Tuesday, May 17, 2016

Nem Kaldı?

Bugün bir İstanbul turu yaptım da yazma isteği geldi. Son 2,5 ayım hayatımın en kötü zamanları desem her halde abartmış olmam. Bunalımın ancak kararında yaratıcılığı tetiklediğini, ötesinin ise verimsizlikle dolu olduğunu keşfetmiş oldum. Bohemlik falan iyi kavramlar da hayatın acımasız yüzü hiç de öyle şakayla falan geçiştirilebilecek işler değilmiş. Ben de acı yazmayı sevmiyorum, o yüzden yazmadım bir şey.

Dedik ki sonra bi İrlanda'ya gidelim, fırsat var. Topladık özel hayatımıza dair ne varsa, kendi elimizle dosyalara koyduk. Bu benim hayatımda ilk kez Türkiye'den turist vizesine başvurum oldu. Şimdiye kadar sadece okul ve iş bağlantılı çalışma izni nedeniyle gitmiştim el kapısına. Meğer ne boktan işmiş bu arkadaş. Aha, daha cüzdanımı açsam ben içinden Hollanda ehliyetim çıkıyor ama gel de anlat işte. Daha bir sene önce petrol işi patlamadan, orada katma değer üretmem için peşimde gezenler şimdi ''paran var mı?, kesin döncen mi?, hırlı mısın-hırsız mısın?'' diye diye belge toplatıyorlar. İçim zaten ilk belgeleri toplarken ezildi de bugün iyice fena oldu.

Bugün bir vize aracı kurumuna gittim. Zaten bu aracı işine başka ülkede valla denk gelmedim. Adamlarla muhattap bile olamıyoruz. Oraya bir emekçi koymuşlar, bizi birbirimize kırdırıyorlar. Sen bana koy bakayım kırmızı yüzlü bir İrlandalı, ben ona konuşayım kardeşim. Zaten ben de belge taşımaktan İrlandalı kırmızılığına gelmişim. Eşit şartlarda muhattap olalım. Yok, sesimizi duyan yok.

Aldım sıra numaramı. Sıcaktan zaten terliyorum beklerken. Bakıyorum, herkes ezik ezik en namuslu, en zararsız, en ülkesine geri dönecek suratıyla orada. Daha sırada beklerken baktım veznede kredi kartı yok. Nakit olacak dediler bana 3 kişi kala sırama. Koştum bankaya parayı çekene kadar sıra geçmiş, yeni sıra aldırttılar. Lan ben bacasız sanayiyim. Dublin esnafının elini ovuşturarak beklediği adamım ben zaten. Bir de bu kadar parayı niye veriyorum? Bi bok anlamadım. Bi de nakit olacak.

Neyse sıra yeniden geldi. Emekçi kardeşimle birbirimize bileniyoruz. Ben zaten ''bana da mı vize?'' tribine girmişim. Adam fotoğraf istiyor, ben: ''İtalya'da 3 yıl oturum, Norveç, Almanya, Hollanda oturma iznim var benim. Güney Afrika vizem bile var'' diyorum. Baya baya ''sen benim kim olduğumu biliyo musun?'' sınırında dans ediyorum. Adam bana diyor: ''beyefendi fotoda çene-baş uzunluğu 35 mm değil, alamam''. İşlevine bak kardeşim, bak işte AB'den yüksek lisansımız var. Yok neymiş boyu da önemliymiş kafanın. Arkadaş, bu ayrımcılık değil mi? Değilse değil boyu 35 mm, kafam küçük benim. Yok olmadı foto işi. İlk yatış. Sonra nüfus çıktı. Ben baya kendime fazla güvenmişim. Neymiş, vukuatlı nüfus olacakmış. Ben bu belgeyi hiç vermediysem 5 kere verdim Schengencilere ve ABD'ye. Yok mu bi global database (veritabanı). Sanki rahmetli dedemin doğum tarihi son 10 yılda 10 kere değişecekmiş gibi devamlı bu belgeyi veriyorum. Hayır veremedim çünkü yok o belge yanımda. Bağırış çağırış. Erafta göçmen kardeşler de var. Güvenlik tetikte. Geldi hemen sıkıntı ne diye. Sıkıntı ne mi? Her şey komple sıkıntı. Laps diye elime verdiler dosyayı, eksikleri tamamla gel diye. Lan bi koydu. Bi de sanırsın bizim güvenlik papalığın isviçreli muhafızlarından. Lan sen de buranın çocuğusun işte. Nedir bu içimizdeki İrlandalılık? Ya resmen bizim nüfus bilgilere zaten açık kaynak internette dolaşırken ben nüfus belgesinden yatıyorum arkadaş. Çıktım dışarı, Avrupa günlerim ne iyiymiş ya. Bu aracı kurum illeti, kaotik iç ortam, kraliçeden çok kraliçeci tutumlar. Gerçi buraya kraliçe bakmaz ama laf iyi diye yazıyorum.

Bastım nüfusa gittim. Bari mesai bitmeden alayım belgeleri de yarın yine geliriz diye.

Nüfustaki abla tuşa basıyor sonra whatsapp'dan grup mesajlarına cevap veriyor. Kesin dolar günü. Hatta sıra bundayken dolar düştü diye çemkiriyor bence. Tam o karakterde bir surat. Sonra bi hatırlıyor belgeyi. Alıp veriyor: ''müdüre''. ''Müdüre ne?'' Cümle bile kurmuyor. Sen bana daha cümle kurmazsan al işte İrlandalı karşısına alıp görüşmez bile. Müdürün masasına gidiyorum. Bekle babam bekle. Bitmeyen bi mevzu var. Bi amca var Arapça konuşuyor, müdüre abla Türkçe cevap veriyor. Amca İngilizce konuşuyor, abla Türkçe konuşuyor. ''Sen İngilizce biliyon mu?'' dedi bana. Aha, SGK'da başıma gelen burada da gelecek gibi. Şimdi ben de gurbetlik çektiğim için biliyorum bu durumu, yardım edesim de var. Hem de işimin de görülmesi lazım. Gerçi vizecide gurbetlik tecrübem bi işe yaramamış ama işte şimdi empatik tarafım tuttu. Amcanın cüzdanı çalınmış. Kimlik no'sunu bilmiyor. Teyze de bulamıyor ismini. Aksaray'a yabancı şubesine gidecek. Amca bütün belgelerini bana verdi. Aha bi baktım Trabluslu. Libya benim eski mekan. Çıkışta biraz konuştuk. Amca da eski petrolcü çıkmasın mı? Ülke sapıtınca emekli olmuş, kızlarını İstanbul'da bir özel üni'ye yazdırmış. Taşınmışlar buraya. Sağolsun müdür hanım da ''Türk'den çok Arap doldu İstanbul'' diyerekten imzaladı benim işleri. Çok sevindim ha. Önce böyle işler hiç bitmeyecekmiş gibi bi hava oluyor bizim devlette. Sonra böyle ''al bakalım vatandaş, devletin sana acıdığı için bu belgeyi veriyoruz'' havalarında bi imza çakıveriyor müdürler ve müdireler. Allahım o mutluluk işte.

Amca bana kahve de ısmarladı. Biraz petrol, biraz politika konuştuk. Sonra yollarımıza. Benim yolum yeminli tercümana, my way. Muhitte yeminli tercümanlar da patlamış. Her yer başvuru, her yer çeviri. Yarım saat bekledim de aldım ecdadımın benle alakasını gösteren belgenin İngilizcesini. Dedelerim yaşasa gurur duyardı yeminle ya da hayatı İngiliz'i defetmekle geçmiş gazi dedem belki biraz kızardı. Ama İrlanda bu, kraliçe ile alakası yok. Aslında bana çok kızmazdı da o Turco-Irish vizecilere kesin destursuz dalardı. Neyse, şimdi şükür hümanistiz de yine de bu tavırlar hoş değil diye diye avunuyoruz. Biz Didim'deki İrlandalılara böyle mi yapıyoz? Bacasız sanayi sonuçta. Ona göre yapıyoz.

Çıktım şöyle metroda 2 keman, 1 ritm, 1 çello, 1 kontrbas kalite grup sevdiğim bir şarkıyı çalıyor. Ya da ben bu şarkı sandım, dinliyorum. Oturdum, güzel kafam dağılacak. Sıradaki şarkıya başlarken kontrbas erken girdi diye çellocuyla kavga çıktı. Kemancı ayırdı, ara verdiler. Kesin Rus oyunu bunlar. Sizin vereceğiniz huzura...Kalktım gittim.

Şimdi yarın yine o güzel egomu vizecinin kapısında bırakarak gidip efendi gibi belgelerimi verceğim, sonra da mal gibi o parayı ödeyeceğim ve sırıtarak kendimi İrlandalılar'ın tam yetkiyle donattığı Anadolu insanına sevdireceğim. Ha bir de dediler ki ''eşiniz iş gezisine giderken sizin turist olarak gitmenize sıcak bakmayabilirler''. Yani eşime de turist yazsak daha avantajlı olacaktık. ''Dürüstlüğü cezalandırıyorsunuz'' dedim. Dedim de dürüstlüğü cezalandırmayan mı kalmış. İşte biz böyle geldik, böyle gideceğiz, tıynet meselesi. Siz de dürüstlüğün bedelini ödeyenerden olun ey okuyucu.

Çıkmazsa İrlanda büyükelçisine mektup yazacağım. Ona da yıldızı sönmüş bir pop-star edasıyla diyeceğim ki: ben bacasız bir sanayiyim, ben yüksek mühendisim, ben 6 sene Avrupa'da yaşadım, benim görmediğim ülke yok, benim irlandalı dostlarım var....Mektuba da bugün ölüm yıldönümü bugün olan üstadın albümünü ekleyeceğim:





Ha ama çıkarsa da aynen Dublin publarında bununla coşarım, kırmızı suratlara siyah birayla halay çektiririm:



Karar sizin ey sayın büyükelçim...

No comments: