Friday, October 30, 2009

Trenitalia




Telaşlı günler geçirdim. Yine tez ve sunum son anlarda yetişti. Sunumdan bir gün önce tez hocama sunumu göstermek için sırtımda çantam yollara koyulmuşum, heyecan dorukta.

İtalya'da tren olayı şöyle çalışıyor: biletinizi trene binmeden bir makinaya sokup onaylıyorsunuz. Trende de bazen kontrol oluyor ama genelde olmuyor. Ben de aynen tarifteki gibi yapıp bileti makinaya soktum ve aceleyle cebime atıp trende yerimi aldım. Trende başladım maçı kafamda oynamaya. Çıkıyorum, sunuyorum, hazırlanıyorum. Derken bir yarım saat sonra kondüktör geldi. Bu kondüktörü de daha önceden tanıyorum. Kelimenin tam anlamıyla bir faşist. Yani faşizmin icat edildiği İtalya toprağının hakkını veren bir şahsiyet. Daha önce Afrika'lı bir aileyi trenden el hareketleri yaparak attığını görmüştük. Kendimden çok emin şekilde bileti uzattım. Adam, "onay yok" dedi. Aldım, hakkaten de yok ama biraz dikkat edince makinanın iz bırakmış olduğu farkediliyor. Dedim ki: "Bilader, bak elleyince anlaşılıyor bastığım, makinanın mürekkebi bitmiş, suçum yok". Bu arada saflığıma geldi İtalyanca konuştum. Böyle yabancı bir aksanla İtalyanca konuşunca nedense bu faşistler iyice deliriyor. Bunların ilacı İngilizce'ye abanıp bunları ezik konuma sokmak ama bir kere İtalyanca anladığını farketince sarıyorlar. Gitti bana nizami biletler getirdi ve "bak böyle olacak" dedi. Etraftaki mal İtalyanlar da olan biteni izliyor, bir kişi de kalkıp, "saçmalama signor" demiyor. Belki de onlar da bana inanmadı...Yalnız hissettim acayip. Makina basmamış deyince de: "Zaten makina bu yabancılara hiç basmıyor" diye insanı çileden çıkaran bir laf etti. İşte ben en azından bu noktada etraftan yürekli bir hareket bekledim ama yok.

Derken bu adam bana ceza yazmaya kalktı. Ceza tarifesi de şöyle: trende peşin 50 euro, adrese 100 euro. İtiraz edince de istasyonda polis geliyor. Opsiyonların hiç biri lehime gözükmüyor. Çıkardım verdim parayı. Ama dedim ben buna biraz iş çıkarıyım en azından, adamın sicil numarasını ve adını istedim. Adam da bana cebinden kartını çıkardı hatta kalem de uzattı. Ben not aldıktan sonra da sırıta sırıta gitti.

İnince daha evvelden aşina olduğum şirin kondüktör amcalardan birine durumu anlattım. Bileti elledi. "Baskı hissediliyor ama yazı olmadığı için ceza kitabına uygun" dedi. Yani takdir hakkını aleyhime kullanmasına rağmen bu herifi şikayet etme şansım yok. Velev ki Trenitalia'ya şikayet etsem; kimsenin böyle "çalışkan" bir kondüktöre karşı bir yabancıyı hele de bir Türk'ü asla desteklemeyeceğini çok iyi biliyorum.

Velhasılkelam hep şahit olduğum, dinlediğim bu tarz hikayelerden birisi sonunda başıma da geldi. Oysa orada iyi niyetli birisi çok rahat "tekrar olmasın" diyebilirdi. Bu tiplere denk gelince hata şansınız olmuyor.

Şimdi iş arayacağız, görünen o ki, o alanda da benden iyi bir İtalyan olmayacağına inanmalarını sağlamam gerekecek. Eğer beni yıldırırlarsa iş arama hususunda, doktoraya falan başlayacağım sanırım...Bir şekil bu adamlar istemedikçe üzerlerine kalasım var. Efendi gibi davransalar, belki bizim de hırslarımız törpülenir, biner uçağa gideriz.

Ondan sonra mezuniyet geldi. Garip ritüeller oldu. Diplomaları vermeye yaşlı yaşlı hocalar geldiler. Hepsi gözlüklü ve sakallı. Birden herkes ayağa kalktı. Böyle adeta fonda "ameno" çaldı. Sandım ki ritüel Latince gerçekleşecek. Bu İtalyanlar hala çocuklara İngilizce yerine Latince öğretiyorlar ya, bugün içindir diye düşündüm. Tam bir tarikat ortamı. Tek tek adlarımız okundu, sahneye çıkıp diplomaları aldık. Sonra en bilge, yaşlı ve en miyop hoca konuşma yaptı. Neymiş efendim kültürel değişim zenginlikmiş, biz burda okuyunca hem İtalya kazanmış, hem biz falan. İtalya artık bizim yuvamızmış, artık çok kolay iş bulacakmışız (Hemen ülkelerimize döncez sanıyor ama Türkleri tanımadığı belli) ...İnsanın gururu okşanmıyor değil ama bu ceza olayı ile bu Gandalf benzeri bilge hocanın konuşması arasında sadece bir gün vardı. El kaldırıp söz alasım gelmedi değil ama sakallı, yaşlı ve gözlüklü bu bilgenin lafına karşılık o kadar seyirci bu çıkışımı anlamsız bulur diye yapmadım.

Çıktık, şampanya patlattık, olaylara pozitif baktık, "bütün İtalya'ya mal edilemez bu olaylar" dedik. Ne tekim, yanımızda kadeh vurduğumuz Marco'lar, Davide'ler, Giancarlo'lar da İtalyandı ve çiçek gibi çocuklardı.

Wednesday, October 21, 2009

Jest


Ev arkadaşım A. Gökhan Demir'in bana "M.Sc. degree" jesti. Cuma günü sunum yapacağım. Sonra sanırım bitecek. Yazmaya,okumaya devam....

Tuesday, October 13, 2009

So called.....

Avrupalılar sardı etrafımı. Hepsine lise kitaplarında "Ermeni soykırımı" derslerde anlatılmış. Ben ne kadar konuşsam nafile. Taraf olduğum için kabullenemediğimi söylediler. Ayrıca AB'ye üyelik sürecinde bunu kabul etmemiz gerekeceğini çünkü bunun Avrupa'da artık tartışılmadığını söylediler. Yani her millet sütten çıkmış ak kaşık; biz de tam günah keçisi. Fransız bana bıdırdıyor da; arkadaşım senin Antep'de ne işin var allasen? Hala karşıma geçmiş sen tarafsın diyorsun.
Bu ASALA'nın avukatı Fransız bir parlamenter. Bunu yazmak için Wikipedia'da da mücadele verdik zamanında ama orda da bana yüklendiler. Kaynak üstüne kaynak gösterdik bir arkadaşla ama yordular.
Ben de bunların hepsine şu belgeselle veya propaganda filmiyle cevap verdim. Propagandaysa da belgeselse de artık ben konuşmucam. Bizi çok sıkıntıya sokan Ermeni tezlerinin de çoğu zaten propagandaya veya politik çıkarlara dayanmakta doğrulardan çok. Vakti olan izlesin...

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm3
Bölüm4
Bölüm5
Bölüm6
Bölüm7

Wednesday, October 7, 2009

20753206252

Yıllar önce NBA’ den bazı oyuncular veya Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Basketbol Takımı Türkiye’ ye maça ya da antremana gelmişlerdi. Maç sonrası daha teri soğumadan bir NBA oyuncusuyla hayatında büyük ihtimalle ilk kez ve daha da büyük ihtimalle son kez röportaj yapma şansı yakalayacak muhabirimiz şunu sormuştu: “Türkiye’de salonları ve basketbola ilgiliyi nasıl buldunuz?” İşte o an içimden ilk kez “Hay kompleksimize ......” diyesim gelmişti ancak asla son olmadı. Arkadaşım adama madem “Türkiye çok güzel, basketbol da çok iyi" dedirtmeye çalışcan, ve bunu duyamazsan üzülcen, bari bu soruyu ilk yapıştırma ya da maçtan önce ver tiyoyu. Siyahi arkadaş da maçın yorgunluğuyla ancak şöyle demişti: “Oh, well, I guess, O.K”. Üzüldük...

Muhabir arkadaşı suçladım gibi oldu ama bu eziklik bize nerden musallat olduysa maalesef çok yaygın. Birisi azıcık damardan girmesin. Bir coşuvermeler bizde, bir kabarmalar bizde. Geçen Polonya’lı bi arkadaş geldi. Orhan Pamuk kitapları okumuş. Bana sorular sordu. Cevapladım elimden geldiğince. Yemekleri sordu, cevapladım. “Sizin kültür çok zengin dedi” kabardım. “Avrupa sizi yanlış tanıyor” dedi, adeta uçtum. Sonra düşündüm bu bebe Türkleri mi çözdü len yoksa diye kıllanmaya başladım. Çünkü standart bir Polonyalı’nın Türkle yapacağı muhabbet: “Sizi Viyana’da durduran ordu Polonya’dan gelen haçlı ordusudur” olacak ve bunun cevabı da Türk tarafından: “Ama sizin yardıma gittiğiniz Avusturya-Macaristan imparatorluğu 2. Dünya savaşında ağzınıza sıçtı” olacaktır. Bu ezberimi bozan, en derin komplekslerimi dindiren, övgü dolu sözler beni gıcık etmeye başladı. Acaba bu Christoph Daum, Türkler’i çözmenin, kafalamanın reçetesini tüm Avrupa’ya verdi mi diye kıllandım. Atatürk rozeti takan bu, “Büyük Başkan Aziz Yıldırım” diyen bu, Gazi reklamlarında oynayan bu (İspat...Snırım muahbir aynı arkadaş). Bakın buraya yazıyorum, bizi bu Avrupa’nın ırkçı-dışlayıcı tavrı yıllardır yıkamadı, yıldiramadı; sakın bu yeni dümen olmasın? Böyle bizi ufaktan ufaktan gazlayıp istediklerini yaptırmasınlar bunlar. Velhasılkelam, ben bu Polonyalı’ya acayip gıcık oldum, bana “Daum-ology” uyguluyor diye. Gittim Fransız bir arkadaşla yakınlık kurdum. Az biraz lak-lak yaptık. Ben bekliyorum ki vursun bana Parizyen genç. "Gerisin, barbarsın" desin. Demedikçe de bileniyorum içten içe. “Bunlar da böyle iki yüzlü oluyor, gizli faşist bu” diye dolduruyorum kendimi. Ağzını açsa hemen Kuzey Afrika zulümlerinden bahsedecem, rakibimi yere serecem ama olmuyor olmuyor. Çocuk normal muhabbete devam. Vay arkadaş, 20 dakika sonra bu da Daum-ology’e başlamasın mı? Tutturdu Polonyalı’ya “Bak da laik gör, Türkler de biz gibi laiktir. Okullara dini sembolle girmek bunlarda da yasak. Sizin gibi sınıflara haç asmak baskıdır, haksızlıktır” diye. Gerçi imamlara maaşı devletin verdiğini duyunca biraz şaşırdı ama yine de suyuma gitti. Ben başladım yine kabarmaya. Adeta çocuk kırmızı çizgilerimizin üzerinden geçtikçe beni bir sevinç kapladı. Hemen titredim, kendime geldim, “Batının yeni oyunu bu, uyan”...

Komplekslerimiz aynı zamanda yumuşak karnımız. Şöyle ki; kendi değerlerimizi görmemiz ya zaman alıyor, ya da asla göremiyoruz. Bahsettiğim zaman da bazen 50 yılı aşıyor, ömürler geçiyor. Yazının başlığındaki sayı, Nazım Hikmet’i 2009 yılında vatandaşlığa kabul ettiğimizde kendisine verdiğimiz TC kimlik nosudur. Ne acıdır ki, biz adam iyi mi-kötü mü, hain mi-vatansever mi? diye tartışırken kendisi batı toplumlarında bolca yol katetmiş ve şöhreti o kadar büyümüştür ki adeta kısa yoldan entellektüel sınıf atlama çabalarının bir bayraktarı olmuştur bile. Hiç hayal etmese de kendisi, şu anda Avrupa’da Nazım şiiri okumak aynen “Che Guevara” tişörtü giymek gibidir. İşini çok iyi yapmanın sonucu diyelim biz buna. İşte bizim bakanlar kurulu kararıyla ancak vatandaşlığa aldığımız büyük şairimizin durumu budur. Tahminim ne zaman biz batıda bu kımıldanmaları gördük, içimizden “Batılılar bile büyük şair diyor aga, demek ki adam büyük” dedik, kabarmaya başladık, yağlarımız eridi, alıverdik. Gerçi bizde de biraz “Gavur İzmir” lafını telafı etmenin telaşı vardı ama kimse kükreyemedi kararın aleyhine. Bütün Avrupalı’lar büyük adam demişken, artık adı dünyanın en büyük şairleriyle batılıların ağzından kolaylıkla çıkıverirken nasıl kükreyeydik!

Bu yazı Laura Freddi adlı, neden ünlü olduğunu çözemediğim, güzel, sarışın bir bayanın TV’de Jacques, Fiume, Sartre gibi isimlerden alıntılarla birlikte Nazım şiirlerini de okuması sonucu yazılmıştır. Hem de her hafta düzenli bir şekilde okuyor. Bu kadın da İtalya’ da şiir okuyacak son kişidir sanırım. Kendisini evvelden pilajda seksi pozlarıyla falan görüyorduk. Bir anda entellektüel olarak sınıf atlamak istedi sanırım. Ağzına da pek yakışıyor doğrusu. Ben kendisinden Nazım'ın şiirini duyunca kesinlikle inandım ki, bu Nazım büyük adam. Şu şiiri İtalyan' dan sonra anladık ya, sadece ben ona yanarım:

....

Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
ellerimden yoruldun
gözlerimden gölgemden
sözlerim yangınlardı
kuyulardı sözlerim
bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin
ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.


İşte bizim vatandaşımız, şiirde bir dünya markası Nazım’ın şiirini okuyan hatunumuzdan videolar...Öngörüyorum, 5-10 yıla Nazım tişörtleriyle dolaşacağız, çünkü batıda çok ünlü!