Sunday, April 27, 2014

Farkındalıksızlık Mutluluktur

Tekrar Bugungu’dayım (Uganda). Daha önce 12 hafta geçirdiğim kampta. Burada bir daha olmayacağıma o kadar emindim ki adeta yaşadığım her saniye hayal kırıklığı. “Geçmişin bizim için neler hazırladığını” bilemiyoruz sonuçta. İş dışında gidip oturduğum çardaktayım. Çay ve kitap gece bastırıp sinekler çıkana kadar. İşte geliyor, küçük dostum Noah. Daha 10 yaşında ama bir çok Afrikalı gibi o da güneş doğmadan su doldurmaya gidiyor, güneş batmadan yine bunu tekrarlıyor. Çocuk 40 kilo var mı bilmiyorum ama taşıdığı yosunlu bidon en az 10 kiloluk gibi, Noah’ ın kafasının üzerinde ise 20 kilogram görünüyor. Her Afrikalı gibi o da kafasının üzerinde her şeyi bir akrobat rahatlığıyla taşıyabiliyor. Beni görünce gülümsüyor. Önce para istiyor pazarlığı yukarıdan açıp. Sonra şeker, çay, kalem...Daha önce kalem vemiştim, şimdi bi tane poşet çay verebiliyorum. Aramızda 1 metre yok ama dikenli teller var. Çok başka hayatlarımız var. “Mutlu musun?” diye soruyorum. İki keçileri yavrulamış, “Çok mutluyum” diyor süper bir sırıtışla. Çoğu muzunguda bu mutluluğu göremiyorum. O yoluna gidiyor, ben yoluma. “Görüşürüz” diyoruz ama görüşmeyeceğiz. Hatta ben başka işlerimden dolayı Noah’ı bir seneye unutacağım. Yani unutmak istiyorum...

64 saattir sahadayım. Gündüz shiftleri bende. Geceleri her herhangi bir yerde uyuyorum. Pickup’ın arka koltuğu, Mercedes kamyonun iki katlı uyuma kısmının alt katı favorilerim. Uyanınca nerede olduğumu algılamam saniyeler sürüyor. Suudi Arabistan burası. Pakistan ağırlıklı bir işçi tayfası. Tahir crew chief. Devamlı gülüyor. 12 yıldır Suudi Arabistan’da. Geldiğinde iş bulma kurumu pasaportuna el koyup bize yollamış. Yılda 1 ay eve gitmesine izin veriyorlar. Ama canı istediğinde değil, aracı kurumun canı istediğinde. Her zamanki gibi pilav ve tavuktan oluşan yemeğimiz gelmiş. Bana plastik kaşık bile almışlar. Herkes eliyle dalıyor, ben de kaşığımla. Yemek bitiyor, soruyorum: “Mutlu musunuz?” Çok mutlular...

Mohammed ile daha önce daha liberal bir ortamda tanışmıştık. Barda bir Suudi’den beklenmeyecek şekilde 4 kişi için 24 tekila siparişi vermişti. Şimdi Suudi çölünün ortasındayız. O 24 tekila bizim masaya hiç uğramamış gibi yapıyoruz. Akşam beni Yemen Restoranı’da davet ediyor. Gidiyoruz. Baya boktan bi yer ama buranın en ünlüsü. Yere oturarak yemek aşırı zor. Yemekten sonra çaylar geliyor, takılıyoruz. Mohammed ABD’de yapmış lisansını. Kolombiyalı birisine aşık olmuş. Ama okul bitince imzaladığı senet gereği Arabistan’a dönmüş. Üstelik aynı senete göre bir yabancıyla evlenmesi de yasak. Oruç tutmuyor, gizlice odasında yemek yiyerek yaşıyor. Hem de yıllardır. Empatide zorlanmıyorum. Libya’daki halim ama bir ömür sürmesi? Şu anda annesi Mohammed’e eş arıyor. Tabi ki annesi de Mohammed’i tanımıyor. Aradığı kızlar dindar. Mohammed ise tersini istiyor. Ve işin açmazı şu, Mohammed’in kendisine uygun birisini kendisinin bulma ihtimali yok. Evlenmeden önce, hayatını geçireceği kişinin yüzünü bile göremeyecek büyük olasılıkla, annesi seçecek. Üzülüyorum, çok iyi adam bu Mohammed ama talihe bak. Umarım Bahreyn’e gidenlerden olmaz. “Mutlu musun?” diyorum, “Elhemdulillah” diyor, kampa dönüyoruz.

Böyle onlarcasını tanıyorum. Hepsi mutlu ama ben onları hatırladıkça mutsuz oluyorum. İnsan yaşadığı esnada içinde bulunduğu durumun kötülüğünü sezemiyor. Dışarıdan gelenler her şeyin farkında oluyor. Bazen çok şaşırıyorum biz Türkiye’de nasıl mutlu olabiliyoruz diye. Büyük olasılıkla dışarıdan bakan bi göz bizim 23 Nisan’ı fütursuzca kutlayabilmemize bile şaşırıyordur.

Eskiden gittiğim yerler kafamdan silmek istemediğim anılarla dolardı, şimdi gittiğim yerler silmek istediklerimle. Uçak kalkar şehre son bir bakış atarsın. Ya unutmak istersin ya hep aklında tutmak. Maalesef vicdanlılar için pek seçim şansı yok...