Image via Wikipedia
Gelişen olaylar neticesinde hızlı kararlar alıp İtalya macerasına son vermem gerekti. Tekrar gitme hakkımı saklı tutup Türkiye’ye döndüm. Ankara ve İstanbul’da biraz zaman geçirdikten sonra Aydın’a geldim.
Aydın’a geçmeden önce de blogumu takip eden arkadaşların ısrarı üzerine Denizli’de bir hafta geçirdim. Denizli esnafının hatrı sayılır simaları tarafından “yılın en iyi blogu” ödülümü almak için Denizli'deydim. Bu süre zarfında Denizli esnafının dertlerini de dinledim. Esnaf genellikle bitmeyen altyapı çalışmalarından, siftahsız geçen günlere rağmen yazar kisvesi altında dükkanlara saatlerce çöken işsizlerden şikayetçiydi. Allah sizi inandırsın, insanın da yapacak işi-gücü olmayınca saatlerce oturabiliyor esnaf mekanlarında. “Ayağım çok uğurludur” safsatasıyla 2-3 gün takıldıktan sonra, işlerde bir açılma olmayınca arkadaşları biraz gerdiğimi hissedip, şehri terkettim. Umarım durum gidişimden sonra iyileşmiştir.
Denizli’yi Türkiye’de enteresan kılan bir diğer hadise de sembol olarak kendilerine Horoz hayvanını seçmeleridir. Türkiye’de çoğu şehir meyve-sebzesi ile ünlüyken pek az şehrimiz bir hayvanı ile ünlüdür. Denizli esnafınfa bunu da devamlı olarak öne çıkarma, halıya, kilime, beze basma isteği sezdim. Hatta bir horoz figürünün baş kısmındaki deliğe suratınız koyup, horoz kılığında Denizli hatırası çektirmeniz bile mümkün. Yalnız horoz namını sonuna kadar hakediyor, o ayrı...
Esnaf arkadaşlar beni Denizli’nin lezzet duraklarından Kebapçı Halil ve Helvacı Şerif’e de götürmeyi ihmal etmediler. Hakikaten efsane ürünler tattık bu mekanlarda. Tabi ki blogda bir Denizli bölümü yazma sözü karşılığında gerçekleşti tüm etkinlikler. Esnafa kendimi kısa sürede sevdirmemde Aydın’dan alışık olduğumuz şivenin çok benzerinin konuşulmasının rolü yadsınamaz. “k” sesini çıkaran bir adamın buralarda tutunması çok zordur (bazı tek heceliler hariç). Misal vitrin bakarken yanınınıza gelen adam: “Ne baktıydıngız?*” dediğinde “Bu kaç para?" derseniz kesin kazıklanırsınız. Doğru cevap “İndeki gaça?” tarzı bir şey olmalıdır. Bir de ara ara ismin hallerini karıştırmalısınız. Örneğin maç izlediğimiz mekanda takımına deliren bir amca: “Topu bas, topu” diye ayaklanıp bağırırken, siz bu amcaya “Oturur musunuz, göremiyoruz” diyemezsiniz. Doğrusu: “Beni bak baken, göremepdurum” olmalıdır. Yoksa harcatırsınız kendinizi. Siz siz olun, her şeyin sonuna “gari” ekler yırtarım diye düşünmeyin.
Şehrin iddialı olduğu bir diğer husus da moda. İnanın, Milan seviyesinde bir moda şehri Denizli. Özellikle Bayramyeri vitrinleri Milan'ın Duomo meydanı çevresini andırmakta insana. Tek farkı çarşıda-pazarda çok az hatun olması. Denizli modası erkeklerin tekelinde adeta. Bir de havluya öyle çok yatırım yapılmış ki sanırsınız sokaklarda da havluyla gezilecek. Ama yine de ben Denizli'yi "Anadolu'nun Milan'ı" ilan etmekte bir sakınca görmüyorum.
Bir de merkeze ilçelerden göç etmiş insanlar vardır bu şehirde. Ancak artık her yerdelerdir ve topluma karışmışlardır. Şimdi adını vereceğim 2 ilçeye çok dikkat edin: Çal ve Tavas. Buradan insanlarla karşılaşırsanız gözünüzü dört açın. (Yanlış anlamayın benim de çok Çal’lı arkadaşım var, çok mert olurlar). Hikaye şu: Yılanla Çallı’yı aynı çuvala koymuşlar, Çallı yılanı ısırmış. Yılan: “alın beni burdan” demiş. Yılanı alıp Tavaslı’yı koymuşlar, Çallı: “yılanı geri koyun” demiş...
Bu şehirden çok iyi arkadaşlarım olduğunu tekrardan belirteyim. Özellikle Ankara ve İstanbul'da Denizli diasporasıyla çok vakit geçirdim ama yerinde görmek ayrı bir lezzet. Bana bu ödülü layık gördükleri ve misafirperverlikleri için hepsine çok teşekkür ederim. Özellikle de Excel Fırat ve aynısını ben evde kullanıyorum Erdem’e sonsuz teşekkürü borç bilirim...
Bir diğer ilimizde görüşmek dileğiyle....
*ng: bu ses n harfinin daha genizden söylenmesi yoluyla çıkarılır ve şivenin yapay mı gerçek mi olduğunu ortaya çıkaran bir turnusoldur adeta...Konsept olarak benzeri için İngilizce'deki th sesi düşünülebilir. Hiç "three" diyenle "tree" diyen bir olur mu?
No comments:
Post a Comment