Thursday, June 30, 2016

Muazzam Ürperti

Bugün Kadıköy'den geçerken eski bir anım aklıma geldi Libya günlerinden. Yıllardan 2013, Kaddafi devrilmiş, petrolcüler Libya pazarı açılıyor diye bayram etmekte. Bendeniz de Almanya'da baymışım, yeni macera arıyorum. Bugün bakınca bana da garip geliyor ama Libya'yı teklif ettiklerinde bir kaç kişiyle görüşüp fazla düşünmeden teklifi kabul ettiğimi hatırlıyorum.

Libya'ya gittiğimde Kaddafi sonrası ülke yeniden bir rota çizmeye çalışıyordu, itiraf edeyim oldukça kaotik ve beklediğimden korkunçtu. Petrol, çöl, çöp, bombalanmış araçlar, kırılmış ruhlar ve silahlı adamlar ile tam bir Mad Max atmosferi.

Trablus'da bir hafta kalıp, çöldeki kampa geçmiştim. O hikayeleri merak edenler geriye dönüp okuyabilir. Bugün konu o değil.

Kampta Arap olmayan bir ben bir de Ukraynalı bir arkadaş vardı. Bir iki günlüğüne bir İngiliz de gelmişti ama o hemen gitti zaten.  Herkesin anadilinin Arapça olduğu yerde iyi oluyordu. Bir gün geldi ve dedi ki: ''Ben yarın gidiyorum, konsolosluktan uyarı geldi. Güvenlik riski varmış''. Biraz endişelenmiştim bunu duyunca. O gün bizim konsolosluk da beni arasın diye çok bekledim, Libya'da olduğumu biliyorlardı. Adresimi ve telefonumu vermiştim. Arayan soran olmadı.

O hafta içerisinde kamptan ayrılıp bir kaç kuyuda işe gittim. Yanımıza koruyucu diye silahlandırılmış ve güya eğitilmiş milisler veriyorlardı ama adamlar acayip lakayıt.  Dosta korku, düşmana güven veren bir gerizekalılık hakim. O hafta bir tane de kamyonumuz ve mürettebat fidye için alıkonuldu. Ben hala konsolosluktan telefon almayınca, konsolosluğu aradım. Karşımda her şeyden kopuk bir personel sesi duydum: ''Adın ne kardeşim? Nerdesin sen şimdi kardeşim? Yok ya, raad ol, çok da şaapmamak lazım'' falan dedi.

Ben de müdürlerime çıktım. Müdürüm Suriye asıllı bir İngiliz. Onun müdürü de Mısır asıllı Kanadalı. İkisi de Arap. Normalde yanımızda Batılı varken asla söylemezler ama sadece biz doğulular bir aradayken ''Arap'ı hatunla kandıracaksın'' tarzı laflar söyleyebilecek kadar rahat davranabilen ve özeleştiri verebilen adamlar. O gün de odada üçümüz varız ve doğalız. Dedim ki ''Ben tedirginim, Arapça da bilmiyorum ve gitmek istiyorum''. Unutmayın ki güvenlik konusunda son derece hassas ve Kaddafi düşerken Batılı personelini almak için bir gemi ve özel güvenlik yollayabilmiş büyük bir organizasyondan bahsediyorum. Dedi ki: ''Yollayamam seni''. Dedim ki: ''Yolladınız gavurları, ben de gitcem''. Dedi ki: ''Onlar ölürse BBC'de haber olur, biz ölürsek kimse haberlere koymaz''

O gün doğululuk nedir tokat gibi yüzümde hissettim. Daha sonra tahliye edildim ama o gün değil.

Bugün Kadıköy'e yolum düştü. Çıktığımda hayatın doğal akışından hiç sapmamış olması nedeniyle muazzam bir ürperti hissettim ve aklıma bu hikaye geldi. Çay içenler, özçekim yapanlar, balık tutanlar, vapura koşanlar, mısır yiyenler, sokak müzisyenleri...hepsi oradaydı. Elden çok bir şey gelmez ama hayatını kaybedenleri anmak ve acı çeken yakınları anlamak için hepsinin hayatını öğrenip, empati yapma isteği duydum. Sonra kendimce tavır alıp siyah giyinip çıktım. Bir şekilde bu ülkede böyle bir şey olduysa, ertesi günümün aynı olmasını kabullenmek istemedim sanırım. Eninde sonunda bu kadar değersiz olmayı kendime yakıştıramadığımdan olsa gerek.

Bugün bu şehirdeki herkes el birliğiyle, beni başka bir lokasyona göndermeyi reddeden müdürümü haklı çıkardı. Muazzam bir ürperti duydum, normalliğe sövdüm. Oysa nasıl da seviniyoruz Paris'de, Berlin'de Batılılar monümentlerine anma için kırmızı-beyaz yansıttıklarında. Bizde monüment mi kalmadı, kendimize saygımız mı?




Sunday, June 19, 2016

İRLANDA





''Çay var içersen,
Yol var gidersen, 
Ben var seversen''
Oscar Wilde






Vizesi ağlattı ama değdi. Ne yazar ünlü bir dersanenin kapısında: ''yokuşta ter dökmessen inişte göz yaşı dökersin''. Vizeye kasınca daha bi zevkli oluyormuş bu geziler. Öyle ucuz hava yolu sitesinde bu hafta neresi ucuzsa oraya gidelim kafalarından çok daha doyurucu oldu. 5-6 gün vakit var. Gecesi gündüzü gördün gördün, sonra bi daha nah. Çılgın gibi turistik yapıyor insanı. Ha beklentisi de fazla oluyor mu? Oluyor. Misal iki gün önce üzerine yaya geçidinde araba sürülen sen değilmişçesine tribe giriyorsun. Kasmışsın, vize almışsın. ''Duracak tabi yavşak'' diye diye 10 dakika nefsim körelene kadar karşıdan karşıya geçtim durdum yaya geçitlerinde. Hevesim geçince Limerick'e gittim.

Vallahi özlemişim gezmeyi ya. İnsan bu merete alışınca tiryakisi oluyor. Acayip bir tutku. Limerick İrlanda'nın 4. büyük şehri 96000 nüfus. Harika bir üniversitesi var. Kampüste dolanırken bi kafeye girdim, kahve içeyim diye. Bakıyorum gelen giden yok. Bastım kahve makinasının düğmesine ki esnaf sesi duysun gelsin. Gelen giden yok. Dedim dur içeyim, bildiğimiz esnaf tuzağıdır bu. İçiyorum hala gelen yok. ''Excuse me, parayı almaya kimse gelmiyor'' dedim. Dedi ''orada sepet var, iki Euro at, üstünü falan al git''. Vay anasını. ''Bana hırsız muamelesi çekmeyecen mi yani sen?'' dedim. Sonuçta biz insanların standart it uğursuz kabul edildiği yerlerden geliyoruz. ''Lovely'' dedim. ''Atmasam mı lan para? Dur buradaki parayı alayım ben...vb'' hepsi aklımdan geçti. Geçmedi desem yalan, baktım şeytan yokluyor çıktım kafeden. Lan bu şeytan da az boş-beleş değil, nereye gitsem peşimde puşt.

Akşam kampüste Irish Pub'a gittik. Her yer Irish pub zaten İrlanda'da. Adam ahşap bar çaktırmış, 5 tabure atmış, ışığı olabildiğine kısmış, Irish pub tribinde. Bu ışık olayı çok ilginç. Dışarıda güneş var ki orada çok sık olmuyormuş, herkes içeride karanlıkta. ''Koçum iki tabure atıver' kapının önüne'' desen dalga geçiyorlar. Derken folkçu abiler çıktı. Laf armızda bu Irish folk'u hiç sevmem ama bir tane şarkılarını da bilirim ''Whiskey in the jar''. İçtik tabi Murphy'sleri, Guinessleri. Coştum. Vereyim peçeteye de çalsın, sempatik insanlar dedim. ''Someone gave me a shitty toilet paper'' dedi şarkıcı. Neredesin lan Mustafa Keser? Sana en çok ihtiyacım olan anlarda yoksun. Zaten aşırı şakacı, ironik, sarkastik ortamlar. Herkes espiri yapar mı ülkede?  Berberler özellikle ironinin dibine vurmuşlar, kafa bu. Güzel ortam var.

























Bilen bilir ben daha evvel Almanya ve ötesinde yemek yenmez diye bir iddia koymuştum. Hep de tuttu. Danimarka, Almanya, İsveç, Hollanda, Norveç vb. Hiç şöyle coşarak bir şey yediğimi hatırlamam. Ancak İrlanda beni yanılttı. Yemekleri çok güzel adamların. Çayları da var arkasından. Ben önemserim.

Trafik soldan akıyor dolayısıyla şöförler sağda. Oldukça komik ve tehlikeli. Bir kaç kere gideceğimiz yönün tersinde otobüs beklediğimiz için kaçtı gitti otobüsler. Bir de taksici bavulu koyarken adamın koltuğuna gittim. ''Bana da Avrupa'da oluyor, no problem'' dedi. 

Sonra otobüsle Dublin'e geçtik. Tren alt yapısı zayıf, genelde Türkiye gibi karayolu ile ulaşım sağlanıyor. Dublin denen kent tam bir pub. Böyle komple şehri barlar sokağı gibi düşün. Oradan çık, oraya gir. Çeşit çeşit bira, çeşit çeşit viski. İnsanlar da bir o kadar canayakın, kibirden eser yok. Girdiğin mekan uzun uzun hal hatır soruyor. Sallanarak yürüyen çok var ama adabıyla içmek zirve yapmış. Bir kavga, bir saygısızlık yok kimsede. Yalnız merkezde dolaşın siz yine de, liman taraflarında fazla dolaşırsınız, dayak falan yersiniz, bana gelmeyin. Acı bir şey oldu, biraz da bağ kurunca Türk olduğumuz için bize üzüldüklerini sezdim. Hatta bir tanesi Türk değiliz de orada yaşıyoruz sandı. Daha açık konuşabildi de çok üzüldüm bize böyle baktıklarına. 


İrlanda'nın tek olayı pub ve yemek gibi de anlaşılmasın. Muazzam kültür, sanat birikimi olan bir yer aynı zamanda. Sağda solda gördüğümüz artistik lafların % 20'si tek başına bu şehirden çıkma. Zaten Oscar Wilde %10 tek başına. Bizim her artistik satırın altına Cemal Süreya yazışımız gibi bir duruma kurban gitmediysem, böyle anladım ben en azından. 


Bir de New York ile mimari açıdan benzerliğini de hemen yakaladım. Artık nasıl göç ettilerse zamanında kiremit ve bitişik evler, pub ve kafeler çok benzeşiyor. İpini koparan akmış adeta.








Bütün bunların ötesinde zorlu bir geçmişleri var. Bilmeyenler için İrlanda tarihini tavsiye ederim. Açlık ve direniş şehrin genlerine işlemiş. Ama güzel tarafı, bunlardan dolayı yıkık ve melankolik değil, neşeli ve mutlu olmuşlar. Bu da bir bakış açısı. Yeterince zorluk çekildiyse, basit şeylerden mutlu olmayı da öğrenebilirsiniz. Sizi mutlu edecek şeyler sağlık ve dostlarla muhabbet kadar basit olabilir. Tabi ki bunları yeni jenerasyonlara da düzgün anlatmak lazım. Bunu da çok iyi yapmışlar, inanılmaz iyi müzeleri var. Müzelerdeki hikaye kurguları sizi alıp götürüyor. Cumhuriyetin 100. yılı olması da ayrı bir duygusallık katmış gibi. Ülkemizin büyük eksiği olarak görüyorum, aktarılacak çok hikaye olmasına rağmen düzgünce kurgulanamıyor. Sonunda nereden çeksen oraya giden, geldiği-gittiği yeri bilmeyen bir kitle.

O kitlenin bir bireyi olarak müzede yanladım İrlanda'lılara ''Benim dedem de İngiliz avcısıdır'' dedim. Bir baktım sevdiler.  Hemen verdik goy goyu. Nerede-ne zaman derken meğer bizim dedenin daldığı kraliçe ordusu yanında İrlandalılar da varmış. Baltayı taşa vurmuşuz. Kahrolsun emperyalizm deyip çıktım muhabbetten. Ona ''lovely'' çektiler. İrlandalı ''lovely'' dediği vakit akan sular durur. Baktım iş sarpa saracak, uzadım Japon turistlerin olduğu tarafa ''do you know Ertugrul Fırkateyn?'' diyerekten.
1916 Paskalya ayaklanmasında kurşuna dizilen liderler

Kilmainham Hapishanesi: Direnişçilerin tutulduğu yer


Yalnız şehre acayip bir marjinalite gördüm, buradan yetkililere sesleneyim. Malum konsolos okur beni. Resmen marjinalite norm olmuş. Bilmiyorum bu sanat ortamı biraz da bu nedenle mi oluşmuş. Tek tipliliğin böylesine övüldüğü bir yerden gidince çok zor geldi bir süre bu durum. Kaç kaç marjinaller geliyor diye oradan oraya koştum da sonunda kaçış olmadığını sezince bıraktım gittim.

İrlanda Schengen içerisinde olmadığı için anladığım kadarıyla pek Türk turist almıyor çünkü hiç göremedim. Hatta Dublin'in en mühim publarından birisinin adı Turk's Head (Türk'ün kafası) da adeta bizi çağırıyor. Baktım hiç basan eden yok, şaşırdım. İlk görünce dellendim ama biraz araştırınca gördüm ki bu adda hem bir denizci düğümü hem de bir kaktüs çeşidi varmış. Azizim çok gezen vallahi çok biliyor. Başka yerde bulamazsınız bunu. Doğru mevsimde gidilirse ben rahatlıkla top 5 Avrupa destinasyonuma koyarım. Hele ki içinizde bira-viski-edebiyat-tarih sevenler varsa düşünmesin. 
















Lovely, her şey çok lovely. Seni sevdim kırmızı yüzlü. Çok da öğrendim, İrlanda Didim'den ibaret değilmiş. Vallahi lovely. Dublin'e de diyorum ki ''Ben sende tutuklu kaldım''. Bundan böyle Irish espirilerim ve şakalarımla da karşınızda olacağim.