Thursday, January 31, 2013

Nerde Kalmıştık?



Mozambik işinin ayrıntısı sonradan ortaya çıktı. Cezayir’de olanlar ve Libya’da beklenen bazı karışıklıklar nedeniyle yabancıları yollama kararı almışlar. Yalnız şirket her ülkelerin durumuna göre yabancıları ikiye ayırıyor. “Az riskli millet” ve “çok riskli millet”. Ben Libya için az riskli sayılıyorum ama Kuzey Irak için çok riskliyim örneğin. Zaten koca Libya’da iki tane yabancıydık. Kuzey Afrikalı’lar zaten yabancı sayılmıyor Cezayır hariç, onlar da birbirleriyle iyi geçinmiyorlarmış. Diğer çocuk Ukraynalı, onu hemen yolladılar. Ne Bismillah biliyor, ne Elhemdulillah var , ne Aleykumselam...Din kültürü almamış, net bir gavur. Bana gelince kafalar karıştı. Tripoli’deyken operasyon müdürü ve güvenlik danışmanıyla toplantı yaptık. Operasyon müdürü de benim segmentimin Libya’daki bütün aktivitesinden sorumlu, yuksek bir makam. Misal aynı rolün Avrupa versiyonu Kuzey denizi hariç bütün Avrupa, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan’dan sorumlu. Olay bu seviyede tartışılıyor. Bu adam soruyor güvenlik danışmanı Mark’a beni göstererek:
-Bu ne şimdi, düşük riskli millet mi, yüksek riskli mi?
-Bilmem...Biz Peter’ı (Ukraynalı) niye yolladık?
-Sarışın renkli gözlü diye. Bunun da gözü yeşil ya...Ama bu müslüman.
Bana dönerek, getir bakayım kelime-i şahadet, getiriyorum. Oku bakayım Fatiha, okuyorum. Oku bakayım Kulfallah, okuyorum...
Müdür:
-Bu müslüman ya, ama Arapça bilmiyor.
Lafa girdim: “sünnet de var, göstereyim” dedim, toplantı bitti. Şimdi bi şu rotasyon bitene kadar beklicez, Mart sonu. Alınan duyumlar Şubat ortasına doğru bir gerginlik olması yönündeymiş... Yıl olmuş 2012 hala nerelisin, ne renksin ile yargılanıyoruz. Bizimkileri suçlamıyorum çünkü böyle bir durumla karşılaşılınca ilkel adamların bakacağı kriterler bunlar. Onlar da bunlara göre test etmek durumundalar. Ama ben Libya’da olursam, biri beni durdurursa, adımı bile sorsa başlarım sıradan duaya. Çünkü Arapça bilmiyorum. Orada İngilizce falan konuşurum, adam gavur sanar, bittin. Bi bismillah, yardır gitsin...
O gün Libya’dan ayrıldım. Kamp arkadaşlarım üzüldü. Beni sevmişlerdi. Bi de ben o kamptaki herkes için moral kaynağıydım, çünkü normalleşmenin işaretiydim. 2 yılda harap olmuş her şey. Yeniden başlamak istiyorlar, benim orada oluşum da ümit. Ben valizimi toplayıp gidiyorum, onlar için kötü günlerin geliyor olabileceğinin işareti.
Bi de savaştan önce sevdikleri bir İtalyan mühendis varmış, onu hatırlatıyormuşum. En çok anımsatan yönüm de yavaş konuşmammış. Ben her dili mi yoksa İngilizce’yi mi yavaş konuşuyorum bilemedim.
Biniyorum uçağa. Öğleden sonra İstanbul. Bi kaç saat içinde çıkıp kokoreçimi yiyorum, dönüp Dar El Selam uçağına yerleşiyorum. Beklediğimin aksine uçak beyaz Türk ve Avrupa’lı dolu. Sevinmedim desem yalan. Libya uçağındaki erkek lisesi manzarasıdan sonra. Uçak inince tekbir falan getirenler var. Tekbirciler de gözlemlerime göre ikiye ayrılıyor. Pasif ve aktif tekbirciler. Aktif tekbirci daha bi güvenli, takımın abisi durumunda. İlk o tekbir çıkışını yapıyor. Pasifler ki ben henüz yeni başladığım için bu guruptayım, “Allah-u Ekber” diyoruz. Umarım yükseleceğim sonraları. Emeklemeden yürünmez.
Uçak Tanzanya’ya iniyor yerel saatle 03:30’da...Hava çok sıcak, yaz. Bende hırka, mont...Montu attım valize ama hırkayı sıtma nedeniyle çıkaramıyorum. Kollar cillop gibi açığa çıkmasın diye. Piştim. Kennedy isimli bir genç karşıladı beni. Aracın gelmesi 2 saati buldu. Ama ortamı çok sevdiğim için umursamadım. Normalde yaygara koparılacak bir durumdu, çünkü ben bir gün önce 7’de kalkmışım ve tüm gün yol yapmışım ama Libya’nın üzerine Tanzanya çok güzel geldi, oturdum, etrafa baktım. Sonra araba bizi iş yerine getirdi.Normalde otelde yerim ayrılmış ama tabi ki bulamadılar falan derken bi eve yolaldılar, ev dolu. Saat 8 oldu. 24 saati geçti, acıktım uykum geldi. Biraz Afrika insanı böyle sanırım. Tam bi saat algıları yok. Bi kaç olayda daha gün içinde başıma geldi. Şu saat diyorum, o saatte kimse yok. Arıyorum, yoldayız falan filan. Neyse, yaydım gitti. Dedim şöföre, dön şirkete. Gittim biraz yayagara yaptım falan, müdür aradı, derken otelde yerim varmış, ilk geldiğimde yanlışlık olmuş, otele gittim. Bu sefer de otelde oda yapılmamış. “Siz bi kahvaltı yapın” dediler. Tamam, sonra oda geldi...Yattım uyudum.
Neden sinirlenmedim çünkü beklediğimin çok üzerinde bi güzellik burası. Tropik. Kahvaltıda adını bilmediğim meyveler yedim, hem de buranın mahsulü. Öyle Anamur muzu gibi değil, Zanzibar muzu. Ofis uzunca beyaz kumlu bir plajda, muz ağaçlarıyla kaplı. Aydın’ın zeytini neyse buranın muzu o heralde. Çok iyi geldi. Sinirlerim bozulamadı. Gerçi birkaç gün içerisinde gideceğim yer gayet dandikmiş ama bugün önemli. Yarını düşünüp bu güzelliği de mi kaçırayım? O gideceğim yerde de boykot falan varmış. Şimdilik o nedenle gidemiyorum. Sanırım Mozambik’e hiç geçmeyeceğim. Direk offshore’a gidiyorum. “High profile” dediğimiz işlerden. Platformun günlüğü 1 milyon dolardan daha pahalı. O yüzden operasyonu kusursuz tamamlamak zorundayım. Dakika geciksem, maliyetini hesaplayın. Müşteri gecikme olmaması için ensemde olacak. Neyse bu işler böyle, en azından platform komforluymuş.
Aslında Tanzanya’da Klamanjero var, bi sürü safari alanı var ve biz Türklere vize yok. Herkese tavsiye ederim. Afrika’daki aslanların da 1/3ü de buradaymış. Bence soğuk kış günlerinden bunalanlar için çok iyi bir alternatif. Kafamızdaki Afrika imajını biliyorum ama koca kıta. Zaten ülkelerle ilgili ne düşünsem medya sayesinde, gittiğimde daha güzeliyle karşılaştım. Burası özellikle bir turla falan gelindiğinde İstanbul kadar güvenli. Libya’ya da bazen haksızlık ediyor olabilirim. Çöl, kırsal alan. Anadolu’nun kırsalında da bir çok gariplik olabilir, bize ters gelen mevzular yaşanabilir (Toplu tecavüz falan). Bir de Libya savaş atlatmış. Örneğin savaştan önce Trablus aile lokasyonuymuş. Bir çok milletten insan eşleri ve çocuklarıyla yaşıyor ve çocukları okula gidiyormuş. Benim yorumlarım bu güne özel. Her Libyalı da köktendinci değil. Hatta kampın yarısı namaza gitmiyor diyebilirim. Orayla ilgili de önyargı geliştirmeyin benim yüzümden. Tabi klasik bir doğu toplumu olması gözardı edilemez. Yani benim hijyen olarak bile kafaya taktığım şeyler bireyden çok toplumcu olmaktan kaynaklı. Özel alan sınırlı. Mesela yemekler, her bireyin tabağı yok. Ortadan. Tırnak makası, genel. Diş fırçası kullanan görmedim ama genel bir kullanım olabilir, şaşırmam. Yataklar mesela, ben pis çarşaf, yastık diyorum ama değil. Sadece kişiye özel değil. Herkes aynı çarşafa yatıyor. Hatta zaman içinde madem herkes aynı çarşafa yatıyor, onu da kaldralım demişler. Direk yatağa yatılıyor. O perspektiften bakarsan, çok mantıklı. Zaten bireysellik gelişmediği için de demokrasi gelişmiyor, gelişmeyecek. Çünkü bir birey arkasında durabileceği fikir üretemiyor. Önceden ne doğruysa, çoğunluk için ne doğruysa, doğru odur fikri var. Çünkü ortada tek kap olmak zorunda. Ben pilav yerken, yanımdaki bezelye yiyemiyor. Bu vizyon yok. Bezelye de güzeldir derse, gerekirse sopayla pilav yediriliyor ortadaki kaptan.
Tanzanya çok çeşitli. Değişik dinler değişik diller mevcut. Umarım birbirlerine gıcık olmazlar. Mutlu mesut yaşarlar. Biraz sıtma sorunu var. Bir de sarı humma ve HIV. Sarı hummanın aşısı var. Gelmeden vurulmak lazım, 10 yıl koruyucu. Çıkışta veya girişte birisinin kontrol etmesi gerekiyor aslında aşı kartınızı ama kimse etmedi. Oysa bu tarz hastalıklar bu şekilde taşınıyor. Sıtma içinse aşı henüz yok. Her gün alınan koruyucu hapı var ama uzun süre kalanlar için yanetkileri nedeniyle tavsiye edilmiyor. Ben alıyorum çünkü 2 hafta buradayım. Bunun yanısıra her yerime sinek ilacı sıkıyorum. O kadar abartıyorum ki, duştan sonra deodorant falan yok. Bunu basıyorum. Bir de klima, 20 derecenin altında larvalar oluşmuyor. Odayı 20 derecenin altında tutuyorum. Son olarak da tedavi edici kit var. Bu daha 2000li yılların başında icat edilmiş. Bana şirket verdi, fiyatı biraz pahalı olabilir. Bu kaptıktan sonra iyileştiriyor. Offshore’a gideceğim için önemli. Belirtiler griple aynı. Anofelin kanadındaki parazit 8 saat içinde karaciğerde çoğalmaya başlıyor ve sonra kana karışıp al yuvarlara saldırıyor. Bu arada ateş çıkıyor ve nezleye çok benzeyen belirtiler var. “Sadece nezle geçiriyorum” dememek kritik. Farkedildiğinde geç olabilir. Hemen kitin içindeki testi yapıyorsunuz kendi parmak ucunuzdan kan alıp. Negatifse 12 saatte bir testi tekrarlıyorsunuz. Çinkü bazen ilk test negatif olmasına rağmen ikincide pozitif oluyor. Ölümlerin çoğu insaların malerya olduklarına inanmayıp ilacı almamasından veya buradan ayrıldıktan sonra alarm durumundan çıkıp umursamaz oluşlarındanmış. Bir de etrafa söylemeniz gerekiyor. Mesela Türkiye’de bilinciniz kapansa doktor tahmin edemez malerya olacağını. Yani offshore’da kendinizin doktorusunuz ve hayatınız elinizde. Bu kadar önlemle ben, beni ısıran sineği bile tedavi ederim o ayrı ama önlem almam şart.
AIDSe gelince tablo çok acı. Dünya nüfusunun sadece yüzde 10u burada olmasına rağmen, AIDSlilerin yüzde 66sı burada...
Unutulmaz bir gün oldu. Bir günde birbirinden alakasız 3 ülke gördüm, kıştan yaza geçtim. Bazen birbirinden habersiz yaşayan 3 Övgü var gibi geliyor. Biri Libya çöllerinde sürünen, birisi Bakırköy’de kokoreç yiyen, diğeri de Tanzanya’da tropik güneşin altında karışık meyve tabağıyla denizi izleyen... 

No comments: