Baktım blog yazıları hep gezip tozmayla ilgili olmuş. Oysa biz buraya okumaya geldik. Bu aralar bir ödev verdiler ki gerçekten zor, İtalyan zoru değil yani....2 haftadır üzerinde çalışıyorum. Bu ödev bizi sınıf arkadaşlarımızla yakınlaştırdı tabi ki...Ama Asya’lılar bireysellikten ödün vermiyor. Oysa ben devamlı “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” probagandası yapmaktayım sınıfta. Çağrıma Kolombiya’lı Juan Pablo cevap verdi...Bu ödev yüzünden iyi bir ikili olduk. Fakat bir Türk ve bir Kolombiyalı yan yana olunca insanlar başka şeyler düşünüyolar. Oysa biz ilim irfan peşindeyiz. Gel de anlat gavura....Gerçi Politekniko’da master yapıyorum demenin İtalyanca’sını biliyorum. Burda var biraz prestiji. O zaman işler değişiyo...
Burada Milano merkez tren istasyonunda uluslararası yayınları bulabileceğimiz bir büfe bulduk. Hürriyetin gurbetçi baskısını edinebiliyoruz bu büfeden...ama gazete Türkiye’de çıkan Hürriyetten çok farklı...Her sayfasında Avrupa’daki Türklere yapılan haksızlıkları anlatan haberler ve şiddet var. Örneğin dünün gazetesinden manşetler: “Londra Teksas olmuş, 3 ayda 3 Türk genci öldürüldü”, “Eurotürk’e loto tuzağı”, “ Kayınvalidemle iki görümcem kızlığımı plastik muzla bozdu”, “Dolmuş kültürü Münih’e taşınacak”, “ Türk annenin dramı”, “Kasap Yıldırım, kurban kestirecek olanları uyardı : Belçika ve Hollanda’daki mezbahalarda etler çalınıyor.” Bunlar yetmezmiş gibi İclal Aydın da Ayşe Armana röportaj vermiş: “Acayip güzel acılar yaşadım” Tabi her sayfadaki döner makinası ve et bayii reklamları da cabası...İnsan bu gazateyi okuyunca nefretle doluyor, sokağa çıkıp sinirlenesi geliyor. (Şakadan)
Ben buna ek olarak bir de Osmanlı’nın kuruluş yıllarını anlatan Kemal Tahir romanı “Devlet Ana”yı okumaktayım.Kitap çok güzel olmakla birlikte Osman Bey, Frenk’e aman vermemekte, kafaları acımadan almakta....
Bu kadar faktör birleşince geçen gün kafede talihsiz bir olay yaşadık. İtalya’ da Türkçe konuşurken çok rahat olduğumuzu yazmıştım daha önce, yine o rahatlıktaydık. Sonra bize bir kaç yabancı arkadaş da katıldı. O ara İngilizce’ye geçmişiz. İngilizce de anlamadıklarını düşünüp yine rahat rahat konuşmaktayız. Laf döndü dolaştı Türkiye’ye oradan da 1. Dünya savaşı ve kurtuluş savaşına geldi. Biz heyecanla yabancı arkadaşlara Almanlar yüzünden nasıl yenik sayıldığımızı, kurtuluş savaşını nasıl kazandığımızı anlatırken adeta sandalyede değil, Söğüt Domaniç yaylalarındaki Türkmen atlarında oturmaktaydık. Tabi ben de dedim ki “Benim dedem de savaşmış, kızdırmasınlar keserim bu Avrupa’lıları”. O an anladık ki etrafta baya İngilizce bilen varmış. Sayabildiğim 10 kişi kadar insan bana bakmaktaydı...Tabi yabancı arkadaşlar ve biz de gülmeye başladık...Ne at kaldı ne kılıç...Sonra biz gülünce etraftaki Avrupa’lılar da rahatladı biraz....Ama yine de çoğu kahvelerini bitirip kalktı.
Bu hürriyette yalnız güzel bir haber vardı...Kamyon yazıları yarışmasının sonuçları...Şimdi oradan bazı yazıları paylaşmak istiyorum:
-Kamyon çeker 10-20 ton, gönlüm çeker Paris Hilton.
-Araman için ille de hata yapmam mı gerekir.
-Ne Müslüm’den, ne de Orhan’dan, sevdiğim tek parça “yedek parça”
-Sağlam şöför kalmaz rampada, Müslim baba sığmaz I-pod’a...
Bu arada 23 Kasım’da İtalyan Telekom’dan bizim interneti bağlamaya geleceklerini söylemek için aradılar. Umarım daha fazla uğraşmak zorunda kalmayız da bağlanır artık internet. Burada insanlar o kadar telaşsız ve umursamaz ki anlatamam. Beklemeye o kadar alışıklar ki...Kimse hiç bir konuda stress yapmıyor. Umarım ilerleyen zamanlarda ben de bu rahatlığa ulaşırım...
Ciao!