Sunday, May 29, 2016

Köy

Bu aralar her hafta pazar eklerinde şehirden köye göçen birisiyle röportaj yapılıyor. Şehir dedikleri yer de istisnasız İstanbul. Köy denen yer değişse de Türkiye'nin batısında bir yerler. Ben de 19 Mayıs'da atladım gittim memlekete bir bakayım şu bizim süper köylere diye. Malum bu İstanbul yer yer ve zaman zaman beni de bayıyor. Bizim köyden geçerken saptım girdim köyün içine. Mis gibi tezek kokusu. Pastoral gazım anında geçti. Zaten petrol sahası nasırlarım yeni geçiyor. Güneş doğmadan uyanıp çizmeleri giyip tarla sürmeye gidecek gibi hissetmedim açıkçası. Birisine yol sormak işin durdum. Sorarken köy dedim diye amca celallendi. ''Mahalle burası züppe'' dedi. Meğer Aydın büyükşehir olunca, bizim köy de olmuş mahalle.

Adam atarlanmakta biraz da haklı, bu millet şehirleşmek için neler çekti. Analarımız, babalarımız çoban-çiftçi olmakla üniversite görmek arasındaki ince çizgide dans etti, başardılar. Bir sürü sancıyla şehirli olmaya çalıştılar. Sonra biz geldik. Okuduk, ettik orta sınıf olup işler bulduk. Sonra da çemkirmeye başladık ''ya ben köye gitçem yine'' diye.

Bir Rus hikayesi var sevdiğim, adam sormuş bir büyüğe cehaletten kurtulmak ve şehirlileşmek için kaç üniversite gerekir diye. Yaşlı büyük demiş üç. Adam 15 yıl sonra gelmiş, göstermiş 3 üniversite diplomasını taktir bekleyerek. Yaşlı adam demiş ki: ''Birisi dedenin, birisi babanın, birisi senin olacaktı.'' Bu hesaba göre daha biz ilk çemberi tamamlayamadan köye gitmeye başlayacaksak vay halimize.

Esasında bu şehirlilik-köylülük mevzusu mekansal bir problem değil, bir arada yaşama kültürü ile alakalı bir mevzu. Avrupa'da köylü de şehirleşmiş, adam vergi vermeyi, ışıkta beklemeyi falan hep öğrenmiş. Bizim şehirler daha şehir gibi olmayınca çareyi yaban otla mücadelede, çapada, belde arıyoruz. Tabi köyde daha az adam var, dolayısıyla bağlayıcı kural daha az. O açıdan bir ferahlık verecek ama atlayayım trene gideyim şehre denecek bir alt yapı yok. Eşinle çocuğunla oturup iki bira-kahve atacağın köy pub'ı yok. Kütüphane yok. Hasattan sonra müze turuna çıkılan bir ortam hiç yok. Dolayısıyla bariz bayar gibi geliyor bana bu köy işi. Şehir, şehir olsa da eşek gibi çalışmaktan hayat ıskalanmasa, trafikte dünyanın en kötü üç şehrinden birisi olmasa, insanlar köylük yer gibi az kurallı değil de çok kalabalık olduğundan çok kurala uymanın toplam kaliteyi yükselteceğinin falan bilincinde olsa. Müdürler eşeklik yapıyor, şehirde insanlık ve moral algı kaybolmuş diye ipini koparanın köye gitmesi neyi çözer bilemedim.

Bizim sitede 6 tane şeker yavrusu olan bir kedi vardı, daha süt emerken bütün yavruları aldı millet bencilce. Anne kedi meme ağrısı çektiği için kısırlaştırıldı, bebeleri bilen yok. Bunlarla mı gidilecek köye? Kesin su kanalındaki suyun hepsini kendi tarlasına akıtıp hem kendi ağacını çok sudan, aşağıdaki ağaçları da kuraklıktan öldürür bu bencil piçler.

Bu arada şehir dediğimiz yer de İstanbul ha. Diğer şehirler isimde büyük şehir ama mesleğini sürdürebileceğin başka şehir adeta yok ya da çok sınırlı.

Her neyse, bir de bu köye göçüp şehirli orta sınıfları düdükleyerek para kazanma arzusu var ki o iyice akıllara zarar. Oradaki ilaçsız gıdayı veya agro-turizm ortamını yine İstanbullu'ya kakalama mevzusundan bahsediyorum. Bir de diyelim köylere göçtük, TOKİ de gelir peşimizden. Kamulaştırma yapıp köylünün arazisine konar ve konut projesi başlatırlar Allah korusun. Sonuçta rant, ranttır.

Yani ben şimdi hipotetik bir senaryo düşündüm orada zeytin bahçelerinin kenarında. Dedem diyelim vefat etmemiş ve tarlasında çalışıyor. Ben de böyle geliyorum: ''Selam dede, ben şu şu okulları bitirdim, şöyle şöyle çalıştım, bunlar bunlar oldu, sonra kuralsızlıkla harmanlanmış bir liberal ekonomik düzen yüzünden köye dönmeye karar verdim. Bana bi çapa ayarlar mısın?'' Bence torun mallamış diye düşünür içinden.

Bilmiyorum ki, aklım ne oraya yattı, ne buraya yatıyor. Ne yapacağız lan biz? Bu işin bir gri tonu yok mu?






1 comment:

Ozan Atak said...

Valla İstanbul'da yaşamayacan abi çözüm orada :)