Sunday, November 20, 2016

DÜĞÜN DERNEK-2

Baktınız bir süredir yazmıyorum, zirvede bıraktım sandınız değil mi? Öyle kolay değil o iş. Umberto Eco'ya soruyorlar ''ne zaman yazacağına nasıl karar veriyorsun?'' gibisinden. Üstad diyor ki ''çişe gitmek gibi''. Diyelim ki bu gece çişim gelmiş, yazıyorum. Ama belki de gerçekte olan çok daha karmaşıktır. Belki de sandığımız gibi lineer bir zaman yoktur ve ben aslında şu an yazmamın en iyi an olduğunu gelecekten bakarak farkediyorumdur. Ama zamanı lineer algıladığım için ve bir de bana deli demeyin diye ''içimden bir ses'' deyip geçiyorumdur. Felsefeyi keseyim, alt tarafı bir bahane arıyorum, bunların gereği yok şampiyon.

Tekirdağ'daki düğünü anlatıyordum en son, daha doğrusu kınayı. Bu yazıyı tamamlamalıyım çünkü bunu tamamlamadan yeni şeyler yazamadım. Size de oluyor mu? Bitmemiş hikayelerin yeni hikayelere engel olduğu? En iyisi bitirmek.

Şimdi ben bu kına gecesine gittiğimizde bir halt karıştırdığımı düşündüğüm için böyle hiç ses etmeden bekledim haftalarca. Ama şimdi gerekli mercilerle konuyu konuşup adımı temize çıkardığım için gönül rahatlığıyla yazabileceğim. 

Bastık arabayla Tekirdağ-Şarköy'e, aylardan Eylül. Valla daha sonra arabayla Yunanistan-Kavala'ya da gittiğimiz için söyleyebilirim ki İstanbul'dan çıkmak ve geri gelmek her şeyin en zoru. Ama neyse, hikayemiz bu değil şimdi. Otele eşyalarımızı bırakıp düğün evine vardık. Kurt gibi açım. Aman ne göreyim, yerel düğün yemeği. Ev sahibine ''merhaba'' dedim mi hatırlamadan kendimi yemek kuyruğunda buldum. Daha herkes akın etmemiş, ortalık görece sakin. Hemen yedim, kesmedi bir daha yedim. Helva da yedim, kesti. Sokakta bekliyoruz, muhabbet ediyoruz. Bizi çağıran düğün sahibi S.M. dedi ki: ''Kadınlar dans edecek, sen yanımdan ayrılma''. Ne diyeyim? Yön bilmem, iz bilmem, yerel kültürü bilmem. Bazı partilerin çılgın geçeceğini daha ilk anda anlarsınız ya, ortam öyle yüksek enerjili. Bir taraftan müzisyenler alt yapı ve üst yapısıyla 3 jenerasyondan çalgıcılarla sistemi kuruyor, öte taraftan sokağa ışık germek için çılgının teki alakasız bir evin balkonuna tırmanmaya çalışıyor, bir başkası da beton elektrik direğinin altındaki kutuyu tornavidayla kanırtıp elektrik almaya çalışıyor. ''Ayrılmam abi, bi yere kaybolmam'' dedim. Mal gibi elektrikçiyi izlerken adam dedi: ''Genç gel de şurdan tut''. Boku yediğimi farkettim. ''Güvenli mi bu?'' diye sordum. Dayı bana baktı, cigarasının dumanından sulanmış gözleriyle: ''voltaja sokayım'' dedi. ''Aynen'' dedim, önce iş güvenliği sonuçta. Baktım ki mahalle direğinde elektrik prizi çıkışı var. Sokak düğünü için tasarlanmış bir şehirde olduğumuzu anladım. Çabalar sonuç verdi, 5 dakika içerisinde ampuller canlandı, ortam şavkıdı. Ses kontrol de tamam. Rock'n roll. Önce daha genç müzisyenler başladı. Biz rock müzik severler konserlere gideriz, grup elemanlarıdan ikisi yer değiştirir. Mesela basçı davul çalar, davulcu da bas. Sonra herkes büyülenir, adamlara bak ya, her şeyi çalıyolar diye düşünürüz. Ben öyle düşünen kafama...Burada kemancı klarnet çalıyor, yorulunca davul, yorulunca oğluna devrediyor, amcaoğlu klarnet çalıyor, öbürü kemana geçiyor. Enstrumanı olmayan kopiller bille air klarnet ve air kemanla antreman yapıyorlar kenarda. Öyle bir müzik ortamı. Parti iyice coşuyor. O ara bir el omzuma değiyor, benden sorumlu lokal abi: ''gel, erkekler arkaya geçiyoruz''.

Arkada süper bahçe var. Gelinin amcası damacanalarda şarköy şarabı getırmiş. Beyaz var, kırmızı var. Yuvarlıyoruz. 

Sonra beni evin içerisinden dans pisti görünen bir yere götürüyorlar. Sokak çılgın atıyor. Pist çok kalabalık. En dış sandalyelerde pistlerden artık affını istemiş yaşlı kadınlar var. Onlar olayı sadece izliyorlar. Ama adeta olimpik jüri tadında. Belli ki pisterin her türlü tozunu yutmuşlar zamanında. Az sonra ''testi kırma'' aktivitesi yapılacak, ufaktan halay başlıyor. Tempo çok yükseliyor, ayak uyduramayanları halaydan çıkarıyorlar. Adeta atmosferden çıkarken modüllerini bırakan uzay mekiği. Kazmalar dökülüyor. Artık kibarlık yok. Bir iki İstanbullu direnmeye çalışıyor, o kadar hızlanıyor ki rezil olup oturuyorlar. Artık pistte sadece en iyiler var. Yanımdakiler bana testiyi kırabilecek seri başı teyzeleri gösteriyorlar. Öyle herkesin halay başı olabileceği bir ortam yok, ölüm grubu. Sonra bir teyze gözüme çarpıyor, beyazlar içerisinde. Bir insanın bir gruba daha önce böyle hakimiyet kurduğunu çok az görmüştüm. Bir yandan halayı sürüklüyor, bir yandan orkestradaki 3 jenerasyonu azarlayıp tempo tarif ediyor, bir yandan elinde testiyle tansiyonu yükseltiyor bir yandan da etraftaki yamyam çocukları kontrolü altında tutuyor. Çocuklar da öyle aç ki testiyi kafalarında kırsalar bana mısın demeyecekler. Meğer testinin içerisinde şeker ve bozuk para varmış. Bunlar çocuk değil, müptezel azizim. Bu kadar bağımlılık AMATEM'de ancak görülür.

Teyzenin büyülü bir yönü vardı. Ben yıllarını fizikle harcamış bir yüksek mühendis olarak çok eminim ki kablo, ip vb cisimler sadece gerilim ile çalışırlar ama baskı taşımazlar. Yani çekerler ama itemezler. Bu teyzede öyle bir sihir var ki halayı isterse geriye doğru da oynatabiliyor. Gözlerime inanamıyorum. Halay sonu ama halayı kontrolu altında tutuyor, sonra tekrar kendine çekiyor falan. Hiç görmemiştim. Öyle-böyle derken halay horon hızına yakınsarken testiyi kırıveriyor teyze. Şekerli suyla alıştrılmış olduğunu düşündüğüm müptezel çocuklar kırıkların arasından şekerleri toparlıyor. Damadın annesi, halay başlarına birer küçük rakı takıyor Tekirdağ işi. Burada para geçmiyor, kapıları rakı alkol açıyor.

Sonra biz de oynamaya iniyoruz. Normalde erkekler çok oynamıyormuş ama biz coşkudan oynuyoruz işte. Valla ben normalde çok baskı hissetmem ama jürideki teyzeler adeta ayaktan başa bizi süzüyor. Her an eğilip çantalarından aynı anda 1 yazılı tabelaları çıkaracakmış gibi süzdükleri için fazla dans edemiyorum. İşin aslı ortamdaki kalitenin aşırı derecede altında bir performansım var.

Sahnede türlü oyun devam ederken biz de evin üst katına çıkıyoruz. Damat giyinecekmiş, biz de koca adamı giydirecekmişiz. En az 15 kişiyiz. Bir de ortamda viski var. Tekirdağ yapımı değil bu sefer, ecnebi. Aşağıda şarabı çekti ya herkes, viski shot'ları da abartılmış. Her bardakta 3 shotlık viski var. Bir yandan içiyoruz, bir yandan da odadakilere tanışıyoruz. O sıra masaya börek geliyor, aç olanlar yiyor. Ben aç değilim. Viskiye devam. Sonra çoğu kişi damadın yanına geçiyor. ''Lan koca adamı kaç kişi giydirecez ki, saçmalık'' diye iç geçirip mutfakta kaldığımı hatırlıyorum. 3 kişi kalıyoruz. O an oda boşalınca bazı ayrıntılar daha çok dikkatimi çekmeye başlıyor. Özellikle de masada duran ve hiç dokunulmayan o üzeri kızarmış koca bir tepsi baklava. ''Bu neyki lan'' diye üzerindeki folyoyu kaldırıyorum. Etrafıma soruyorum ''biz İstanbullu'yuz, biz de bilmiyoz'' diyolar. Bu viski mereti de tatlı çektiriyor. ''Lan yenmeyecek bir şey olsa burda işi ne'' diye hop bi tane attığımı hatırlıyorum. Diğer iki tip biraz tırsmış gibi bakıyorlar. ''Ezikler'' diyorum. En ortadan kilit parçayı çekmişim. Bir bok yediğimi sezmiş olacağım ki aluminyum folyoyu örtüp, damadın yanına gidiyorum. Adamı baya giydirmişler zaten. Çorap ve ayakkabı kalmış sadece. İyi don-gömlek kısmını atlatmışım en azından. Sonra hep beraber kına yakılırken ağlayan gelini görmeye gidiyoruz. Bu ritüel telekomunikasyon ve ulaşımın olmadığı çağlardan kaldığı için bayağı saçma aslında ama jüri gözyaşı olmadan tam puan vermiyor. ''Eşekle 8 saate gelir artık İstanbul'dan'' diyerek bu adeti aşağılıyorum. Gözü yaşlı ihtiyar jüri teyzesi ''8 saat olsa iyi, cuma akşamı Tekirdağ yolu tıkanıyor'' diyor. 

Ben bekliyorum ki gelin de ağladı, testi de kırıldı, yedik içtik, daha ne olabilir ki? Bizim baklavanın örtüsü açıldığında ben çoktan büyüklerin elerinden öpüp arazi olmuş olurum. Zaten saat de geceyarısına geliyor. Ama bakıyorum daha bizim 50 yaşından büyük jüri kitlesinde bile bi eve gitme arzusu yok. Yaşlı bi teyzeye soruyorum; ''Teyze güzel oldu, bitti değil mi?'' Yanıtlıyor: ''Yok ya daha damat uyandırmaya gitcez''. Anasını satayım sanki Şarköy'de kına gecesine gelmedik de Rio'da samba festivaline geldik. Sırıtıyorum teyzeye. ''O nasıl bi şey diyorum?'' Anlatıyor heyecanla: ''Şimdi damat başka bir eve yatmaya gidecek, biz de şarkı-türkü söyleyerek ve dans ederek damadın uyuduğu eve gidip evin önünde gürültü yapacağız, sonra kız tarafı erkek tarafına tatlı verecek ve damat uyanacak'' diyor. ''Ananı, baklava'' diyorum gayri ihtiyarı. Teyze diyor: ''Ananı çiftetelli'' 

O sırada damadın arkadaşlarından birisi beni göstererek: ''bu arkadaş baklavayı gördü'' gibi bir şey söylüyor kalabalığın ortasında. Belki normalde yapılması gereken sırıtıp geçmek ama suçluluk psikolojisiyle: ''ne alaka lan, çok saçma'' diyorum. Ortam buz gibi oluyor. Yeni yeni tanışıyoruz zaten. O an psikopat cins etiketini yemiş olmalıyım. Tanıdıklarım bile bana bu gözle bakıyorlar o an. Şarabımı yudumluyorum. O arkadaş olur da bu yazıyı okursa beni affetsin, psikolojim dağılmış.

Derken türlü rakı armağanından sonra orkestra bize darbuka ve zil veriyor. Başlıyoruz çala-oynaya şehrin ana yollarından damada gitmeye. Birisi de atar yapacak diye korkuyorum saat sabah bir veya iki ve 50 kişi göbek atıyor. Bir traftan da aklım baklavada. Lan bi de duyuyorum sağda solda ilk baklavayı damat yiyecekmiş falan. ''Nah yer'' de denmiyor tabi. ''Siz şok güzel ortam, şok güzel adetler'' diye turiste mi yatsam acaba? Bizim halk gavur sever sonuçta. Neyse derken varıyoruz damat evine. İşte teatral sahneler, bizi eve sokmuyorlar falan. Sonra baklava geliyor. Hemen kalabalığı yararak baklavanı başına varıyorum. Bu suç mahaline ilk dönüşüm. Baya iyi iş çıkarmışım, şu baktığım yerden baklavanın yendiği hiç belli değil. Düşünüyorum az sonra damadın annesi tepsiyi alıp folyoyu kaldıracak ve şoklar içerisinde bayılacak. Bunu gören damadın atarlı akrabaları ''kim yedi lan bu baklavayı diye bağıracak?'' O sırada da daha önce beni ve baklavayı aynı cümlede anan damadın arkadaşı ''Ben biliyorum, o sakallı bebe yaptı'' diyecek. Acaba dedim o çocuğun kafasına sert bi cisimle vursam mı? Ama sonra dedim bi tane dandik baklavadan böyle olduysam, direk Raskalnikov'a bağlarım. Vazgeçtim.

Neyse, tepsi içeriye alındı. Çığlık falan duyulmadı. Sonra bize de tatlıdan dağıttılar. Ben yemedim. ''Çok güzel, yesene'' diyenler oldu. ''Biliyorum güzel olduğunu, ben yedim'' dedim. Sarhoşum sandılar. Damat ve gelin sorunsuz kavuştu. Saat sabahın ikisini geçti. Kına gecesi bitti dediler. İnanamadım çünkü bu Brezilya kafasıyla çıplak denize gireceğimize neredeyse emindim. Sonra o yaşlı teyze yine yanımda bitti ve dedi ki: ''şimdi de bir battaniyeye kaynanayı koyup, ateşin üzerinde sallayacağız''. Hiç şaşırmadım olan onca aksiyondan sonra, dedim ki: ''çıplak denize gireriz diye düşünmüştüm''

İşte geçen gün bu damat ve gelini gördüm. Mevzuyu anlatıp günah çıkardım. Ancak ondan sonra bu yazıyı yazıp mevzuyu kapatma kararı aldım. Aslında buna hep dikkat ederdim, bilmediğim bir kültüre girdiğimde aksiyon almaya başlamadan önce iyice gözlem yapardım. Bu beni çok ülkede kurtaran, güçlü bir silahtı ama bir an çiftetelli coşkusundan hata yaptım.

Düğün-dernek sezonu bu sene böylece bitti.