Saturday, December 31, 2011

2011-2012

Bu yılın muhasebesi biraz zorlu. 5 ülkede yaşadım, çok ülkeden insan tanıdım. Değişik yemekler yedim ki çoğu benim zaten bildiğim mutfak kültürünün çok altındaydı. Hayatımın önceki yıllarına göre çok çalıştım, çok öğrendim, çok mücadele ettim. Geçen yıl bu zamanlarda ne döndüğüne dair bilgim olmayan bir sektöre girdim. Radyoaktivite gördüm, patlayıcı düzeneği bağladım. Kısacası 2011 tamamen petrol-gaz dünyasına adadığım bir yıl oldu.
Bugün bakıyorum da en çok insan tanıdığım yıl, en yalnız yılbaşım olmak üzere.
Özlediğim herkese burdan selam olsun. Sağlıklı, mutlu, başarılı bir yeni yıl geçirelim.

Wednesday, December 28, 2011

İşten Eve

Biraz sarsıntılı da olsa işten eve bisiklet üzerinde gidişimin videosu...Etrafı görmek açısından faydalı. Normalden iki kat daha hızl, bir de sürüşün kısmen riskli olduğu yerlerde çekimi durdurdum. İşte "Dünyanın en kötü espiri anlayışı"na sahip milletin sokaklarından bir tur.


Neden dünyanın en kötü espiri anlayışı dedim. South Park'ın şu çok komik bolumunde Almanlar boyle ilan edilmiş. İşte link;
http://www.videoweed.es/file/d4d7a9b43d69c

Peki gerçekten de espiri anlayışlarının çok kötü olduğunu nasıl anlarız? İşte link;
http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-16318471

Bunca yıl Türklerden gülmeyi nasıl öğrenemişler şaşarım. Başarı her şey midir hayatta dostum Hans?

Sunday, December 25, 2011

BREMEN












Hristiyan dünyasının haftalar öncesinden tantanasına başladığı Krismıs bu sene de geçti gitti. Çok şükür Kurban bayramına sahada yakalandığımız için bayram yapamamıştık Türkiye'de ancak bu sefer tatil yaptık. Anladığım kadarıyla bu Krismıs'ın asıl olayı aile ile oturup yemek yemek, kek yuvarlamak, şarap içmek ama ille de aile ile olmak. Baktım bizim çocuklara bir gariplik çöktü. Aileden uzak olmanın böyle zamanlarda zorluğunu bilen biri olarak çocukları Bremen'e götürmeye karar verdim. Aldım gençleri, bindik trene, gittik Bremen'e.

Bremen hoş bir şehir ama öğlene doğru dükkanlar kapandı, insanlar ortadan kayboldu evlerine. Biz de hayalet bir şehrin ortasında kalakaldık öğleden sonra. Sonra döndük. Dönmeden bi kaç alış-veriş merkezine girdik. Onlardan birisinde "Alamanya-Willkommen in Deutschland" filmini buldum aldım ve Krismıs gecesinde izledim.

Hem güldüm hem duygulandım. Türklerin Almanlarla 50 yıldır olan ilişkisini tekrar düşünmeye başladım. Genel olarak Almanlar'ın kültüründe bir çokuluslu imparatorluk olmayışı, bizim de hiç sömürülmemiş olmamız sorunun temeli sanırım. Mesela Fransızlar sömürürken bir sürü milletle tanışmışlar ve daha alışmışlar sanki. Türkler de talep eden bir millet, vur kafasına ekmeğini al olmuyor. Dolayısıyla işler karışıyor.

Bir de ilk gelenlerin şartları çok kötüymüş. 16 saat çalışmışlar, hayata karışamamışlar. Bazıları madenlerde Almanların inmediği derinliklere indirilmiş, hasta olmuş. Anlayacağınız Almanlayayı baya kalkındırmışız. Denebilir ki Türklerin ödediği emeklilik primleriyle uzunca bir süre Alman emeklisi düzgün yaşamış. Tabi göze görünmeyip işlerini yaparken her şey iyiymiş. Zamanla insani ve kültürel ihtiyaçlar ortaya çıkınca Almanlar buna bozulmuş. Nankörlük. İşte ben bu yüzden Almanlara biraz gıcığım. İnsanlıktan arınmış işçi bulamamaları beylerin canını sıkmış.

Zaten tersine göç de başlamış durumda artık. Buradan Türkiye'ye gidiş var. Hem Türkler hem de Almanlar. Türkiye'de İstanbul ve Güney sahili toplamında 75000 Alman yaşıyormuş. Bu bir tarafa da biz hakikaten cesaretli bireylerden kurulu bir toplumuz sanırım. Bazı istatistiklere rastladım. Mesela Türkiye Çin ve Hindistan'ın ardından yurt dışına en çok vatandaşı yaşayan 3. ülkeymis. Yine İngiltere ve Hindistan'ın ardından beyin göçü veren 3. ülkeymiş. Özellikle genç beyinlerini 100 yıl içerisinde savaşlarda harcamış bir ülke için bu bence inanılmaz. Ayrıca ülkenin ilk yıllarında mücadele ettiği fakirliği de hesaba katarsak bu istatistiğe şaşırdım. İşçilerimiz de cesaretli demek ki. Anadillerini hiç kullanamama pahasına meceralara atılmaktan geri durmuyorlar demek ki...

Filmin DVDsi raflarda. Alınıp izlenebilir...


Saturday, December 17, 2011

Vechta










Bir macerayi kapatıp bir yenisine başladım. Tekirdağ da arkada kaldı. İnşallah iyi hatırlanacağız. Bir düzen tutturmak, insanlarla diyalog kurmak emek istiyor. Sonra bırakıp gitmek hoş değil ama beklediğim bir sondu. Bu karışık duygulara çok alıştım. Bu durum bitince nasıl adapte olacağımı düşünmeye bile başladım.
Uçak Bremen'e indiğinde hava çoktan kararmıştı ve bir taksici alıp otele götürdü. Ben Almanlar'ı daha İngilizce bilir bir toplum sanırdım ama daha iş dışında 2 kişiye rastladım İngilizce bilen. Hayal kırıklığı. Bremen-Vechta arası 60 km. 40 dakika boyunca taksiciyle tek kelime konuşmadık. Otelde bir gece kalıp eve geldim. Ev arkadaşım tam bir Alman. Adı da tipi de: Sebastian Bretstieger tarzı bir şey. Boy var bir 1.95, saçlar 3 numaraya traşlı. Kapıyı açınca neredeyse gülecektim. İnsan Alman olur da bu kadar mı olur...Adımı sordu, söyleyince Türk müsün? diye sordu. İşte bu ana dikkat. Tecrübelerim gösterdi ki bir Alman size bu soruyu sorarsa direk gözlerine bakın, cevaptan sonra gözlerdeki ifadeden notunu verin o Alman'ın. Bu tıpkı karşı cinsten iki insanın ilk göz göze geldiği an gibidir. O iş olacaksa 10 saniyede nasıl gözlerden anlaşılıyorsa bu da anlaşılıyor. Bizimkisinin tepkisi iyi çıktı. Hemen bi Alman gibi evi gezdirdi. Etrafı tanıttı. Sabah 7.45'te arabayla gidiyomuş. Aynen şöyle dedi: " Ben seni beklemem sabah, sen beni beklersin"...Dur daha 10 dakika önce tanıştık hemen kural koymaya başladın. "If you wait, you are not man" dedim "beklersen adam değilsin manasında". Ne tekim işe kendi imkanlarımla gittim. Sonra bi gün geldi beni Türk restoranına götürdü. Gönlümü alacak kereta...
İş yeri de Alman dolu haliyle. Bu güne kadar çok milletten adam tanıdım ama Alman yakın tanıdığım yoktu. Şimdi bu hafta biraz tanıdım ve diyebilirim ki çok cins bir toplum. Ne kadar cins şöyle anlatayım: Krismıs için panayır kurmuşlar. Atlı karınca gibi bir şey var. At yok da arabalar, fincan falan var. 10 araçtan sadece 2 tanesi dolu. İş makinası olanlara binmiş Alman bebeler. Fotoğraf çekemedim anneleri kılllandı ama manyak olduklarını düşünüyorum. Polis arabasına yarış arabasına binmek yerine dozerlere doluşmuş bir gençlik...
Daha Kuzey'de olmasına rağmen Norveç, İsveç, Hollanda gibi ülkeler bile daha sevecen bence. Ya bunların yakın geçmişinde büyük travmalar olduğundan böyle ya da huyu-suyu cins adamların. Bilemedim ama Allah bizim gurbetçilere sabır versin. Dil-lisan bilmeden bu adamların arasına gelip tutunmak zor işmiş. Biz şu mühendis halimizle bile sekreterden neredeyse küfür yiyeceğiz.
Almanları bir kenara bırakırsak iş arkadaşlarımın hemen hemen hepsi Avrupalı. Ben daha kozmopolit olsun isterdim ama iyi çocuklar. Sevdim hepsini. İşte yine o gıcık olduğum noktadayım. Bir yandan insanlarla diyaloğu ilerlet, bir yandan işlerin nasıl yapıldığını çöz, bir yandan hangi iş için kime gidilir öğren, bir yandan isimleri ezberle...Umarım burası son olur. Müdür şimdiden seneye Polonya'ya gitme ihtimalini yumurtladı bile gerçi...
Şehre gelecek olursak, şehir inanılmaz küçük. Bergen'e küçük derken buraya düşmek harika oldu. 3 km uzunluğunda bir cadde var hepsi bu. Tam bir kasaba. Buranın yanında Tekirdağ metropol gibi. Küçük şehirlerde yaşamak güzel ama bu kadar küçüğünde de olmaz. Sinemada da filmler Almanca. İtalya gibi burada da sinemaya gidemeyeceğim.
Zaten bugün sokakta yalnız yürürken aynı İtalyadaki ilk günlerim hissettim. Herkes yabancı, yazılardan bir şey anlamıyorum, dükkanlara girip istediğini almak bile zulüm. İletişim kurabilmek o kadar değerli ki...Bir de bu durumda hep çok düşünmek zorunda kalıyorum. Yoruluyorum resmen. Mesela sabah uyanıp işe gitmek için taksi çağırmam gerekiyor. Durak İngilizce bilmiyor. Hadi onu ayarlasan taksici geliyor, o da bilmiyor. Kağıtta yazılı taşıyorum adresleri falan. Belli ki Almanca da öğrenicem ben bu yakınlarda.
İşten elemanlarla yemeğe çıktık geçen akşam. İtalyan restoranına gittik. Orada restoran sahıbıyle İtalyanca konuştuk. Valla insan memleketlisini görmüş gibi oluyor iletişince. Hem iş arkadaşları arasında karizmam da arttı biraz. Almanya'da restorancılık Türklerin ve İtalyanların elinde. Ben her ikisine de hitap ettiğime göre restoranların aranan ismi olurum yakında.
Son olarak şehirde bir Türk restoranı var ve acayip güzel yemekleri. Ben iskender sevmeyen adamım ama Türkiye'de bulamadığım iskenderi buldum burada. Sulu yemekler de var. Haftada 3 kere banko oraya giderim ben.
Bu arada dün işten bisikletle geldim. Sonra odama çıkıp 1 saat ağladım. İlk kez kendimi asimile olmuş hissettim. Pazartesi şirket bisiklet verecek büyük ihtimalle. Televizyonda falan görüp hayatta başıma gelmez dediğim şey gelmek üzere. Ben Alman panzari değilim ki sabah 8'de sırıtarak bisiklet bineyim. Ben o saatte başımı servis camına yapıştırıp leş gibi uyumak isterim ama asimile edecekler bu kardeşinizi...O nedenle destek mesajlarınızı bekliyorum. Bu lanet yağmurlu Avrupa şehirlerinde bi bisiklet sürmediğimiz kalmıştı...İstanbul'daki expat'lara bakıyorum bir de kendime ve soruyorum: "Onlar expatsa biz neyiz, biz expatsak onlar ne?"

Tuesday, November 15, 2011

Başka Tekirdağ Yok


Cok Sevgili Dostlar,
"İnsan oğlu kuş misali" dedikleri doğru ama uçaklar olmasa halimiz nice olurmuş. Yazamamışım yine bir aydan uzun süredir. Ama bi sor niye? Neredeyse yine yazmayacaktım ama sevdiğim birisi yaz dedi, yazıyorum. Yazmak istememekten değil de zaman yok. Haybeye demiyorum. Doğduğum günden beri arkadaşım olan adamın düğününe resmen şans eseri gidebildim. Hep derim "amor fati"... Gitmesem kendimi özgürlüğünü satın almak için çalışan bir köle gibi hissederdim o depresif fyörd ülkesinde. İçimizde de bir Spartacus yatmıyor ki müdürün odasına tekmeyle girip "s.kerim işi gücü, gidiyorum" diyeyim.
Muhtemelen o gün pasif-agresif takılır, zamanla tekrar iş-güç çok önemli moduna girer, zaman zaman aklıma geldikçe de kötü hissederek yaşardım. Neyse ki beni Almanya'ya transfer ettiler. Vize için ülkeme döndüm. Bi doz konsolosluk muamelesi aldım ve vize çıkana kadar Türkiye'deyim. Tekirdağ'da çalışıyorum. Arada 1 hafta da Ankara'da kaldım. Yine romantik geçti Ankara günleri. ODTU'de yürüyünce ben coşuyorum.
Derken geldik Tekirdağ'a, başladık çalışmaya. Allahtan Türklerle kaynaşmak kolay, Avrupadaki alışma dönemi burada yok. Bir günde ısındık ortama. O kadar ısındım ki o gün gece iş yerınde 3 saat uyuyabildim, çok işimiz varmış. Sonra bayramdan önceki gün sahaya gittik, bayramın ilk günü kuyu başındaydım. Yine de bayram bayramdır Fransız mühendis arkadaşa dozer kepçesine bağlanmış kurbanlık oryantasyonu verdim. Hemen çocuğun alnının çatalına kanı patlattı kasap. Şu yaşa geldim daha bana bunu yapan olmadı ama gavur olunca bayramın ulviyeti içinde dahi gavura karşı "show must go on". Ardından da bütün saha görevlileriyle bayramlaşıp öpüştük. Fransız bir anda bu kadar erkekle öpüşmeyi kaldıramaz, "o la la "yı patlatır diye, gerekli uyarıyı yaptım, dirayetli davrandı. Genç bütün gün alnında kurumuş kanla oryantalizmin keyfini çıkardı ama ses etmedim akşam rakıyı dayayıp da verdim cezasını. En son işkembe çorbası içerken bana: "Ne çorbası bu?" diye soruyordu. Garsona paça soyledik de işkembe getirmiş arkadaşa. "Geri götüreyim" dedi garson ama "bırak kalsın, adam komple Fransız" dedim. Şimdi nasıl anlatacaksın paça söylediydim de sana işkembe gelmişi...Bi de adam kurba bacağı yiyen adam bakmaz bunun kusuruna.Neyse, işte böyle böyle derken yazamadık.
Tekirdağ'ı çok sevdim. Ben Avrupa macerası sonrası küçük şehirleri sevmeye başladım. Yeter ki toplum baskısı özgürlüğü engellemesin. Tekirdağ'da keyifler iyi. Zaten itiraf edelim Türk şehirlerinde yaşayanların kaçı şehirli hayatı sürüyor. Yani Tekirdağ'da olmasam tek tatil günüm olan pazarları da senfoni konserinde geçirmeyecektim. Her Türk insanına tavsiyem, şehirli değilseniz ve çok para yapmıyorsanız küçük şehirlere gidin. Üstelik de bisiklete binersiniz, ucuza güzel yemek yersiniz, trafikte zaman öldürmezsiniz.
Türkiye'de çalışmak iyi ve eglenceli ama Batı'nin calisma hayati daha bireysel. Kimse baskasinin performansiyla ilgilenmiyor ve muhabbetini yapmiyor. Kimsenin mühendisliğini şu mühendis halimle yargılayasım yok. Bir de zaten o adamın performansını değerlendirsin diye kurulmuş müdürlük müessesesi var ki kendisi bunun için para alır. Ben neden çay aralarında beleşe yorum yapayım? Kimse alınmasın ama bazen batının ahlakı bizimkini misli misli katlıyor.
Bunun dışında köylerden geçerken oturduğumuz kahvelerde yağlı tulum--la gören insanların "Ali'nin traktörü tamire mi geldiniz?" soruları dışında keyfim yerindedir. Norveç'ten getirdiğim intihar eğiliminden de iyice kurtuldum. Karnım toktur.Hatta öyle ki köfteden bıktım. Kaderim bu oldu. Yatılı lise okudum, pazartesileri kuru fasülye yemekten fasulyeyi sevmez oldum, bir ülkeye gittim pizza yemekten pizza yiyemez oldum, şimdi de bir şehre geldim köfte yemekten köfteden soğudum. Neden bıkmam derseniz, bir rakısından bir de balığından bıkmam buranın. He bir de yıllardır bize İzmir'in kızları diye şiirler okuttular ama sanayi sitesindeki işyerinden eve giden yolda görebildiğim kadarıyla Tekirdağ hatunları "underrated" kalmış. Buna eğilsinler biraz.
Bir dahakine görüşene kadar...
ofislerde de yattım büyük otellerde de...

Tuesday, October 11, 2011

ALT

Biz Ankara'nın güzel zamanlarına mı denk geldik, yoksa hep böyle oluyor da insan kendi zamanında olanı mı hatırlıyor? Barlara giderdik, müzikler dinlerdik, şimdi hepsi albümler yaptı. Kül, Zakkum, Çilekeş, Ruj, Manga... Duman bile Seymenler Parkı'nda 3-5 lıraya konser veriyordu o zamanlar. Ne kadardı fiyat hatırlayamam ama 2 yılda 8 kere konserlerine gitmiştim. Demek ki baya ucuzmuş. O zamanlarda bir kaç kere dinleyip çok sevdiğim bir grup vardı. Bir kere ODTU rock şenliğinde muhabbet etmiştik, yanlış hatırlamıyorsam iki eleman İTÜ makinadandı. Gerçekten çok sevmiştim bu grubu, üretimleri sonra devam etmediği için üzülmüştüm. Bugün internette gezerken farkettim ki siteleri yenilenmiş. Çok sevindim, özlemişim.




Artık Alice in Chains dinlemediğim içinbu çocukları tekrardan listeye aldım. Bu Alice in Chains'e dellenme olayı ne enteresan insanlarımız olduğunu göstermeye yeter ama bende bir hikaye daha var. Bizim ofiste Azeri bir abi var. 8 yıl Türkiye' de kalmış, okumuş, çalışmış. Bana hala çok kavga olup olmadığını sordu. Azarbeycan'dan gelince çok şaşırmış futbol, siyaset yüzünden birbirimize dalıp durmamıza. Asıl bomba da sabahları milliyetçilerle kımız muhabbeti yapmaktan, akşamları da koministlerin: 'Abi bize Lenin'i anlat' çıkışları sonucunda kimlik bunalımına girerek, Azarbeycan'a geri dönmesi. Memleketi özledim ya, buralar o kadar matrak değil.

Monday, October 10, 2011

İçimdeki Canavarı Norveç'te Tanıdım

Bergen'e daha yeni yeni ısınıyordum ki müdür bey odasına çağırdı 2 hafta önce 'Sana iyi haberlerim var' dedi, durumu anladım. Bu aralar birkaç kişi transfer olmuştu. Aklıma gelen başıma geldi. Şu bulunduğum aşamada transfer pek yaygın değil. Bolca işe gitmem gereken bir dönem. Almanya'ya transfer olduğumu duyduğumda hiç bir şey hissetmedim. Ülke değiştirmek artık şehir değiştirmek gibi. Bir soğuk şehirden bir diğerine gidiyorum hepsi bu. Güzel tarafı ise Almanya'da günlerin asla buradaki gibi kısalmayacak olması. İş anlamında da marjinal değişiklikler olacak. Artık off-shore mühendisi değilim. İşler bundan böyle karada. İşe helikopterle gitme duygusunu yaşamama şartlar izin vermedi, bundan sonra kamyonla...
Tabi ki haberin ertesi günü eşyalarımı toplayıp Almanya'ya gidemiyorum. Sıkıntı da burada. Türk oldun mu illa ki göğüsleyeceğin zorluklar olacak. Çalışma izni, askerlik belgeleri vb. Sıkıntı da burada başlıyor. Burada gidecek eleman olarak işe yollamıyorlar, Almanlar da çalışma izni olmadan gelemezsin diyor, olan bize oluyor.
Bu arada da bir çözümle geldiler. şirketin Diyarbakır veya Tekirdağ üslerinden birine yollanma ihtimalim var bu 2 aylık dönemde. Haberlere bakarsak DBakır karışık gibi ama orada çalışan yabancılar durumun iyi olduğunu söylüyor. Bu da daha net değil.
Bir kez daha sırf doğduğum yer yüzünden rekabet ettiğim insanların gerisinde kalıyorum. Sinirlendim.
Buradaki hayata iyice alıştım. Hangi otobüs nereden geçer, nereden ne alınır biliyorum artık. Geldiğimden beri, sanırım yağmur yağmayan gün sayısı 3. Cumartesi veya pazardan birisinde genelde işe daha geç gitmek kaydıyla çalışıyorum. Abu Dhabi'deyken ölümü gördüğüm için, sıtmaya çoktan razıyım.
Abu Dhabi demişken internette çok paylaşılan bir fotoya güldüm bugün.

Aklıma Abu Dhabi'de beraber çalıştığım Araplar geldi. Hakikaten buna benzer bir yaklaşımları vardı. Özellikle de Ramazan'da koyuverdilerdi iyice. İlla ki özel muamele beklediler oruç tutmayanlardan. İşlerini oruç tutmayanlara yığıvermekte bir sakınca görmediler. Kendileri ise yatış pozisyonuna geçti. Ancak çok stresli geçen zamanlarımızda hep beyaz entariler içindeki Arap arkadaşlara özendim. Herkes çok stresliyken bunlarda inanılmaz bir vurdumduymazlık vardı. Bunun nedeni din midir, salt kültür müdür bilemedim, hala düşünüyorum o vurdumduymazlık, gamsızlık noktasına insan hayatta nasıl ulaşır diye.
Norveç'e gelince, artık kesin kararımı verdim ki burası adeta anti-Türkiye. Orada özlediğimiz ne varsa burada mevcut. Ama Türkiye'de güzel olan hiçbir şey de burada yok. Misal geldiğimden beri araba kornası sesi duymadım. Şehirde suç işlenmiyor, şehirde fakir yok, cumartesi geceleri herkes sarhoş, icki aşırı pahalı, herkes spor taytı giyiyor, marketler ve alışveriş merkezleri çok küçük, işten çok erken çıkıyorlar(15-16 arası), kadınlar makyaj yapmıyor, yemek kültürü sıfıra çok yakın ama balık ürünleri yaygın, düşündüğüm kadar soğuk değiller, çok yardımseverler ve aşırı medeniler. Aşırı medeni konusunu açarak bitireyim. Bir gece biz balkonda çay içerken çok gürültü yaptığımız için yan komşu çıktı ve sessiz olmamızı istedi. Biz de susup içeriye geçtik. 3 gün sonra kapının önünde İngilizce konuştuğumuzu duyan bir kadın bize yaklaştı ve 'benim gece uyardığım insanlar siz misiniz?' dedi. Benim geldiğim coğrafyada bu konular yüzünden cinayet işlenebildiği için tedirgin oldum ama Norveç'te hiç cinayet işlenmemesinden yüz bularak 'evet' dedim. Kadın o günden beri uyuyamadığını, atılan şen kahkaları böldüğü için suçluluk duyduğunu, kendisini affetmemizi ama o gece gürültüden uyuyamadığını anlattı durdu. Ne diyeceğimi bilemedim. Böyle insanlar kalmış mı yerkürede? Ben de ezildim. 'Biz asıl büyük eşeklik ettik' dedim. Teyzeyi yolladık. Ama o gün içimde insanlığa karşı bir ışık belirdi. İnsanı hep pis, kötülüğe meyilli bilirdim ama Norveç'liler naiflikleriyle beni 1 aydır yanıltıyorlar. Eskiden Türk insanı da böyle iyiymiş galiba. Hikayelerden, büyüklerden dinlediğim kadarıyla ama ben kendimi bildim bileli Türkiye'de bu ortamı tatmadım. Hep şiddet, hep öne geçmek için başkasını ezmek, hep derdini anlatamamak gördüm. Biz ne yaptık da canavarlaştık, Norveç'liler nasıl böyle insan kaldı? Şimdi bunu düşünme zamanı. Bir ünlü filozofun dediği gibi 'Bunlar insansa biz neyiz? Biz insansak bunlar ne?'



city sick- smthng's wrong in it...

Sunday, September 18, 2011

BERGEN MANZARALARI





Unlu balik pazarindan karaler.




Bergen Limani





Secimler ve partilere kayit yaptiran liseliler. Secimin asiri sakin ve entellektuel seviyede gectigini anlatmaya gerek yok bile sanirim. Demokrasi icin birey olabilme onemli, bizde biraz daha surulesmeye egilim oldugundan egreti kaciyor galiba.


Bu tipler her yerde var demek ki!








Bryggen UNESCO dunya mirasi kapsaminda. Sehrin icerisinde bir bolum.

Viking kulturunu bizim gocebe kulturune yakin buluyorum. Biz atla gezip talan etmisiz ve uretimimiz (pantolon-hafif kilic vb) bu yonde olmus. Vikingler de gemi ve bot yapip gezmisler ve denizcilikte gelismisler. Sonucta iki toplum da talancilik yapmis bir zamanlar. Oralardan buralara buyuk atilim yapmis Vikingler. Bizim avantajimiz ise iyi yere kapak atmamiz cografi olarak ama etrafimiz kotu. Bir de din farki da isleri degistiriyor tabi. Bu iki toplum da gocebeyken maruz kaldiklari toplumlardan yeni dinler edinmisler. Burda cok maya tutmamis sanki ama bizde feci tutmus.


"Dogal sarisinim, lutfen yavas konusun"
Bu tisortu Bergen' de bir vitrinde gormem beni sasirtti. Nufusunun yarisi dogal sarisin olan bir yerde yapilacak saka gibi degil ama dunyanin gerisine ozeniyorlar herhalde.

Sehrin elle tutulur tek kilisesi. Italya'ya alismis bir goz icin cok az ama belediye basa cikamiyor sanirim metalcilerle. Belediye yapiyor, satanistler yakiyor...Bergen'de faaliyet gosteren belli basli black metal gruplari soyle:

1.aeternus
2. ancient
3. asmodeus
4. bak de syv fjell
5. black hole generator
6. borknagar
7. burzum
8. covenant
9. cult of catharsis
10. dead to this world
11. deathcult
12. dimmgard
13. enchanted
14.gaahlskagg
15. gigantomachy
16. gorgoroth
17. gravdal
18. hades
19.hades almighty
20. heksekunst
21. i
22. immortal
23. jotunspor
24. lidskjalv
25. malignant eternal
26. malsain
27. manic movement
28. massemord
29. mortify
30. norwegian evil
31. orcustus
32. ravengod
33. secht
34. sententia occult
35. sigfader
36.silent forest
37. stormhimmel
38. sulphur
39. svartskogg
40. taake
41. the batallion
42.thule
43. trelldom
44. witch art
Tabi ortamda bir satanistlik ver ve satanist deyince siyah tisortlu ve sivilceli liseliyi kastetmiyorum. Baya 40-50 yasinda adamlar da var boyle takilan. Sehir de kucuk olunca her gun- her yerde dunyaca unlu bir metalci gormek mumkun. Ama metal disinda da basarili sanatcilar cikaran bir sehir. Metal disi eserlerden de birisini paylasayim en altta.

Bu da gormemisligin resmi. Bildigin yedigimiz marul. Adamlar almis saksiya koymus. Son cucuk kismini yesem mi-cicek olarak yetistirsem mi diye cok dusundum. Iste paranin satin alamayacagi seyler oldugunun en buyuk gostergesi. Sen pazara cikinca yere dusmus marulu tekmeler gecersin, elin adami nereye dikecegini sasirir. Marulun fiyatina deginmiyorum bile. Buradaki Londra'lilarin yalancisiyim, gida fiyatlari Londra'nin en az 3 katiymis. Bir de orayi pahali bilirdik. Italya falan ucuz buraya gore, Turkiye ise neredeyse bedava (En azinda gida ve tekstilde).
Cok ilginc bir sey soyledi Norvec'li is arkadaslari. Aklima gelmemisti. "Norvecliler tatile gitmeyi cok sever cunku tatilde biz para biriktiririz" dedi. Yeterince acik oldu sanirim...

Bizim mahallenin cocuklarindan gelsin bir eser, hep metalci olacak degil ya etrafta:

Thursday, September 15, 2011

Norvec-Bir Garip Memleket

Geleli bir haftayi gecti. Ilk haftalar gozlem acisindan her zamanki gibi cok verimli. Cunku her farklilik dikkat cekiyor. Aslinda bu gece yazmaya niyetli degildim ama bir hadise tetikledi.

Dun is arkadaslariyla disariya ciktik. Bir barda sarap gecesi varmis, oraya istirak ettik. Norvec' te alkol fiyatlari asiri yuksek. Bira 10 dolardan pahali. Diger her sey de pahali ama alkolun durumu iyice ozel.Buna ragmen daha sarhos olmadan icki icen insan gormedim. Ozellikle cumartesileri bu sehirde en az 30000 kisi kufelik oluyor.

Bizim operator de biraz icince konusmaya basladi. Dedikleri cok carpiciydi cunku adam Norvec' in ikiye bolunmesini ve dogu kisminin -ozellile guney dogu- Isvec'e katilmasini istedigini soyledi. Sebebi de iki tane petrol sehrinin (Bergen ve Stavenger) gelirin cogunu getirmesi ve Oslo'nun bu parayi harcadigini dusunmesiydi. Adam bunu soyleyince aldi beni bir gulme. Norvec'te gecen hafta secim vardi, bolucu parti yok galiba henuz ama Turkiye ve Italya' dan sonra Norvec' te de boluculuk gormek beni cok dusundurdu. Adamin ettigi su lafa bak: "Bizim paramiz yemeyi biraksinlar da gidip o cakma vikinglerle yasasinlar. Isvecliler' in sokaklari evsiz dolu. Bunlar (Oslo'lular) da biz olamasak ayni olurdu" Neresinden tutarsin? Adamin Isvec'e les bir ulke olarak bakmasini mi? (Bu arada buraya taksicilik yapmaya gelen Isvecli ile bizzat tanistim) yoksa bu akil almaz Norvec bollugunu paylasamamasini mi?

Akilalmaz bolluk diyorum ya, abartiyorum sanilmasin. Norvecli' nin is hayati hobi tadinda. Hayat buradaki insanlari iki arada bir derede birakip secimler yapmaya pek zorlamiyor gibi. Her seyin bir donusu var. Donemezsen de canin sagolsun. Zaten bizde konfor olan cok sey burada standart. Mesela devlet issizlere maas disinda ev de veriyor. Bu nedenle bizim parkta uyusturucu icenler dahil herkesin bir evi var. Evlerde de isitma, yalitim gibi sorunlar cozuleli cok olmus. Sporcu, sanatci olurken de "acaba ac kalir miyim?" demeye gerek yok. Yani ne istersen onun pesinden kosmak mumkun. Hayal gibi ama gercek.

Ornek vereyim, bizim is yerinin kirtasiyelerine bakan bir abla var. Yani gidip kalem, defter istiyorsun veriyor. Turkiye' de maas baglanacak bir is degil. Tamizligi yapan kisiye cayciligin yaninda bu da gayet yuklenebilir. Hem de asgari ucretten. Bu abla her gun saat ucte isten cikip, Volvo'suna binerek uzaklasiyor. Bize de arkasindan bakmak kaliyor. Uzerimizde de tulumlar oldugundan havada bir Cem Karaca tinisi yankilaniyor.

Lafi fazla dolandirmayalim, bizim elemani bu bolluk bile doyurmamis anlasilan. Bir de adam Oslo' nun yollari mis gibi asfalt, bizimki yamali deyince sinirsek gulusumu adamin yuzune sarap firlatarak noktalayasim geldi. Anladim ki insanlik asfalt kalitesine kafayi takmis. Biri bana bunu ciklasin. Asfalt geyigi bizde vardir saniridim sadece. Tuttu Norvecli de asflattan dem vurdu. Bir ulkede ne zaman esitsizlik gundeme gelse, birisi illa ki bu asfalt mevzusuna deginiyor demek ki. Asfalt boluculuge giden yolun yapitasiymis meger.

Hafif politikaya girmisken kucuk bir anektoda da yer vereyim. Gecen hafta secim nedeniyle kiosklar kurulmustu. Parti temsilcileri, halkla konusuyordu. Ben de oralarda dolasip Norvec' in nabzini tutarken ortaokul ogrencileri gelip standlari gezmeye basladilar. Sonra da partilere kayit yaptirdilar. Emin olamadim, gidip konustum. Hakikaten de oy vermeden once uyelik varmis. Yuh ya dedim, bizim genclik kollari baskanlari 35 yasina kadar takiliyorlar. Bu ikisi ayni anda dogru olamaz. En az birisi yanlis bu genclik kollari hikayesinde. Zaten Norvec'te sivil toplum kuruluslarina uye sayisi 30 milyonmus. Ulkenin nufusu 5 milyonsa matematigi siz yapin ne kadar aktivistler.

Diyecegim odur ki bu boluculuk dunyanin her yerinde bir illet. Fakirlikle beraber iyice siddete dokuluyor sanirim. Kisacasi insan cok hayvan bir yaratik. Su bollugu bile paylasmamanin derdinde.

En kisa zamanda bir Isvec kokenli Norvec'li vatandasin "Hepimiz kardesiz, bu ofke ne diye" adli Black Metal eserini seslendirmesini diliyorum...

Tuesday, September 6, 2011

Bir Acili Bergen

"başkalarının ekmeği acı,
başkalarının merdivenlerinden
çıkmak eziyetlidir."
Dante

Arabistan gunleri bitti. Hatta o koprunun altindan da cok sular akti. Genel hatlariyla basladigi gibi devam etti. Sadece Ramazan baslayinca cok katlanilmaz bir yere donustu. Her yer kapandi ve aksama kadar acilmadi. Arap arkadaslar da iyice koptu olaydan, yer yer olayi oruc tutmayanlara yigdilar ve baskalarinin onlarin islerini yapmasini hak gorduler. Bana gore ibadetin felsefesine ters hareketler ama belki de mahalle baskisi gunde litrelerce su kaybedilen bir iste bile bayilana kadar devam etmelerini saglayan motivasyonlariydi. Bu macera da boylece bitmis oldu.

Sonrasinda Turkiye'de guzelce tatil yapildi ama gunler nasil gecti hic farketmedim. Yine de sansliydim bayrami gordum. Degisik sehirlerde degisik insanlari ziyaret ederken bir psikoloji kapladi icimi. Orada cok vakit geciremeyecegimin, o mekana uzun sure gelmeyecegimin, o insanlari uzun sure goremeyecegimin bilinci her ani biraz daha yogun gecirmemi sagladi sanki. Garip bir duyguydu. Hem o anlarin keyfini cikarmami hem de her ani biraz da huzunle gecirmemi beraberinde getirdi. Gorebildigim insanlarin coguyla saatler icerisinde hasret giderdim ve tekrar vedalastim. Ardindan da yine bu yil kacinci kez oldugunu artik saymadigim valiz toplama isine giristim. Bindim ucaga geldim.

Ucak Amsterdam'da aktarma yapti. Soyle bi bekleme salonuna baktim Amsterdam havaalaninda, 10 tane 40 yas alti var-yok. Orada ilk kez dank etti nereye gittigim. Inince de bir yagmur ve Turkiye'ye gore en az 10 derece dusuk sicaklik. Sanki daha birkac gun once denize giren ben degilim, daha 2-3 hafta once Arap collerinde yanan ben degilim. O dakikadan beri yagmur yagiyor bu sehre.

Ilk geceyi otelde gecirdim. Cumartesi gecesi bu pahali ickilere deli gibi para verip sarhos olmus insanlara baktim. Sehir sarhos doluydu. "Kisi basi 5 bira icilse, sehirde su kadar sarhos olsa su kadar para doner" hesabimi yaptim, uyudum. Ertesi gun eve yerlestim. Ev guzel. En azindan otel odasi sikkinligi yok. Ev arkadaslarindan bir tanesi Iran'li, digeri Brezilya'li. Bu sefer sehrin icerisinde bir yer verdiler ama ise uzak. Daha erken kalkiyorum ama etrafta insan goruyorum ise gidip gelirken. Bir de yolumuzun uzerinde icerisinden gecmek zorunda oldugumuz bir park var ve parkta her daim uyusturucu muptelalari mevcut. Gelip soruyolar, 'yok' diyorsun gidiyolar ama yine de gerdi biraz. Insan burada bu islere neden bulasir acaba? Halbuki gidip alacaksin issizlik maasini, gezeceksin dunyayi. Adamlarin issizlik maaslari benim maasim kadar. Hatta bir ornek verdiler ki adamin maasi benim maastan baya bi fazla. Bi gun dalicam bu muptelalara, bizim kazancimizdan kesilen vergileri bu islere yatiriyolar diye sopaliycam keratalari.

Bugun iste ilk gun gecti. Yine deli gibi ogrenilecek sey var. Neyse ki okuldan uzun vadeli dusunmemeyi ogrendim. Insan bazen onune yigili islere bakinca morali bozuluyor. Bir bugune bir de yarina bakacaksin arkadas. Su akar, yolunu bulur. 4-5 ay icerisinde basarmami istedikleri seyler su anda gozume roket yapip, uzaya gitmek gibi geliyor.

Otururken bu yazi yazma istegi geldi birden. Orada anladim ben neden yazi yazdigimi bu bloga. Ben arkadaslarimla bu muhabbetleri yapmayi ozluyormusum meger. Yani ben sizinle konusmayi ozluyorum galiba. Basindan gecenleri paylasmak istiyor insan. Bu sefer nedense koydu gelisim. Aslinda kolay olamasini bekliyordum cunku artik tecrubelendim ama bekledigim gibi olmadi. Hatta ilk kez Italya'ya gittigimdeki hissin benzerini hissettim. Valizi bile bosaltmak istemedi canim. O zaman insan kabulleniyor cunku donusun yakin olmadigini...Bugun bir parca bosalttim artik. Bir ihtimal havadandir diyorum, bunye degisimi kaldirmadi ama kisa hazirlanmak lazim. Gun gelecek 10da aydinlanacak, 3te kararacak. Ise gideceksin karanlik, isten cikacaksin karanlik. Boyle boyle en az 4-5 ay isiksiz yasanacak burada.
Ilk gunumden akilda kalanlar bunlar. Simdi vakit deveyi gutme vakti!

Thursday, July 28, 2011

Ferrari World-Formula Rossa
















En son Ankara'da iken bu eglence parki olaylarini birakmaya karar vermistim. Is ne kadar zorsa eglence de o kadar sert oluyormus. Is icin patlayici baglayinca, eglenmek icin kafede 3 saat oturamiyor insan. Bugun geri donus yaptim, eglence parklarina yeminimi bozup adim attim. Abu Dhabi eglenceleri cok sinirli. Arkadaslar bu cilgin alternatifle gelince reddetmek olmazdi. Ah bu Latinler yok mu, acayip egleniyor keratalar.








Ogleden sonra atladik F-1 pistinin oldugu yere gittik. Orada dunyanin en buyuk kapali eglence parkina girdik. Parkin adi "Ferrari World". Iceride her sey Ferrari. Ne varsa yaptik. Aramizda gercek Italyan olmadigi icin, herkes beni takip etti. "Burda kahve icilecek" dedim, ictiler. "Burda pizza yenecek" dedim, yediler. Irili ufakli eglencelere takildiktan sonra geldik bomba eglenceye. Dunyanin en hizli roller coster'ina. Ben de dunyanin en hizlisi oldugunu bindikten sonra ogrendim arkadas. Bilsem oturur dusunurdum, belki binmezdim. Alet 100 km/sa surate 2 saniyede cikti, 0-240 km/sa ise 4.9 saniye aldi. Ben hayatimda hic boyle hizlandirilmamistim. Siz de muhtemelern jet pilotu falan degilseniz hizlandirilmamissinizdir. Serbest dusmeden daha hizli. Yani cikayim su binanin tepesinden atlayayim desem o kadar hizlanamam. Simdi alete bindik, mal mal bakiniyorum ben. Millet demirlere yapismis. 'Ulen dur bi bokluk var' demeye kalmadan 'cuvv' diye bir ses kulaklarima doldu. Yemin ederim hizimiz sabitlenene kadar ne dusundugumu hatirlamiyorum bile. Beyinde bir tikanma oldu. Sonra hizlanma bitti diye biraz sevinir gibi olmustum ki 50-60 metre yukari cikip asagiya dogru daldik. Ondan sonra beyin yine gorevi devraldi, biraz dusunmeye basladim. Dusunmek dedigim saglikli bir dusunme degil tabi. 240 km/sa ile yukari asagiya giderken, surata ruzgari yerken normallik beklemek sacma. Guzel tecrube oldu, tarifi imkansiz. En cok da alet cok hizli oldugu icin eglence parklarinda, roller coster'larda korkmadiklarini veya eglendiklerini gostermek icin alkis tutan grubun bile yerinden kipirdayamamasina sevindim. Bu grup benim eglence parklarini birakmamda cok etkilidir. Bu sefer o ivmede kipirdamak imkansiz oldugundan mi yoksa kimsenin kipirdayacak cesareti kalmadigindan mi bilinmez bu sak sakci tayfadan eser yoktu. Roller coster'da ritm tutmak nedir ya?








Guzel gecen bir gunden sonra col mapushanemize geri donduk. Yarin kalkilacak, sinava calisilacak. Kapatmadan asagiya roller coster videolarini ve bazi fotolari koyayim. Videolardan birinde Alonso ve Massa var. Her gun 240 km/sa hiza cikip antreman yapan adamlarin yuzlerine bakin. Ondan sonra senin-benim gibi birinin yuzu ne hale girer bir dusunun.


Parkin tanitimi

Friday, July 22, 2011

Amor Fati



















































































Yine uzun ve yorucu bir muhendislik kosusturmasinin ardindan yazacak vakit buluyorum. 18 saat suren bir mucadeleden ciktim, biraz uyudum. Daha fazla uyumak istemiyorum, zaten 3 saat sonra da vinc kullanmaya gidecegim. Bos vakitleri uyuyarak degerlendirince geriye bir sey kalmiyor, insanligimdan suphe duymaya basliyorum. Zaten uykuyu da bayilmayacak kadar almaya alistim. 6 saat derin uyudugum zaman benden mutlusu yok.







Bu buyuk islerde sabaha karsi 4-5 arasi yorgunluk maksimum seviyeye cikiyor. Stres seviyesi de biraz azaliyor operasyonel kisim bitince. Bilgisayar basinda analiz yaparken cok uykum geliyor. Bu iste cok olasi oldugu icin "fatigue management" (yergunlukla mucadele) konusuna cok agirlik veriyorlar. Bi suru sertifikalar falan tamamladim ama sonucta anladigim bunun hic bir seye yaramadigi. Allah sizi inandirsin bunun yoneticisi bi adam bile var. Adamin sifati "fatigue manager". Iste ne zaman kahve icersen ne kadar ise yarar, ne kadar sivi tuketip ne kadar sebze yemelisin falan konularina kafa yoruyor. Uykuya gelince, 20 dakika uyumak lazimmis cok yorulunca. Derin uykuya gecmeden uyanmak lazimmis. Bunun da taktigini ogrettiler, avucunuza anahtar veya bozuk para alip uyuyorsunuz, derin uykuya gecip kaslar gevseyince elinizdeki obje dusuyor ve uyaniyorsunuz. Neymis, dinlenmis olarak uyaniyormusuz. Bunu 2-3 ayda defalarca yaptim. Yani olmek uzereyseniz ise yariyor ama dinleniyor musun derseniz, imkani yok. Hele bir de stressliyken zaten uyumak 10 dakika suruyor, kalkmasi da ayri iskence oluyor. Bunu kendi mudurume de soyledim. Yorgunlukla mucadele insanlarin uyumasina yeterince izin verilmedigi surece utopik. 3 fincan kahve 1 saat uykunun yerini tutar mi? Kesin o mudur aksam 8 saat uyuyodur da gelip bize 20 dakika uyuyun diyodur...Alisacagiz mecburen, isin dogasi bu. Zaten en cok olum ise giderken gerceklesen trafik kazalari ve kalp krizine bagli. Ise giderken dedigim sabah mesaisine giderken degil tabi. Mesela birbirine 3 saat uzaklikta iki kuyuda is var. Gittin, ilk is 20 saat surdu. 3 saat uyudun, ekiple yola ciktin. Bir 20 saat daha calsacaksin. Arabayi kullansan bi turlu, kullanmayip baskasina guvensen bi turlu. Ise daha cok kisi alip, elemanlari daha cok dinlendirmek sanirim "yorgunlukla mucadele muduru" tutmaktan daha masrafli.



Iste bu sabah yine 4-5 arasi cok uykum geldi bilgisayar basinda bi yuruyuse ciktim. Dusundum o parayi bulan Lidyali'yi...Hadi o herif bi hevesle parayi bulmus, parayi ilk goturdugu adam ne malmis ki almis o parayi. Insan bi demez mi "mis gibi takasimiz varken nedir bu metal parcasi, gozum gormesin seni..." Iste o gun bugundur insanlik bu durumda. Ben bu parayi bulana degil de ilk parayi kabul edip tekerin donmesini baslatan herife fena halde dusmanim. Iste sonumuz bu oldu. Kuresel krizler, ekonomiler, dev sektorler....O adami o saatte onume koysalar, agzini burnunu rahat tempoda kirardim. Bana parayi bulani degil, ilk kabul edeni getirin. Ona bi bisey olmadi tabi. Maksimum 40 yil daha yasayip olmustir. Biz cekiyoruz simdi ceremesini.


Gecen col safarisine gittik. Kum tepelerinde ralli yaptik. Bedevi cadirlarinda deve sevip, dansoz izledik. Dansoz asiri kolpa danseden bir Rus hatunuydu. Ben nargilemi icip uzaktan izledim ama Batililar oldukca begendi. Bir tane Turkmen arkadas vardi, evli. "Sen evli degil misin, bakma hatuna" dedim. Bana dondu ve "S.ktir git" dedi. Acayip hosuma gitti arkadas. En son 17 Nisanda bir insanin gozlerine bakarak Turkce konustum. Arada telefon veya cam olmadan. O an farkettim insan anadilinde muhabbet etmeyi ozluyor. Bi tane Azeriyle 15 dakika konustum bi de sinifta Turkmen var. Turkmenin Turkcesi zayif, Azeriyi de tanimiyorum. Denk geldi, konustuk. Her yerde Turk olur ama burada yok. Gittim mudure soyledim. "Bak Turk varsa haber verin bana" dedim. Gideyim iki lafin belini kirayim. Bu da ayri bir sIkInti yaratti bunyede. Gecen haber verdiler buraya 15 km uzakta bir ofis var. Orada Turk bulmuslar.



Iste boyle, 23 gun sonra buradaki maceram bitecek. Hayatimda hic sinirlarim bu kadar test edilmemisti. Hem fiziksel hem zihinsel. Simdi onumde bi is kaldi ki cok bomba. Burada ogrendigim butun servislerin kombinasyonunu tek bir iste sergileyecegim. 16 saat operasyon, 12 saat analiz. Beklemesi hazirligi derken rahat 30 saati bulur. Yapicaz artik bi sekilde. Benim de henuz bir planim yok...Sonu geldiginde mutlu hissedecegim asikar. En azindan 50 derecede alevalmaz kumastan tulum giymek zorunda olmayacagim. Sonra yeni maceralar. Bunun tam tersi soguk kuzey denizi ve offshore. Bazen cok egleniyorum bazen de kucuk bir tostcu dukkanim olsa hic kipirdamasam istiyorum. Herkesin bir hayat hakki var sunun surasinda. Nedir bu yani kosusturup durdugumuz. Daha fazla felsefe yapmayacagim cunku felsefe yaptigim her dakika uykumdan gidiyor. Kalanini uyurken dusunurum artik.




Herkese iyi yaz gunleri diliyorum...Sahip olduklarinizin kiymetini bilin, kaderinizi sevin.