Monday, April 13, 2009

BARSELONA









Eski adıyla Barcino Romalılar’ın kurduğu bir şehir ve Romalılar’ın bulduğu ve daha sonra A.B.D tarafından da taklit edilen düzenli dörtgen bloglardan oluşuyor. Çok geniş sokakları, geniş meydanları ile insanı ferahlatan bir yapısı var ve insanları adeta sokaklara çağırıyor. Bu çağrıya yanıt vermiş çok sayıda insan da sokaklara dökülmüş. Adeta yaşam sokaklarda.

Barselona çok dinamik bir şehir. Mesela Floransa, Roma gibi şehirler düşünüldüğünde; üzerinden yüzyıllar geçmiş bir rönesansın veya bir imparatorluğun başkentini geziyorsunuz. Gördüğünüz şeyleri fotoğraflayabilirsiniz çünkü önemli olan bu şehirlerde taşlardır,yapılardır,resmleridir ve bu eserler durur. Oysa Barcelona’da fotoğraflanacak şey sayısı diğer marka şehirlere göre az ve bu az şeyin de çoğu Gaudi isimli ünlü mimar&mühendise ait. Barcelona’ya gerçekten çok şey katmıştır kendisi ama yarattığı masalımsı ekol benim gerçekten hiç hoşuma gitmedi. Nedense bu fikrimi kimse beğenmedi ama ben bu adamın tarzını sevemedim. İşte balık pulu şeklinde ev damı yapmış, çamurdan kule benzeri bir klise inşaatı var (Sagrada familia)...Bu inşaat 200 yıldır devam etmekte. İyi bir mimar,iyi bir mühendis olmuş ama müteahhitlik zayıfmış kendisinde. Bir de bu arkadaşın sayısız eseri arasında “Parc Güell” çok önemli bir yer tutmakta. Orada da fantastik öğelere yer vermiş kendisi. Tabi ki beğenmesem de kendisini takdir ediyorum, bir şehre damga vurmak kolay değil.

İşte bu Gaudi dışında Barselona dinamik yapısıyla fotoğraftan çok videoya uygun bir şehir. Deniz desen deniz, müzik desen müzik, yemek desen yemek, endüstri desen endüstri...Hepsini bir şehirde toplamışlar. Yani böyle şehirler varken acaba biz nasıl kültür başkenti olacağız merak ediyorum?

Şehirde aldığım duyumlar ışığında İngilizce’den daha çok İtalyanca konuştuk esnafla. Bu gezim sırasında Azerice-Türkçe arasındaki benzerliğin İspanyolca-İtalyanca arasında olduğu hipotezimi de doğrulama şansım oldu. Tabi biz Amerikan ekolünde bir ülke olduğumuz için ve Hollywood hegomonyası nedeniyle yurt dışı deyince akıllarımıza A.B.D ve İngiltere eksenli bir dünya geldiği için bu Latin dünyasında resmen çok şaşırıyorum ve etkileniyorum. İşin açıkçası bu Anglosakson ve ABD’lilerin dil nedeniyle kıvranmaları da yavaş yavaş hoşuma gitmeye başladı. Mesela bir kafede bir Amerikalı “Kola dışında bir içecek alabilir miyim?” demek için dakikalarca uğraşırken ben , yardımsever, dost canlısı Övgü olarak ne yaptım biliyor musunuz? Hayvan gibi gülüp, bu anın tadını çıkardım. Sıra bana gelince her şey çok kolaydı. Çünkü Latin dillerinden birisini biraz bilmek gayet yeterli.İki dil arasındaki fark genelde bir kaç harf( Pollo-Poyyo-Tavuk,Latte-Lacce-Süt) sayılar aynı,soru cümleleri aynı. Saksonun o beyaz yüzü kızardıkça ben sevindim. Bunu da bana çok görmeyin arkadaşlar. Bize ettiklerini düşününce bunların az bile gülmüşüm diyesim geliyor. Hele bir de bunların olur olmaz havalarda o parmak arası terlikleri giyip, şortlarla sokakları çıkışı yok mu! Yaşlıları da çorabın üstüne sandalet giymez mi ellerde Sony kameralarla. İşte beni küçüklüğümde turizmden bu hareketler soğutmuş. Meğer dünyanın Latin yarısı böyle değilmiş. Gayet senin benim gibi havaya uygun giyinen, kotla da turist olunabileceğini bilen, buldukları en turistik bar-restoran yerine biraz orjinalite arayan insanlarmış.

Barcelona Katalanıyla,İspanyoluyla, Afrikalısıyla,Hintlisi,Pakistanlısıyla bir arada yaşama kültürünün bütün güzelliklerini sergiliyor. Yabancılar Milanodaki gibi 2. sınıf değiller, oralı olabilmişler ve bu da şehre müthiş bir ahenk ve zenginlik katmış. İspanya yasalarına göre sokaklarda alkol almak yasak olsa da, yasayı pek takan görmedim. Hatta üzerine de çıkmışlar. Ara sokaklarda burunlara gelen ot kokusu,sokaklarda yanınıza yaklaşan torbacılar başka birçok yasağın delinebildiğinin göstergeleri gibi.

Bir de şehrin Gotik kısmı ve çok güzel bir Gotik katedrali var. Katedral gerçekten güzeldi ancak çarmıha gerilmiş çıplak İsa heykelinin bel altına bağlanan bir bezle sansürlenmesi beni biraz sıktı. Bu kadar özgür bir şehirde bari rahat bıraksalarmış iyi olacakmış. Ayrıca, saf turistlerin duygularını daha seri sömürmek için katedralde gerçek mum yerine elektro mum uygulamasına geçilmiş. Şöyle ki bozuk parayı atıyorsunuz, mum alevi görünümlü ampulünüz yanıyor. Ayrıntısı da atlanmamış ışık böyle mum alevi gibi kırpışıyor. Belli bir süre yandıktan sonra da tıpkı sahiciymişçesine sönüyor,dualarınız kabul oluyor. Kardeşim kahve makinası mı bu? Açıkçası benim inancımda böyle bir şey olsa çok bozulurum. Türk Lirasıyla deneme yapayım dedim, müslüman ülke parası olduğu için sanırım çalışmadı. Vura vura parayı geri almaya çalışıyordum, papaz geldi bana kızdı. Dedim ki kendisine: "Koca Avrupa'da son dönemde onca teknolojiye karşın adam gibi bir klise yapmayın, hala 200-300 hatta daha eski kliselerin ekmeğini yiyin, sonra da oralara böyle değişik alet edevat koyup paramı yutturun makinaya, ben ses çıkarmayayım. Olmaz efendim". Bana çok kızdılar. Ama inceden de hak verdiler. Sahi neden artık kimse klise yapmıyor? Dilek kutusuna yeni önerimi yazdım, şarapları da artık jetonlu makinadan verin diye. Bana düşmez tabi bir turist olarak ama dünya değişiyor, klise de değişime ayak uydurmuş gibi.

Şehrin beni en çok etkileyen tarafı denize doğru inen “Las Lambras” caddesi. Oldukça kalabalık ve yan kesicilerle dolu bu caddede inanılmaz sayıda sanat aktivitesi her daim sürmekte. Tiyatrocular, müzisyenler,ressamlar devamlı canlı performans sergilemekte. Çok eğlenceli bir ortam. Hatta kuş,tavuk satıcıları bile var bu caddede. Çok da para harcamanıza gerek yok. Doğru adresleri bildiğinizde çok ucuz fiyatlara güzel içkiler veren barlar bulmak mümkün. Sonra da çıkıp bu adamlardan müzik dinleyin. Hava iyi olursa denize girin. Ayrıca şehir aktivite rehberinde bedavadan başlayıp 15-20 euroya kadar çıkan jazz, flemenco gösterilerini her gece bulmak mümkün. Bu kadar aktiviteyi bu kadar uygun fiyata bulmak İtalya’da olası değil söz gelimi. Bir de İtalya’da kocaman gözlüklerini takmış, abartılı hareketlerde bulunan Milanolular’a tahammül etmek de var.

Ben oradayken Barselona-Bayern Münih maçı oynandı. Sokakta top sektirerek para kazanan adamlara bile bakınca Almanlar’ın bu adamları asla yenemeyeceğini görmek zor değildi. Bunu Almanlar da biliyordu adeta. Önemli olan Barselona'ya gelip şehrin tadını çıkarmaktı. Zaten 4-0 da yenildiler. Ama yenilgiden sonra fazla kafayı buna bozmamış olmalılar ki sabahlara kadar sokaklarda eğlenmeyi sürdürdüler. Fazla sayıda Alman erkek gelmesi nedeniyle sanırım sokaklarda hayat kadını sayısı biraz arttı. Bu hadise beni gerse de sağ salim İtalya’ya dönmeyi başardım.

Uzun lafın kısası, ben bu şehri çok sevdim. Sıkıcı bir düzeni yok ama insnanın sınırlarını zorlayan bir karmaşası da yok. Ulaşımı kolay, insanı güzel, denizi var, standartları yüksek,fiyatları çok pahalı değil,müzik var,resim var. Şans verilse düşünemden burada yaşamayı kabul ederim.


9 comments:

Anonymous said...

aci vatana hemen elveda demissin:)bizi de atma da barcelonali bi aile filan bulursan...ablan:)

NeReYe said...

barcelona'daki atmosfer karşısında hissettiklerin bana Dali ile ilgili duygularımı çağrıştırdı, Dali'yi de herkes beğeniyor, ben bir türlü sevemedim...
sen Dali için ne düşünüyorsun, o da bana aşırı fantastik gelir - yoksa ben de Barcelona'yı fazla fantastik mi bulucam ki eger gidersem bi gun. (sen yerlesirsen ablanla belki sana geliriz :P)

NeReYe said...

Neyse bu da fantastik bir yorum oldu, ayaklarımız suya ersin - bir hususta ; Avrupa Kültür Başkentliği mevzusunda; benim görüşüm bu payenin Istanbul için çok çok az olduğudur.
Tamam Istanbul medeni bir şehir olmanın birçok gereğini kötü yönetim, planlama ve nüfus faktörü nedeniyle yerine getirememektedir ama Istanbul İlber hocanın deyimiyle cihanşümul bir imparatorluğun başkenti olarak Avrupa Kültür Başkentliği gibi adını duymadığımız avrupa şehirlerine verilen (asla küçümsemiyorum, hepsi birer incidir, eminim) bir sıfatı bence böyle mal bulmuş mağribi gibi sahiplenmemeliydi. Bu sıfatın çok çok ötesindedir Istanbul.

NeReYe said...

Mağribilere de cevap hakkı doğacak aman diyim, lafın gelişi yazdım o deyimi. Neyse, Avrupa Kültür Başkenti olacağız diye ne sevinelim ne yerinelim, yalnız doğal olan dünya başkentliğimizi unutmayalım ve buna yakışır bir şekilde yaşayalım ve yaşatalım Istanbul'umuzu. Bu yolda Avrupa Başkentliği nin götürüsü olmaz ama dünya için büyük Istanbul için küçük bir adımdır. Kaldı ki hazırlıkların sarpa sarmakta olduğunu sağda solda okumakta ve bu işin bile hakkını veremeyecek olduğumuzdan korkmaktayım (sanırım az zaman kalmasına rağmen yürütme kurulu istifa etmiş, daha tanıtım filmleri çekilmeye başlanmamış vs. vs.)

NeReYe said...

Yeni kilise inşa edilmemesi hususunda, çok yerinde bir tespit.
Ne biçim müminsiniz, dinden imandan çıkmışsınız diycem ama dinle aralarına belli bir mesafeyi de çoğu yerde koymuşlar - bir zararını görüyorlar mı sen daha iyi gözlemlersin... Kilise seferberliği işinin fizibilitesini uygun bulmamışlardır ama altına dükkan yapabileceklerini bilmiyor olabilirler, aman biz hiç hatırlatmayalım...

ovgu said...

Ressam denince ben Mustafa Horasın'ı tek geçerim. Akrabam olmasının da payı olabilir ama eserleri de güzeldir. Barcelona'yı sevmeyecek insan olamaz Neyran Abla...Kesin sevmenin ötesinde duygulara gark olursun.
İstanbul kültür başkenti olmayı elbette hak ediyor. İstanbul kesinlikle dünyada bir marka haline getirilmeli çünkü malzeme çok iyi. Ancak çok fazla eksiğimiz var. Yani bir turist istanbulu biraz daha rahat gezebilmeli. Ben hala otobüs numaralarını geldiğimde arayıp ablama falan soruyorum. Şehirde imar planı şart...vs
Şimdi Avrupa'da din kesnlikle ölüyor. Son yıllarda anti-müslüman propaganda belki geçici bir hareketlenme yaratmıştır ama bilgi çağı ve aydınlanma dine olan gereksinimi kaçınılmaz olarak azaltıyor. Mesela papa Afrika ziyareti sırasında uçakta:" Kondom kullanmayın,günah" dedi. Bu da orada yıllardır verilen AIDS mücadelesine büyük darbe vurdu. Şimdi aklı başında adamlar (ki doğu medeniyetinden çok daha fazla aklı başında adam var) papaya karşı ve bu tarz bilim dışı açıklamalar nedeniyle hemen dinden soğuyor. (Papa aslında evlilik dışı ilişkiye girmeyin demek istemiş kondom günah derken). Ancak bizde hala din adına istediğin kadar saçmala sorun olmuyor. Hal böyleyken kimse büyük fonların kliselere harcanmasını istemiyor. "Sonları hayır olsun" demketen başka bir şey kalmıyor bize de. İlim-bilim derken kitabı peygamberi unutacaklar...

NeReYe said...

Mustafa Horasın'ı aradım ancak bulamadım web'de.. Horasan olabilir mi ?

ovgu said...

Horasan" doğrusu...Yanlış yazmışım.Özür dilerim.

NeReYe said...

hah, tamam
o da epey fantastik