Wednesday, January 17, 2018

YARIM LİSAN YARIM İNSAN

         Geçen gün Türkiye’deki yabancıdil öğrenme sorununa dair bir video izledim. İnternette biraz mevzuya bakayım diye gezinince ‘’Türkler neden İngilizce öğrenemiyor?’’ diye büyük bir tartışma olduğunu gördüm. Sayılara bakmak gerekirse ortalama olarak üniversie öncesi 950-1000 saat dil öğretimine zaman ayrılıyormuş ama öğrencilerin %95’i başlangıç seviyesinde bile performans ortaya koyamıyormuş. Bazı uluslararası araştırmalara gore Azerbaycan ile birlikte Avrupa’nın en kötü performansına sahip iki ülkesinden birisiyiz ve dünyada araştırma kapsamındaki 76 ülke arasında 51.’yiz.

Bu sayılarla dünyaya entegre bir üretimin içinde olmak zor olacağı için tahminim ekonomik ve sosyal gelişimimiz de bu veriye gore şekilleniyor. Örneğin ben komplolar içinde boğulan, her yabancının düşman algılandığı ve herkesin, her zaman bizimle uğraştığı tezlerinin de temelinde bunlar olduğunu düşünüyorum. Klasik tez ‘’anlıyorum ama konuşamıyorum’’ bile doğru olsaydı ve biz en azından dünyanın öncelediği konuları sağlıklı takip edebilseydik gerçekten ciddi anlamda rahatlardık. Kardeşim, herkesin işi-gücü var işte kendisine ve dünyaya dair. Sabah akşam bizden bahsetmiyor adamlar. Hakikaten de etrafınızda konuşulanı anlamazsanız böyle bir his gelebilir. Şu köşede gülüşen Almanlar acaba benden mi bahsediyor, oraya bakınca aniden sustular…

Herkes metodoloji de dahil birçok eğitim sorunu üzerine yormlarını yazmış. Uzmanlara gore bir dili öğrenirken amaçlanacak 4 hedef varmış:

            1-konusulanı anlama, 2-yazılanı anlama, 3-konuşabilme, 4-yazabilme

E biz bunları anadilimizde yapamıyoz ki başka bir dilde nasıl yapalım? Bebekken oyun dilini İngilizce yaparsak bebek İngilizce öğrenirmiş. Tamam öğrenir de hep o oyun dili seviyesinde kalır. Dilin incelikleri de büyüdükçe öğrenilir. Bence biz düşünmeyi, akıl yürütmeyi, metodolojik fikir geliştirmeyi temel eğitimde öğretmedikçe dil öğreniminde oyun seviyesinin bir adım ötesine geçemeyiz. 

Son zamanlarda merak sardığım davranışsal psikoloji, insanın düşünme ve karar mekanizmaları üzerine şunu söylüyor. İnsanda iki mekanizma var: birincisi: hızlı, kontrolsüz, çağrışımlı, bilinçsiz. Yani fazla kafa yormadan yaptığımız şeyler diyebiliriz ki anadil burada. İkinci sistemimiz ise kontrollü, çabalı, tümdengelimli, yavaş, farkında olarak, kurallara göre.

İşte yabancı dil bu ikinci kısımda. Biz kararlarını beynindeki bu ikinci kısımla alanlara ‘’enayi’’ deriz. Onu diyemezsek de ‘’pratik değil’’ deriz en azından. İkinci sistemi biz neyde kullanıyoruz ki yabancı dilde kullanalım. O alanı hiç beslemeyen bir toplum olalım ama sonra şakır şakır yabancı dil öğrenelim. Yok öyle kardeşim, ne kadar ekmek o kadar köfte. Şimdi benim Almanya’da kırk yılda 15 kelime öğrenen kardeşimin sırrı da burada yatıyor işte. 


Ama şimdi bir dil öğretecez diye de beynin rasyonel karar alabilen sistemlerini devreye sokmaya değer mi? Emin olamadım. Çünkü o zaman da politik seçimlerden, finansa kadar her şey değişecek. Kaş yaparken göz çıkarmayalım durduk yere. Çoluk çocuk İngilizce konuşacak diye bütün bunlara gerek yok. Nasılsa kalabalığız, kendi kendimize yeteriz.