Güzelim yaz yine bir solukta geldi ve geçti. Döndük geldik İtalya’ya geri. Ben zaten yağmuru -yağışı, son baharı hiç sevmem ama güneşli güzel bir havayı bırakıp, yağmura yağışa gelince ve bu geçiş 3 saatte olunca içim buruldu. Ama ne yaparsın “doğduğun değil, doyduğun yer” demiş atalarımız. Ben de hiç bir yerde tam doyamadığımdan her yer bana vatan, ya da hiç bir yer.
İstanbul’a inildikten sonra aylarca bilenmiş vücudumu özgür bıraktım. Bir okun yaydan çıkışı gibiydi. Kahvaltıda kokoreç yediğim günler de oldu, ayran üstüne şalgam içtiklerim de. Hatta bazı garsonlar beni durdurmaya bile çalıştı. “Birader, ayran üstüne şalgam içilmez!”. Dedim: “Abi sen ver, bünye aç,6 ay oldu”. Onlar sanmış ki saç uzun olduğuna göre askerden gelmiş olamaz,demek ki mapustan çıktı. Durum ciddi, leş kokulu pastırma ikram eden bile oldu. Bi baktım istanbul günleri böyle geçivermiş şurda turşucu vardı,şurda kokareç diye koşuşturken. Malum zor şehir. Yollarda zaman kaybettim lezzet duraklarına ulaşmak uğruna. Sevdiklerimi de genelde masa başında görüp,İstanbul’a elvada dedim, güneye çevirdim rotamı.
Güneyde Amerikanvari bir yol gezisi (road trip) yaptık. Antalya-Kekova-Kaş-Kalkan-Fethiye-Ölüdeniz-Kelebekler Vadisi rotasında takıldık. Hatta daha da Amerikanvari olsun diye deli gibi güldük, bir an bile susmadık, her an güneş gözlüğü taktık.O kadar rahattık ki arabada ayağını cama dayamadan gidemeyen insan profili bile vardı. Vatan özlemi de eklenince bu geziye her dakikası “Yemişim Avrupa’yı” mottosuyla geçti. Yalnız anladım ki bu yol gezisi olayı gerçekten de kültürel bir olaymış. Şimdi ben yolcu olarak bindiğim taşıtlarda hemen uyumaya çalışmışım yıllarca ıstırap çekmeyeyim diye düşünüp. Bir yazda değişecek şey değil bu. Türk yolcusu, bir yolculukta ya uyuyacak, ya film izleyecek ya da topkek-çay kombinasyonuna gidecek. Yani aracı kullanan sen değilsen aktif olmak çok zor gerçekten. Normal bir arabada da ne topkek-çay imkanı var ne de film. Dolayısıyla ben gezinin başlarında eskiden gelen alışkanlıkla hep uyumayı seçtim. Kilometrelerce yol gidildikten sonra bende jeton düştü, Amerikan filmleri gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti (Zaten film olduklarından kolay oldu). Burada amaç sadece bir yerden bir yere varmak değil, bu yolculuk sırasında da mümkün olduğunca eğlenmek, çılgınlıklar yapmak, aklın yokmuş gibi davranmak ve sonunda da yolculğun nasıl geçtiğini anlamadan sıradaki noktaya varmaktı. Sonuç değildi önemli olan, metoddu. Hemen kalktım ve sonrajki 4-5 gün boyunca durmadan güldüm,hiç uyumadım da yolda. O kadar Amerikanlaştık ki (Sadece ben değil,tüm ekip) Kelebekler vadisinin üzerindeki köyden ayağımızda sandaletlerle, 500 metrelik kayalıktan aşağıya inip tekrar yukarıya çıktık. Hala inanamıyorum, ne kadar da çılgındık!
Tabi ki kültürü, çevresel şartlardan bağımsız düşünmemiz saçma. Neden biz Türkler’de yol gezisi yapmaya elverişli kültürel altyapı mevcut değil? Bence şu: Dönüşte Fethiye-Burdur yolunun rezilliğini ve sorumsuz trafik anlayışını görünce o içimdeki kıpır kıpır neşeli Amerikan çocuğu anında kayboldu, yerine tedirgin, başına bir şey gelmesinden korkan Türk çocuğu geri geldi. Yollar mucır, bazen yol tek şeride düşürülmüş ama tek bir işaret konmamış. Kalkan tozlardan görüş mesafesi 4-5 metreye düşmüş. İnsan resmen tırsıyor. Bu tırsma dakikalarında da içimdeki Türk çocuğu Amerikalı veya Avrupalı çocuğa sesleniyor :”Gülsene len ibne! Nasılmış? Senin o sarı çizgili yollarına benzemez buralar. Road trip’i de yedirirler adama”. Tam bunları düşünürken de karşıdan grayder tabir ettiğimiz alet üzerimize doğru gelmeye başladı. Bu kadarı da pes dedim. İşte ben bu yüzden uyuyorum taşıtlara binince,anladım. Bari kaza falan olacaksa görmeyeyim ne olduğunu. Her an gibi bu yol gezimiz de yeniden stress yumağına dönüştü. O an Avrupa’yı ilk kez hafiften özlediğimi farkettim. Stress düzeyi düşük bir hayat.İçimdeki haliyle sinirli Türk çocuk: ” Siktir git o zaman Avrupa’ya!” dedi. Aldırmadım fazla, 25 yıl, her an stress çekti. Eski dost düşman olmaz!
Her şeye rağmen özellikle Kaş ve Kalkan arasındaki Kaputaş plajı ve de Kelebekler vadisi çok çarpıcıydı. İlk başlarda turist görmeye tahammülüm yoktu (İçimdeki sinirli Türk beni ele geçirmişti). Ancak sonradan daha sakin olmaya karar verdim ve bu güzel geziyi sakin bir şekilde bitirdim. Güney’den sonra yüzümü Batı’ya döndüm. Ver elini Didim.
Ailemle sakin bir tatil geçirdim. Arada 1 geceliğine Kuşadası’na gittim. Kuşadası gezimiz yukarıdaki yol gezisinin tam tersine tam bir Türk etkinliğiydi. Bunun ilk şartı da ekibin tamamen erkelerden oluşmasıydı. Bu gerek şarttı ama kesinlikle yeter değildi. Geziye akşam üzeri Didim’den başladık. Kuşadasında’ki arkadaşlarla bir evin balkonunda buluştuk. Vardığımızda “Arttırmalı 51” adıyla da bilinen çok karmaşık ve acımasız oyunu oynuyorlardı. Oyun bitince, mangal yakıldı, rakılar açıldı, kafalar çekildi,muhabbet başladı,cila yapıldı, uyku geldi,sızıldı. İşte bu format tamamen bize ait bir tatil formatıydı ve ben nasıl “Road trip”te tedirginlik yaşıyorsam eminim ki bir Avrupa’lı bir Amerika’lı da bu balkon turizmine gelemezdi. Şehre inmek, barlarda coşmak isterdi. Oysa ben o balkonda, yıldızların altında,inceden tüten sinek ilacı kokusuyla, samimi, içten arkadaşlarla öylesine mutluydum ki! “Yemişim Avrupa’yı, yemişim İtalya’yı!”
Tatilde beni yalnız bırakmayan tüm dostlara kucak dolusu sevgiler.