Tuesday, November 28, 2017

DAHİ Mİ KEDİ Mİ?


Manava giderken evimin karşısındaki kalite kolejin önünden geçiyorum. Dört yaşında çocuklara yazılım öğretiyorlar burada, şakası yok.  Gururlu veliler bahçede oynayan çocuklarına bakıyorlar. Sezon açılışında bahçeye kurulan sunum ekranında acayip gaz vermişlerdi. Belli ki veliler gazı almışlar, adeta gururla dehalarına bakıyorlar. Merak edip duruyorum, bahçede oynayan bebelere bakıyorum. Bir veli yaklaşıyor yanıma: ''Yazılım öğreniyorlar ne kadar iyi değil mi? Bunlar gelecekte birer Steve, Marc, Elon olacaklar.'' Allah Allah, daha geçen sene altına dolduran dört yaşında bu bebeler hakkında bu kadar iyimser olmaya bizi ne itiyor bilemiyorum. Soruyorum:

-Sizin bebenin adı nedir?
-Nizamettin
-''Once Nizamettin, always Nizamettin'' (Bir kere Nizametin, hep Nizamettin). Steve olmaz bence.

Babası sinirleniyor. Belli ki çocuk Steve olmazsa imam hatip'de de tutunsun diye bu isim konulmuş. Yine de niyet okumayayım. Sohbetimiz orada kesiliyor. Kırgın baba uzaklaşıyor. Ben de manava doğru yoluma devam ediyorum. Yol boyunca düşünüyorum istisnasız her velide bu heyecan nasıl olabiliyor. İnsan kendisinin olanın daha iyi olduğuna nasıl inanıyor?

Bundan sekiz ay önce eve gözünü kaybetmek üzere olan bir tekir kedi geldi. Hesapta bir hafta ilaçlarını verip yollayacaktım. Ama o gün bu gündür evde. Madem benim kedim oldu, ben de onda büyük geleceker görme hakkına sahiptim elbette. Adını Karla Marx koydum, aşı karnesine de doğum tarihini 1 Mayıs olarak yazdırdım. Az da olsa umudum vardı tekirleri örgütlemesi yönünde. Çünkü benim kedimdi. Olmadı.

Kalite kolej evin karşısında, sabahları Karla'yla cama çıkıp gelen insan bebelere bakıyoruz. Anne-Babaların heyecanı fena halde etkiliyor bizi ve daha çok beni. Aileler çocuklarına gazı veriyorlar ve minik bebeler de buna uygun bilmiş davranışlar sergiliyorlar. Peki ben neden kedimi böyle şartlamayayım o zaman? Ben de onu çok özel olduğuna ikna etmeye karar veriyorum.

Kedim Karla'ya geldiği günden itibaren TRT-3'de klasik müzik ve opera ağırlıklı bir repertuar dinletiyorun. Onu, kaliteli müziğin bu olduğu yönünde şartlıyorum. Çünkü o hep bunu dinliyor, bunu tanıyor ve dolayısıyla bunu sevecek hesabıma göre. Altı ay sonra bir gün Müslüm Gürses açıyorum. Suratında bir yadırgama oluşmuyor. O zaman iyice emin olmaya başlıyorum ki biz insanlar gibi aşina oldukları veya sahip oldukları şeylere doğal bir üstünlük atfetmiyorlar. Bu çok hoşuma gidiyor.

Sonra Karla'ya bazı dini objeler dayatıyorum. Bir zaman sonra bu dine aidiyet duyacağını hesaplıyorum. Ancak olmuyor. En azından bayrak-millet sevgisi aşılayayım bari. Her sabah Türk kedi ırkısın sen deyip okşuyorum, mama veriyorum. Mamaya koşusu ancak cuma bayrak töreninden haftasonuna koşan bir ergenle boy ölçüşebilir. Sitede sokağa salınmış ''Russian Blue'', ''Scottish Fold'', ''British Short Hair'' gibi milli ve yerli olmayan türler var. Onların üzerine salıyorum milli bilincini ölçmek için. Hepsi birbirinin poposunu kokluyor, kardeş oluyorlar.

Moral-ahlaki değerleri yokmuş falan diye de okuyorum sağda solda. Vallahi aynı dünyada mı yaşıyoruz bilmem ama ben insanda da fazlaca rastlamıyorum bunlara. En azından standart ölçütleri var. Bir oraya bir buraya bükülmüyorlar. Yoğurt kabını açık bırakırsan net yalarım diyor. Yalamam deyip gizli gizli yalamıyor. Bir de başka yavruları emziren merhametli kedi de gördüm ben. Ha diyeceksin, evladını öldüren de var. İşte doğum kontrolü, rasyonel bir karar. Bizim de var evlat, kardeş kateden padişahımız. Popülasyonun bekası için yapılıyor sonuçta.

Sonra baktım kolejde geleceğin dehaları yetişiyor yetişmesine de analar babalar hep büyük motorlu jiplerle gelip gidiyorlar. Çocuğumun geleceği çok mühim diyen bu ailer bu bebelere bir gelecek kalması için asgari özeni göstermiyorlar. Alışkanlık ve konforlarından zerre taviz vermiyorlar. Oysa kediler öyle mi? Sitede mamalarını azaltınca derhal doğum kontrolü de dahil her türlü önlemi yürürlüğe sokuyorlar. Bütün bunlara rağmen ben ne yaptım? Gidip kediyi kısırlaştırdım. Tamamen insansı çarpık düşüncemin bir sonucu olarak. Bu kadar saçma bir karar verme mekanizmasıyla bu kadar özgüven de pes doğrusu. Kendime hayret ediyorum.

Karla ve diğer kedilerdeki karar verme mekanizmalarının çok daha net ve mantıklı olduğunu görmeye başladım. Yıllarca insan en üstün tatavası yaptık aramızda ama yakından bakınca kafa karıştırıcı sonuçlar elde ettim.

Konuyu çocuğu olan bir arkadaşıma açtım, anlattım durumu. Dedi ki:

-Aklı yok ki kedinin, muhakemesi eksik, idrak yok, sanat-bilim yapamaz

-Tamam da sanki biz hepimiz de Michelangelo'yuz, Newton'uz da kedilere bok atıyoruz. Allah aşkına çoğumuz sanattan başımızı kaldıramıyoruz gibi mi yapacağız şimdi?

Böyle mal gibi yüzüme bakıyor. Tabi bakacak iki yıldır ekmeğimin peşindeyim adı altında o da çocuğuna yazılım öğreten kolej parası biriktiriyor. Kedi olsa anlardı ne dediğimi. Bu arkadaşım normal sanıyor bu davranışı, rasyonalize etmiş bile.

Sonra ekliyor:

 -Misal benim küçük o kadar zeki ki TV ekranına dokunup oradaki yazıları da telefon gibi büyütmeye çalışıyor
-Lan lan lan, aynı bizim Karla, o da TV ekranına dokunuyor. Arkasına dolanıp orada ne var diye de bakıyor mu?

O günden beri konuşmuyoruz. Çocuğunu hayvan gibi yetiştirmesini önermesem iyiydi belki. İnsan her şeyi duymaya hazır değil.