şehri seçilmiş. Gerçekten burada sokaklar bisikletlerle dolu, sabahları bisiklet trafiği oluyo,kendi ışıkları, yolları...Mesela anneler bizim tatlıcıların kullandığı bisikletlerin benzerlerine biniyolar. O önde tatlı koyulan camekanda bebek uyuyo (Teşbihte hata olmaz).

İsveç’lileri çok sevmedikleri hissine kapıldım nedense. Sanırım 2. Dünya savaşında İsveç’in zenginleşmek uğruna bu neredeyse aynı dili konuşan, su sızmaz dostunu para için satışının biraz etkisi var bunda. Hatta bunu savaş müzesinde daha da derinlemesine gördüm. Danimarka Almanlar’a direnmeye çalışırken, “tarafsız” İsveç, Almanya’ya çelik satıp savaşın uzamasına yardım etmiş. Kolay zengin olunmuyo tabi.

Ekonomileri çok iyi durumda. İşsizlik 1%. Alım gücü yüksek bu şehirde fiyatlar biraz iddialı. Kilosu 14 ytl’ye yeşil biber satıldığını gördüm. O fiyata biber alınca insan yiyemez zaten onu! Bunların da yiyecek kültürüne geçer not veremedim açıkçası. Allahtan dönerci kardeşlerimiz Danimarka’yı da beslemekteler de biraz düzgün yiyecek görebilmekteler. Ayrıca Danimarkalı’lar arasında da Türkiye’den ev almak moda olmaya başlamış. Biz bu adamlara 1926’da uçak ihraç etmişiz. Şimdi bu farkı görünce kızdım biraz batının ahlakını değil de teknolojisini almaya çalıştığımız şu günleri düşündükçe.

Emil’in evinden sonra 2 gün de yine couchsurfingden tanıdığım Ale adlı bir Arjantinli’nin evinde kaldım. Ale bir Danimarkalı ile evliymiş, boşanmışlar. 9 yıldır Kopenhag’da yaşıyor. Ondan da Danimarka insanına dışarıdan bir bakış dinleme fırsatı buldum. Pek pozitif şeyler söylemedi ama duygusal nedenler de olabileceği için objektif olmamalarından kuşkulanıyorum.

Danimarka’da da İsveç gibi herkes İngilizce konuşuyor. Şehir merkezinde gezerken bir umimi tuvalet buldum. Önünde bira içen serseriler vardı. Ben kapıyı zorlayınca “içeride bizim arkadaş ot içiyo, şu ilerdeki bara işeyebilirsin” dediler. Şok geçirdim. Adamın dişleri dökülmüş, belli ki sokakların çocuğu bunlar ama çatır çatır İngilizce konuştu. Serserisi bile böyleyse gerisini varın siz düşünün.

Christianshavn

Danimarka gibi düzenli bir şehirde çok alternatif, hatta inanılmaz kaçabilecek bir bölge. İçeride kamerayla çekim yapılması yasak çünkü içeride çok fazla uyuşturucu satıcısı var. Girişinde “Christianshavn’a hoşgeldiniz” çıkışında ise “A.B’ye hoşgeldiniz” yazan bu yerleşim bölgesi özerk bir bölge. Devlete vergi ödemiyorlar. Isınma ve enerjilerini kendileri elde ediyolar veya satın alıyorlarmış. Önceleri sanat yapan, bohem yaşam tarzının hakim olduğu bu bölge daha sonraları uyuşturucuyla da anılmaya başlamış fakat son yıllarda kendi aldıkları kararla “hard drugs”dan vazgeçip sadece doğaya dönmüşler. Bahçelerine soğan biber eker gibi marijuana ekmişler. Ahşap evlerde ikamet ediyorlar ama evlerini de kendileri yapmışlar. Çok uçuk ahşap evler vardı. Belli ki dumanlı kafayla yapılmış. Ama insan burada gezerken kendini bir anda 1970’lerin hayali içerisinde buluveriyor. Etraf hippilerle, sanatçılarla dolu. Tabi son zamanlarda burayı satın almak için baskılar yapılamaya başlamış. Çünkü etrafı gölle çevrili ve zenginlerden iyi vergiler almak varken buranın böyle “işe yaramazlara” bırakılması sorun oluşturmaya başlamış. Çok güzel bir gezinti yaptıktan sonra burada, yeniden sorunlarla dolu A.B. sınırları içerisine geri döndük. Alın işte, adamlar inadına A.B’ye girmiyolar. Bu duruş bir Türk’den taktir görür elbette.

ITALYA’YA DÖNÜŞ

2 haftaya yakın İsveç ve Danimarka gezimden sonra sıra geri dönüşe gelmişti. Çok güzel bir havaalanından karlar arasında havalanıp, güneşli bir İtalya gününde yere indim. Uçaktan inince tatile gelmiş gibi hissettim güneş yüzünden. Çok sevindim. İşin ilginç yanı İtalya’ya inince kendimi eve gelmiş gibi hissetmemdi. Buraya bu kadar alıştığımı daha önce görme fırsatım olmamıştı. Hemen hava alanında pizzamı yedim, kahvemi içtim. Etrafta bağırarak konuşanlara, deli gibi gülen İtalyanları dinledim. İskandinavya kesinlikle çok uzak bir kültürdü bana, evin yolunu tuttum.


NOT: 1) Blogu okuyunca lütfen yorum yazar mısınız? Sadece kimlerin okuduğunu bilmek istedim
2) Resimleri henüz alamadım, alınca ekleyeceğim.