Wednesday, October 7, 2009

20753206252

Yıllar önce NBA’ den bazı oyuncular veya Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Basketbol Takımı Türkiye’ ye maça ya da antremana gelmişlerdi. Maç sonrası daha teri soğumadan bir NBA oyuncusuyla hayatında büyük ihtimalle ilk kez ve daha da büyük ihtimalle son kez röportaj yapma şansı yakalayacak muhabirimiz şunu sormuştu: “Türkiye’de salonları ve basketbola ilgiliyi nasıl buldunuz?” İşte o an içimden ilk kez “Hay kompleksimize ......” diyesim gelmişti ancak asla son olmadı. Arkadaşım adama madem “Türkiye çok güzel, basketbol da çok iyi" dedirtmeye çalışcan, ve bunu duyamazsan üzülcen, bari bu soruyu ilk yapıştırma ya da maçtan önce ver tiyoyu. Siyahi arkadaş da maçın yorgunluğuyla ancak şöyle demişti: “Oh, well, I guess, O.K”. Üzüldük...

Muhabir arkadaşı suçladım gibi oldu ama bu eziklik bize nerden musallat olduysa maalesef çok yaygın. Birisi azıcık damardan girmesin. Bir coşuvermeler bizde, bir kabarmalar bizde. Geçen Polonya’lı bi arkadaş geldi. Orhan Pamuk kitapları okumuş. Bana sorular sordu. Cevapladım elimden geldiğince. Yemekleri sordu, cevapladım. “Sizin kültür çok zengin dedi” kabardım. “Avrupa sizi yanlış tanıyor” dedi, adeta uçtum. Sonra düşündüm bu bebe Türkleri mi çözdü len yoksa diye kıllanmaya başladım. Çünkü standart bir Polonyalı’nın Türkle yapacağı muhabbet: “Sizi Viyana’da durduran ordu Polonya’dan gelen haçlı ordusudur” olacak ve bunun cevabı da Türk tarafından: “Ama sizin yardıma gittiğiniz Avusturya-Macaristan imparatorluğu 2. Dünya savaşında ağzınıza sıçtı” olacaktır. Bu ezberimi bozan, en derin komplekslerimi dindiren, övgü dolu sözler beni gıcık etmeye başladı. Acaba bu Christoph Daum, Türkler’i çözmenin, kafalamanın reçetesini tüm Avrupa’ya verdi mi diye kıllandım. Atatürk rozeti takan bu, “Büyük Başkan Aziz Yıldırım” diyen bu, Gazi reklamlarında oynayan bu (İspat...Snırım muahbir aynı arkadaş). Bakın buraya yazıyorum, bizi bu Avrupa’nın ırkçı-dışlayıcı tavrı yıllardır yıkamadı, yıldiramadı; sakın bu yeni dümen olmasın? Böyle bizi ufaktan ufaktan gazlayıp istediklerini yaptırmasınlar bunlar. Velhasılkelam, ben bu Polonyalı’ya acayip gıcık oldum, bana “Daum-ology” uyguluyor diye. Gittim Fransız bir arkadaşla yakınlık kurdum. Az biraz lak-lak yaptık. Ben bekliyorum ki vursun bana Parizyen genç. "Gerisin, barbarsın" desin. Demedikçe de bileniyorum içten içe. “Bunlar da böyle iki yüzlü oluyor, gizli faşist bu” diye dolduruyorum kendimi. Ağzını açsa hemen Kuzey Afrika zulümlerinden bahsedecem, rakibimi yere serecem ama olmuyor olmuyor. Çocuk normal muhabbete devam. Vay arkadaş, 20 dakika sonra bu da Daum-ology’e başlamasın mı? Tutturdu Polonyalı’ya “Bak da laik gör, Türkler de biz gibi laiktir. Okullara dini sembolle girmek bunlarda da yasak. Sizin gibi sınıflara haç asmak baskıdır, haksızlıktır” diye. Gerçi imamlara maaşı devletin verdiğini duyunca biraz şaşırdı ama yine de suyuma gitti. Ben başladım yine kabarmaya. Adeta çocuk kırmızı çizgilerimizin üzerinden geçtikçe beni bir sevinç kapladı. Hemen titredim, kendime geldim, “Batının yeni oyunu bu, uyan”...

Komplekslerimiz aynı zamanda yumuşak karnımız. Şöyle ki; kendi değerlerimizi görmemiz ya zaman alıyor, ya da asla göremiyoruz. Bahsettiğim zaman da bazen 50 yılı aşıyor, ömürler geçiyor. Yazının başlığındaki sayı, Nazım Hikmet’i 2009 yılında vatandaşlığa kabul ettiğimizde kendisine verdiğimiz TC kimlik nosudur. Ne acıdır ki, biz adam iyi mi-kötü mü, hain mi-vatansever mi? diye tartışırken kendisi batı toplumlarında bolca yol katetmiş ve şöhreti o kadar büyümüştür ki adeta kısa yoldan entellektüel sınıf atlama çabalarının bir bayraktarı olmuştur bile. Hiç hayal etmese de kendisi, şu anda Avrupa’da Nazım şiiri okumak aynen “Che Guevara” tişörtü giymek gibidir. İşini çok iyi yapmanın sonucu diyelim biz buna. İşte bizim bakanlar kurulu kararıyla ancak vatandaşlığa aldığımız büyük şairimizin durumu budur. Tahminim ne zaman biz batıda bu kımıldanmaları gördük, içimizden “Batılılar bile büyük şair diyor aga, demek ki adam büyük” dedik, kabarmaya başladık, yağlarımız eridi, alıverdik. Gerçi bizde de biraz “Gavur İzmir” lafını telafı etmenin telaşı vardı ama kimse kükreyemedi kararın aleyhine. Bütün Avrupalı’lar büyük adam demişken, artık adı dünyanın en büyük şairleriyle batılıların ağzından kolaylıkla çıkıverirken nasıl kükreyeydik!

Bu yazı Laura Freddi adlı, neden ünlü olduğunu çözemediğim, güzel, sarışın bir bayanın TV’de Jacques, Fiume, Sartre gibi isimlerden alıntılarla birlikte Nazım şiirlerini de okuması sonucu yazılmıştır. Hem de her hafta düzenli bir şekilde okuyor. Bu kadın da İtalya’ da şiir okuyacak son kişidir sanırım. Kendisini evvelden pilajda seksi pozlarıyla falan görüyorduk. Bir anda entellektüel olarak sınıf atlamak istedi sanırım. Ağzına da pek yakışıyor doğrusu. Ben kendisinden Nazım'ın şiirini duyunca kesinlikle inandım ki, bu Nazım büyük adam. Şu şiiri İtalyan' dan sonra anladık ya, sadece ben ona yanarım:

....

Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
ellerimden yoruldun
gözlerimden gölgemden
sözlerim yangınlardı
kuyulardı sözlerim
bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin
ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.


İşte bizim vatandaşımız, şiirde bir dünya markası Nazım’ın şiirini okuyan hatunumuzdan videolar...Öngörüyorum, 5-10 yıla Nazım tişörtleriyle dolaşacağız, çünkü batıda çok ünlü!



No comments: