Lecco hala yağmurlu.Biraz can sıkmaya başladı.
Yine böyle yağmurlu bir Pazar günü dondurma yemek için dışarıya çıkmıştım. Bir de ne göreyim, etraf tıklım tıklım dolu. Meydanda mancınıklar, ortaçağ kıyafetli insanlar cirit atmakta. Bir anda kendimi film seti gibi bir ortamda buluverdim.Meğer Lecco’nun düşman işgalinden kurtuluş yıldönümüymüş. Kurtuluş yıldönümü ama kıyafetler en az 500 sene önce kurtulduğunu göstermekteydi.Hemen aralardan sıyrıla sıyrıla önlerden bir yere ulaştım. Oldum olası severim “Düşman işgalinden kurtulma” senaryolarını. İzlemeye başladım. Etrafta adrenalin dolu bir müzik, halk galeyana gelmiş durumda. Ben hangi tarafı destekliyoruz acaba düşüncesi içerisindeyim. Bir ara yanımdakine “Yunanlı mı bunlar?” diye sordum. "Karışık" dedi...
İlk senaryoda okçular ve mancınıklar Lecco’ya saldıran düşman birliklerine karşı şehri savunmaya çalışıyorlar. Ancak savunamıyorlar.Temsili saldırıda düşmanın kazanmasına çok şaşırdım. Ne adamsınız ya dedim, düşman şehre girdi, halk olarak biz neden izliyoruz ki...taşla sopayla dalalım.Yok efendim, izlemekle yetindik! İyi aman dedim...O günden bu yana bari medeniyette yol almışsınız.
2. Seneryo oynanmaya başladığında ise olayın vehametini anladım çünkü işgalci güçlerin lideri konumundaki adam “Buraya hristiyanları öldürmeye geldim” diye çığlıklar attı. Dahası kötülerde olan herşey bu adamlarda vardı: oyunu izleyen çocuklara gaddarca bağırma,dövüşte arkadan vurma,kapkara giyinme.Ayrıca bu kötü adamın (Sanırım adı tarihte Omar Sheriff ama internette sadece yonetmen olanı bulabildim) siyahi bir yardımcısı da vardı ve buram buram şark kokuyordu senaryo. Herkes bunları yuhladı. Bağırdım ama sesimi duyan olmadı: “ Müslümanlık bu değil,bu değil!” Ufacık çocukların kanına giriyolar...Sonunda Francesco da Malgrade isimli tarihi bir hristiyan şovalye bu zulme son verdi ve müslümanları öldürüp bol alkış, ıslık arasında oyun sona erdi. Etrafımdaki 3-5 çocuğa işin aslı böyle değil, müslümanlar böyle insanlar olmak zorunda değil falan diye ders anlatıyordum ancak aileler çocuklarına saçma birinin yanlış bilgiler verdiğini sanıp beni azarlayıp çocukları aldılar yanımdan.
Olacak şey değildi ama yapacak bir şey de yoktu. Derdim müslümanların yuhalanması da değildi ama bu çocuklar bu yaşta bu eğitimi alınca günümüz Türkiyesine de pek objektif bakamazlar diye korktum.
Sonradan düşündüm de çırpınmanın faydası yok. Su akar yolunu bulur. Güneyliler normalde Türklere karşı daha önyargılı olma potansiyeline sahip.Nedeni de şu: 1480’de Osmanlı donanması İtalya’nın Güneyindeki Otranto’ya çıkıyor. Şehri pek zorlanmadan ele geçiriyoruz ama Coca-Cola sponsorluğundaki Türk donanması “Hep daha fazlasını iste” mottosuyla yönünü Vatikan’a çeviriyor. Dönemim papası hemen haçlıları topluyor. İçerilere ilerlemek istiyorlar fakat ilerleyen zamanlarda savaşı kaybediyoruz ve donanmamız da eriyip gidiyor. Yüreklere korku saldığımızla kalıyoruz.İşte ” Mamma li turchi” kalıbı da bu yıllardan kalma.Günümüzde hala yaramaz veya uyumayan çocukları tehdit için kullanıyorlar(İğneci teyze tadında). Tabi bu tarz saldırılarda aynı zamanda kültür değişimi de oluyor. Mesela bugün İtalya’nın kültüründe vazgeçilmez olan kahveyi ,bu ve benzer olaylar yoluyla Osmanlı’dan aldıkları neredeyse kesin. Tabi bunu daha hiç bir İtalyan’dan duyamadım. Kahve mevzusunu bir tarafa bırakırsak, güneyliler böyle bir kültürden gelmesine rağmen bütün samimi olduğum insanlar güneyli veya güney kökenli. Bu gariplik çözülmesi zor bir tezat benim kafamda.
Geçen gece rakı içtik göl kenarında. Çoğu Türktü ekibin ama bir ara İtalyan (Sicilyalı) bir çocuğun “Viva la Turchia” (Yaşa Türkiye) diye bağırdığını duydum. Ne oluyo dedim, kızlardan birisine yaklaşmak için her yolu deneyen İtalyanlar’ın bir numarası olduğunu sandım önce.Rakının yapıverdiğine bak diye düşünüyordum. Ne de olsa nice yiğitleri yamultan bu aslan sütü, alışık olmayan bünyeyi Türkiye sempatizani yaptı sanırım diye düşündüm. Sonra çocukla muhabbet ederken dedi ki: “Kuzeylilerle samimi olmak ne de zor, sizle ne güzel uzun zamandır tanışıyomuş kıvamına geliverdik”. Ben de : “Sen bi de sucuğu yesen, daha da kuvvetli bağırırsın” dedim. Eleman “Sucuk ne?” diye sorunca da az gelişmiş İtalyancamla tarif etmeye başladım elimle de göstererek. Çocuk küsüp gitti. Bende jeton sonradan düştü. Sucuğu tarif ederken yaptığım betimleme cinsel çağrışım yaptığı için çocuk alınmış. Gittim bi de bu durumu düzelttim akşam akşam...
Bu çocuk kendi şehrinde belki düşman işgali törenlerinde Osmanlı kuvvetlerinin atılışını da izlemişti defalarca. Demek ki, yüzyüze gelip konuşma fırsatı olunca çok da önemli değildi. Tabi ki burada en büyük kültür elçimiz, en güzel arkadaşlık bağlarının mimarı Yeni Rakımızın hakkını da teslim etmemiz gerekiyor.
Türk insanı ve rakı bir araya gelince açılamayacak kapı yok kanaatideyim özellikle de sucuk tasvirinde dikkatli olunursa.
Salute...