Thursday, October 30, 2008

29 Ekim


Bir şehir efsanesi vardı anlatılan ben Ankarada iken. Şöyle ki her 10 Kasım’da Cumhuriyet meyhanesinde Mustafa Kemal’in oturmayı tercih ettiği masada bir mum yakılır, yanına beyaz leblebi ve sevdiği şekilde rakısı konulurmuş. Gece boyunca masada mum yanar, insanlar adeta Ata’larıyla rakı içmenin keyfini çıkarırmış. Hikaye doğrudur, yalandır bilemem. İnsan inanmak istediği şeye inanırmış. Ben bu hikayeye ilk duyduğumdan beri yürekten inandım. Bugün 10 Kasım değildi ama elbette 29 Ekim’de de Atamız bir dubleyle anılabilirdi.Ah o bir dublede kalmaz ya!

Biz de Türk heyeti olarak Sicilya asıllı Belçika vatandaşı arkadaşımız Salvatore’nin tenefüste bize yaptığı: “Rakı, gel len, çok güzel” şeklindeki daveti reddetmedik. Rakılarımızı aldık, onun evine gittik. Evde 2 tane Sicilya asıllı, 1 tane vietnam asıllı ve bir tane de Fas asıllı Belçikalı arkadaşla oturduk içmeye. Göçmen mahallesinde doğup büyüyen arkadaşlarımızın Türkçe’ye olan hakimiyeti bizi şaşırtmıştı ancak tahmin edilebileceği gibi bütün kelimeler gurbetçilerden öğrenildiği için bu çocuklar da Türkçe’yi gurbetçi gibi konuşmaktaydı. Muhabbetin o çekingen, kibar kısmı klasik sorularla çok kısa sürede atlatıldı. Sonra laf lafı açtı.

Arkadaşlar 6 yıl kadar önce Didim’e tatile gelmişler. Didim’de “Kurt Lunapark” olarak adlandırılan (İngilizler arasında “Kört” olarak da bilinir) tesise gidip üç penaltıya 1 sigara oyununu oynamışlar. Salvatore İtalyan, 3 tane golü de atmış,sigarayı almış. Daha sonra olayı kendisi şöyle aktarıyor: “ Turkish men were walking towards us, we were just two! They said: “Hey man, you touched my wife!, leave the cigarette and go”” Hayatında en çok korktuğu anın bu olduğunu söyledi. Bir de yine Didim’de bir otelde kokteyllerin otel müşterisi oldukları için bedava olduğunu söylemişler. Adamlar da “rakı yeşil bir içki değil miydi, hayret!” diyecek kadar içmişler o gece. Ertesi gün hesabı istemeye gittiklerinde arkadaşlara inanılmaz bir telefon hesabı geçirip, içkilerin bedava omadığını öğretmişler. “Ama yine de güzel yerdi” dedi arkadaş. Sağolasın da Salvatore, senin her şeye rağmen hala Türkiye güzel deme nedenin senin Sicilyalı olman olmasın? (Türkçe bildiği için bu yazıyı okuyup yarın hesap sormaya gelebilir ama deli deliyi görünce sopasını saklarmış)

Bütün bunlara gülmekten başka yapacak bir şey yok. Yine de efendi gibi rakımızı içip ülkemizi en güzel şekilde temsil ettik. Zaten Belçika’nın da 9 aydır hükümeti yok. Gülmeyip de ne yapalım arkadaşlar? Ben de coştum geçen blog yazımda yazdığım Nicole Kidman hikayesini onlara da döşedim. “Sharon’li hikaye de var mı abi?” dediler ama abartmamak lazım, sustum. Onlar daha beni tanımadıklarından inandılar sanki. Şimdi sıra Türklüğe yakışır şekilde “çakma” bir Nicole Kidman bulup arkadaşları kandırmakta...İşimiz dümen.

Nereden ,nereye...Az zamanda çok ve büyük işler başarmış bir ulusken biz niye her uluslararası ortamda bu muhabbetlere gülüyoruz, neden tipimiz hala insanları şaşırtıyor? Sanırım az zamanda çok ve büyük işler başarma sevdamızı hiç bir zaman sistemli ve adım adım iş becermeye çeviremedik.

Şerefine Atam...Sen en güzel duyguların insanısın!

(Fotolar yakında)

Wednesday, October 15, 2008

VENEDİK










Son zamanlarda bloguma yazdıklarımın gerçeği yansıtmadığı üzerine eleştiriler almaya başladım. Bu eleştirilere kısmen katılsam da genelde kıskançlık olarak algılıyorum. Çoğu olayda yanımda şahitlerim de oluyor. Bahsettiğim çoğu olayı tek başıma yaşamamış oluyorum genelde. Bu da gerçeği yansıttığının garantisidir. Bu gezimde de yanımda ablam ve Gözde vardı. Asıl soru şudur ki ne derece yansıtıyor? Şimdi sizlerle Venedik’te başıma gelenleri paylaşacağım. Karar sizin.

Eylül sonunda ünlü Venedik şehrine gittim. Ne kadar garip bir şehir.Suların altında olduğu falan doğru da asıl saçma tarafı her tarafın beton olması. Venedik’te hiç toprak görmedim desem yeridir. Sadece saksılarda bir miktar toprağa rastlasım. Bana asıl acayip gelen bu oldu. Toprak olmayınca insan bir garip oluyor...Tabi kedi değiliz, yani beton bizde çok da stres yaratmaz ama yine de insan arıyor etrafında. Ben kafayı buna takmış toprak aramak için bakınırken önce bir dönerci buldum, ardından da “Eyes wide shut” filminin kostümlerini hazırlayan ünlü Venedik maskecisini. Bir çok maskeci vardı ama filmin maskelerini hazırlayan yerin hayatımda ayrı bir yeri olacak. Neden mİ?

Şansa bakınız ki bizim Venedik’i ziyaret ettiğimiz hafta sonu “Eyes wide shut” ekibi de Venedik’e gelmiş. Biz kendi halimizde dükkandaki maskelere bakıp, birini çıkarıp birini denerken dükkanda gözüme 1.80 cm boylarında sarı-kızıl saçlı bir kadın takıldı. Kadının yüzünü göremediğim için sadece vücuduna bakarak yorum yapıyordum içimden...”Güzel kadın!” Bir kaç saniye içerisinde yanındaki güdüğü de farketmem uzun sürmedi. İçimden yine o klasik ilişki yarumu geçti: “Tipsize bak ya! Taş gibi hatunla” Sonra bu arkadaşlar şaraplarından yudumlayıp fotoğraflar çektiriyorlardı. Ben de dedim içimden “İnceden yanaşayım, bedava şarap olabilir”. Yanlarına gidince biraz sallamaz tavırlarla bana baktılar. Yalnız ufaktan da tedirgindiler. Tedirginliklerinin sebebini sonradan anladım. Bu adam neden bizim gibi ünlüleri görüp şaşırmıyor tedirginliğiymiş o...Biraz daha yaklaşınca tanıdım ben bunları...Tanımamla elim ayağım birbirine dolaştı. O taş gibi hatun Nicole Kidman çıkmasın mı? Yanındaki bücür de Tom Cruise değil miymiş? Bi de Stanley Kubrick ve adını hatırlayamadığım kostümcü vs... Hemen Stanley ve Tom’u pas geçip Nicole’le konuşmaya giriştim. Ama nerede arkadaş! Dilim dolandı kaldı. “I am a student of master of science in civil engineering” falan gibi bişeyler dedim. Onu da Nicole fazla sallamadı ama Tom oradan Science’ı duyunca hemen ilgilenmeye başladı benimle. “I am also interested in science” falan dedi. Ya bücür geri dursa iyi olacaktı çünkü beni çekti aldı gruptan kenara. Başladı anlatmaya. Tarikat falan işleri. “Ben cumhuriyet çocuğuyum” falan dediysem de dinlemedi. Nicole de o işlerde mi çok merak ediyordum içten içe ama lafı oraya getiremedim bir türlü. Bu arada ufaktan şaraba devam ettik. İçtikçe açıldı. Nicole’dan bu işler yüzünden ayrılmışlar. Filmin 2.sini çekmeyi düşünüyorlarmış aynı ekiple. Hem de İtalya’yı çok seviyorlarmış. Brad Pitt ve George Clooney’in Como’daki evinde takılıyorlarmış arada falan. Güdük müdük ama ünlü adam! “Muhabbet baydı hacı, ben kaçıyorum da” denmiyor ki ünlü adama. Orada 1 saat kadar sayın Tom Cruise ile muhabbet etmişiz. Onların otele dönmeleri gerekti. Benim de gezecek bir kaç yerim daha vardı, “Eyvallah” deyip ayrıldık. Yalnız bir şey dikkatimi çekti tam çıkarken Nicole bana bakıp hafif güldü gibi geldi. Ben utanıp başımı yere eğdim,Anadolu çocuğuyuz biz.

Tom iyi adamdı. Sonradan çok pişman oldum bi numarasını falan alsaydım diye. Lazım olur, bir filmde falan bir kare görünsem bile bana yeterdi. Gerçi ben ilkokulda spor koluna girerdim hep. Bok vardı girmedim o tiyatro koluna. O zaman kendime daha bi fazla güvenirdim. Neyse, zaten başrolü verecek halleri yok ya! Alt tarafı figüranlık. O da olmaz bu satten sonra, bi numara bile isteyemedim. Yapamadığım şeylere pişman olmak ne kötü.Oysa iste işte numarayı. Vermezse onun ayıbı. İçim içimi yemezdi böyle. Gerçi ben bu filmi kulaktan dolma biliyorum. İzlemişliğim yok. Sonradan arkadaşlar: “Hayırlı olmuş abi,filmde çıplak,erotik sahne çok” dediler ama beni teselli için sanırım. Suratta maske olduktan sonra...

İşte hayat, bazı fırsatlar kırk yılda bir geliyor, değerlendiremeyince göz göre göre kaçıp gidiyor. Gidip görmüş olduk Venedik’i. Şehirden bahsetmek istemiyorum. Moralim bozuldu. Su,turist, gondol. Döndükten sonra 3 gün kimseyle konuşmadım. Alışınca şöhretliye sıradan insanlarla takılmak zor oldu tabi. Kötü bişey oldu sanmış arkadaşlar. Sonradan alıştım normal insanlara tekrar.

2. filmle ilgili spoiler vermeyeceğim ama 2010 sonlarında hazır olacağını söylediler. Tom bünye zayıf olduğundan az içince her şeyi anlattı. Söz verdim kendisine. Ona verdiğim sözü tutmazdım belki de Nicole’un emekler de yanacak şimdi açıklarsam.

Okul da açıldı bir taraftan. Güzel başladı, güzel bir eğitim-öğretim yılı olsun.

Kalın sağlıcakla...