Wednesday, November 25, 2009

Teatro Alla Scala







“Baleden daha kötü bir sanat ortamı varsa, o da sahneyi görmeyen klasik müzik locası olmalı bilader”

Robert Bosch

Ağzını öpeyim Sayın Robert Bosch. Ne zulümmüş en kıytırık locadan Rachmaninov dinlemek. Zaten bütün gün koşturmuşum, eve gidip üzerimi değiştirememişim. Bu kadar iki dirhem bir çekirdek insanın ortasında afedersin kabak gibi kalmışım. Gönül isterdi eve gidip bir boyun bağı bağlayayım, Milanolu asilzadeler gibi olayım. Yine bir talihsizlik oldu, kotumla geldim dikeldim kapının önüne. Tüm görkemi ile Teatro alla Scala’ya bakıyorum. Siyah otolar tiyatronun önüne yanaşıp zengin İtalyanları bırakıyor. Zaten burayı da 1778’de Milanese soylular yaptırmış. Kontu, dükü, düşesi, derebeyi aralarında para toplamışlar yanan bir başka sanat kompleksi yerine Scala’yı yaptırmışlar. Hala da günümüz Milanosu’nun söz sahiplerinin locaları var orada. Mesela Gucci hemen kemancı sırasının arkasını almış, Prada ise fülütçülerin yanında kendisine yer edinmiş.

İşte ben de o gün dönerciden aceleyle çıkıp geldiğimi unutup soylular sırasına girmişim. Kapıya vardım, bileti verdim. Kapıdaki dedi ki: “Genç, bak şu yanındaki Prada bu yanındaki Gucci, az ilerdeki de Belluci, sen buraya giremezsin. Fakirlerin tarafına gireceksin. Buradan girmek için ya zengin ya da soylu olmak gerekir, sen hangisisin?”. İlk aşamada ister istemez insanın aklına ya kıyafetten ya da döner kokusundan olacağı geliyor bu tepkinin.Tip itibariyle zenginim diyemeyeceğimden soyluyum şıkkını tercih ettim ve dedim ki: “Ben soylu bir aileden geliyorum, Aydınoğulları beyiyim”. Bir an şaşırdılar, aradılar taradılar ama listede bulamadılar, mahçup bir şekilde: “Kusura bakmayın, o dediğiniz aileye rastlayamadık” dediler. Çıktım sıradan, sora sora fakirler tarafını buldum. Bildiğin ana girişten girilmiyormuş. Hani tıpkı liselerimizdeki “öğretmenler kapısı” gibi. Binanın arkasına dolaştım, dar merdivenlerden çıktım en üst kat localarına. Tabi fakirler tarafı nasıl sıkış tepiş. Sahneyi sadece ön koltuklar görüyor ve ben 4. sıradayım. Bazı insanlar ayakta falan izliyor. Sanatseverlik gözlerimi yaşartsa da bu ayak takımı locasından çok da haz etmiyorum. Madem sahneyi göremeyecektim, evde mp3 dinlerdim değil mi? Ancak Melih Gökçek kadar ileriye gidip içine tükürmeye de gerek yok, biraz bakınalım dedim.

Bu fakir locasından genç İtalyan kızları, erkekleri, zengin localarından birilerinin kendisini beğenmesi ve haliyle sınıf atlama telaşından önlere yığılmışlar. Bu formatı başta Titanic olmak üzere çok yerden hatırlıyoruz, umut dünyası. Fakat şöyle bir hesap yaptım, zenginin fakirden fazla olduğu nadir yerlerden birisi (1800 zengin,400 fakir kapasiteli). Yani fakirler eğer kur yapacaksa burada yapmalı arkadaş.

Derken herkes oturdu, zenginler sustu. Hemen biz de sustuk. Rachmaninov başladı. Başlarda özellikle sesin yayılması ve netliği beni etkiledi. Ardından ilkokul yıllarımdaki Pazar konserlerine aldı götürdü müzik beni, hayaller aleminde çocukluğumun en mutlu günlerine...Sanırım ilk şarkı bir 25 dakika kadar sürdü. Sonra insanlar alkışlamaya, bağırmaya başladı: “Fantastico, incredibile...”. Ben de taklit edeyim diye bağırdım ama o ağdalı İtalyan aksanını yakalayamadığım için kahkahalara sebebiyet verdim. İçime attım coşkumu. Sonra konser uzadıkça uzadı, ben baydıkça baydım. Ankara’da baleye gittiğimde de başta sevecek gibi olmuştum ama yeni bir şey yapmanın tadı geçer geçmez yediğim boku farketmiştim. O duygu yine geldi. Bildiğin acayip sıkıldım kalan 2 saatte. Konser bittiğinde belki de Scala’nın en mutlu izleyicisi olarak çıktım gittim.

Ancak bir faydası da oldu bana bu tecrübenin, kont, düşes olmak çok zor zanaat, bunu anladım. Her hafta buralarda boy gösterecen, garip ritüellerle yaşamayı öğrencen, kıyafetine hep özen göstercen, devamlı ölçülü bir hayatın olacak. Zor iş zor. Bir kere daha anladım ki: “Ben bir halk adamıyım”


No comments: