Saturday, February 21, 2009

Rönesans Türkler Sayesinde Olmuş?


Rüzgarın yönü iyice değişmeye başladı. Seçimlerden sonra Lega Nord (Kuzey ligi)’un hükümete ortak olmasını izleyen süreçte bir de ekonomik kriz patlakverince faşizm İtalya’da aldı yürüdü. Tabi biz bu anlamda faşizme Türkiye olarak biraz yabancıyız. Sanayimizde büyük gelişmeler olmadığı için yurt dışından çalışmaya gelen olmadı pek bizde. Doğu Avrupa’dan kominizm sonrası gelen kimseler olsa da bunlar ihmal edilebilecek kadar azdılar ve ülkelerinin AB’ye girmesiyle birlikte geriye döndüler. Bizde yabancıya bakış daha çok şu şekilde: Bir arkadaşımın Milano’da diskoda tanıştığı bir arkadaşı Trabzon’da çalışmış bir zamanlar. Sanırım Amerika’lı imiş bu insan ve dil öğretmenliği yapmış Trabzon’da şimdi de Milano’ya taşınmış. Kendi ağzından dinliyoruz: “Sevgilim Afrika kökenli Amerikalı. Trabzon’a arada beni ziyarete geliyordu. Sokakta halk hep Trabzonspor’a yeni transer olmuş bir futbolcu sanıp, fotoğraf çektiriyordu.”

İtalya’da ise durum tamamen farklı. Özellikle 80’lerden sonra hızla gelişen sanayilerine işgücü yetiştirebilmek için dünyanın dört bir tarafından göçmen almışlar. Dünyanın dört bir tarafından göç olur da Güney İtalya’dan olmaz mı? O da olmuş. İlk ulaşanlar en çok açlık çekenler ve yeni fırsatları ilk koklamak zorunda kalanlar olduğu için en çakallarmış. Bu ilk gelenler, Kuzeyliler’de 25 yıldır değişmeyen ve çocuklarına bile aşıladıkları bir imaj bırakmayı başarmışlar. Kuzeyliler’e göre Güneyliler’in en önemli ve genel özelliği hırsız olmaları. Tabi ki ilk planda eğitimsiz ve zor durumda olan Güneyliler’in geldiği unutulmamalı.

Ülke içi faşistlikten sonra biraz da uluslararası faşistlikten bahsedeyim. Siyahi Afrikalılar, Kuzey Afrikalılar, Asyalılar, Araplar bu grupta telefuz edilebilir. Maalesef biz de Araplar grubuna dahil ediliveriyoruz. Bunun da sağlaması şöyle yapılıyor: Müslüman mı? ,Evet, o zaman Arap’tır. Bu insanlara da ne kadar zaman geçse de asla güvenmeyi öğrenememişler. Israrla kendilerinden uzak tutmalarına rağmen bu insanları, en büyük argümanları da hep “Entegre olmuyorlar” düzeyinde. Arkadaşım, sen adama şans vermezsen nasıl olacak! Öğrenciliğin en büyük avantajı burada. Biz öğrencilere her zaman sınıf arkadaşlarımız,okul arkadaşlarımız tarafından bir şans veriliyor. Biz de o şansları kullanınca yolumuz biraz açılıyor ama fabrikadaki adamın böyle bir şansı olmayabiliyor ve entegrasyon kısır döngüsü başlıyor. Yani kabul gördüğünüz bir topluma mı entegre olursunuz,yoksa entegre olduğunuz topluda mı kabul görürsünüz?

Tabi ki ekonomik açıdan yerel halk rahatken bu sorunlar pek yüzeye çıkmıyor, ama şu an Avrupa’yı ziyadesiyle vuran kriz durumlarında olaylar farklı oluyor. Birkaç arkadaşım tren istasyonunda İspanyol ve Türkler’den oluşan bir grupla ilerleyip İspanyol’ca konuşmaya çalışıyorlar. İspanyol diyorum ama aslında bu arkadaşlar da Bask’lı. Tabi biraz bağırarak ya da şakalaşarak yürüyen bu arkadaşlara kenarda oturan 3 sarhoş: “Siz hangi dilde konuştunuz?” diyor ve üzerlerine yürüyorlar. Ufak bir arbede yaşanıyor ama arkadaşlarımız gereken cevabı veriyorlar. Gereken cevap da şu hikayede gizlidir: (http://www.metacafe.com/watch/2200736//) Mesajı alan İtalyan faşistler ufak ufak uzaklaşıyorlar.

Barda sohbet ettiğimiz İtalyanlar’dan bazıları da bize:” İtalya’yı seviyor musunuz?” diye sordu. “Evet” deyince de ekledi: “ Ben hiç sevmiyorum, faşist bir ülke”. Bu örnekleri arttırmak mümkün. Mesela; daha önceki yazılarımda bahsetmiştim italyanlar’ın kendilerinin de bizden aşağı kalır yanı olmadığı halde sigara içmemize itafen kullandıkları “Fumare come un Turco” (Türk gibi sigara içmek) sözünden sonra bir sözlerini daha öğrendim “Lavorare come un Negro” (Zenci gibi çalışmak). İşin en kötü tarafı da bu sözü söyleyen arkadaşın “Ama bunda kötü bir taraf yok, bu ırkçılık değil” iddeasında olması. Arkadaşım daha ne olsun? Ama nafile, ikna edemedik. Irkçılık tanımında bile bir kayma var burada. İnsanları renklerine,görüntülerine göre ayırmamayı beceremiyorlar. Bir keresinde de öğretmenimiz sınıfta tenefüste dersten kaçan 2 Çinli arkadaşımızı sormak için: “İki Asya’lı vardı, nerede onlar?” diye sormuştu. Bunu sınıfta o kadar da yabancı öğrenci varken yaptığına göre o da sanırım bunu normal sanıyordu.

İşte dostlar,bir taraftan derslerimize çalışıyoruz, bir taraftan da bu dünyevi işlerşe uğraşıyoruz. Biz medeniyet dedikçe işin altından neler neler çıkmaya başladı...Yalnız, ben de üzerime gelenlere karşı elimi git gide güçlendiriyorum. Öncelikle bir kaç platformda denediğim kahve Türkler’den İtalyanlar’a geçti argümanımla çok ses getirmiştim. Bu konuda çok ortamda İtalyan kardeşlerimi bunu kabul etmeye zorladım ve başardım. Şimdi yeni silahımın denemelerini yapıyorum. Rönesans Türkler sayesinde oldu! Bu açılımım, benim faşizme karşı yeni açılımımdır ama sonuncusu olmayabilir. Çok ileri gittiğimi düşünenler olabilir ama yavaş yavaş bu konuyu da tartışmaya açıyorum. Şöyle ki, rönesans başlamadan önce Floransa çok zenginleşiyor. Sanata ve bilime yatırım için elbette sermaye gerekiyor. Bu sermaye nasıl sağlanıyor? İşte bu soruyu sorma aşamasına getirdiğim İtalyan rakibimi burada kilitliyorum. Artık kendisi kurt kapanıma girmiş oluyor. Çünkü bu sorunun bir tek cevabı var. Türkiye o yıllarda pamuklu ve ipekli dokumada çok ileri. Bu dokuma ürünlerini bizden alan Floransalı’lar bu ürünleri Fansa, Almanya dolaylarına faiş fiyatlara satarak zenginleşiyorlar. İnanmayan araştırsın.

Mesela başka bir arkadaşımı da barda İtalyan bir komünist kardeşimizi kenara çekmiş, “Oruç, yoksulluğu anlamanın en iyi yoludur” derken yakaladım. İşin ilginci komünist kardeşimiz de ikna olmuşa benziyordu. Gurur duydum. Herkes kendince saldırıları savuşturmanın yolunu buluyor. Değişime adapte olduğumuz kadar güçlüyüz, herkes kendine göre faşist atakları karşılamanın yollarını bulmuş durumda.

Faşizme karşı omuz omuza...

5 comments:

NeReYe said...

valla rönesans tabii ki türkler sayesinde başlamıştır (ilber ortaylı havasında valla diye başladım dikkatinizi çekerim). bir görüşe göre,
fsm istanbul'u aldığında (ve dahi daha önceleri haçlı seferleri dönemlerinde), avrupaya kendini atan hıristiyanların götürdüğü farklı bakış açısı rönesansı tetiklemiştir.
bunun ustune bir de floransalı tuccarlar eklenince, ki muhtemelen bence bu da dogru bir aciklamadir -ama tarihe nedense ekonomik aciklamalar yerine sosyo-politik aciklamalar getirmek daha kolay gelir, o yuzden bugun bunu ovgunun tartismaya acmasini takdirle karsiliyoruz - rönesans artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Cihaşümul Osmanlı'nın bunda payı olmadığını düşünmek abesle iştigal olur.

ovgu said...

Ben de İlber Hoca'dan duydum ilk. Tabi bunu Avrupalı'ya anlatmak çok zor. Bunu kabul ettikleri noktada Avrupa içindeki Türk karşıtlarının da en büyük kozu gitmiş oluyor çünkü.
"Türkler'in Avrupa ile tarihi,sosyal bir bağı yoktur"

NeReYe said...

Tabii bildiğiniz gibi, o dönemde "türk" kelimesi aslında müslüman ile eşanlamlı kullanılıyordu, osmanlı'nın rönesanstaki payı diye olaya bakmak daha doğru... Ayrıca müslüman-arap bilginlerin 8-12. yüzyıllar arası yaptıkları çalışmalar da çok büyük ölçüde etkilidir. Keza ortadoğulu papazların da etkisi yadsınmamalı... Yani dinden, milletten bağımsız bir doğu coğrafyası etkisinden bahsetmek belki daha yerinde olur.

ovgu said...

Bir de sanırım bu konuda Antik Yunan eserlerinin saklanmasında Doğu'nun büyük payı var. Yani Avrupa daha sonra Doğu çevirilerinden okumuş Antik Yunan'ı.
Ancak bunlar hiç vurgulanmıyor. Mimarlık tarihi dersleri bile Yunan'dan başlıyor. Halbuki Persler'in katkısı yadsınamaz. Bu konuda sınıfta da başkaldırı olmultu İranlı'lar tarafından ama gereken desteği veremedik çünkü biz Türkler olarak da Acrapolis'i Osmanlı'nın değil Venedik topçularının Osmanlı ordusunu çıkarmak için yıktığını ispat etmekle meşguldük. 2 haftada ancak kabul etti hocamız bu tarihi gerçeği.

NeReYe said...

:)))))