Cuma sabah 9'da telefon çaldı. Emir büyük yerden, saat 15'de Bremen'den uçağa binilecek, Diyarbakır'a gidilecek. Zaten hiç açmadığım bir valizim var. Biraz takviye yaptım. Yola koyuldum. Mevsim yaz, seyehat etmek daha az sıkıntılı. Böylelikle Vechta-Bremen-Paris-İstanbul-Diyarbakır-İstanbul-Amsterdam-Bremen-Vechta yolculuğum başlamış oldu. Batı'nın Paris'inden, Doğu'nun Paris'ine uzanan bu yolun en eğlenceli kısmı Diyarbakir'da çalışan gerçek Parizyen mühendisti. "Burası da Paris gibi" dediğim dakikadan, ayrıldığım dakikaya kadar dert yandı. Ben hep gavurları gözlemledim ama bizi gözlemleyen gavur da çok eğlenceliymiş. Özellikle arka taraftaki düğün salonundan havaya keleş sıkılınca sakince "camdan uzak dur" deyişindeki serinkanlılık beni aldı götürdü...Sonra da düğünlerde çalan müziklerdeki (özellikle zurna) titreşim efektini sordu bana. Hakikaten de doğu müziği çok titreşiyor, orada farkettim.
Yabancı dil konuşanlara bakılıyor Diyarbakır'da. Parizyen kendisini orada sirk hayvanı gibi hissettiğini söyledi ve buna katılmamak mümkün değildi. Böyle oturduğumuz masanın yanına gelip bize bakan insanlar vardı. Bir de insanların trafikteki hal ve hareketlerine alışamadığını belirtirken şu cümleyi kullandı; "İnsanlar şehirde nasıl davranılacağını bilmiyor". Aslında bu bir şehrimize ait değil, genel olarak bizler şehirde nasıl davranılacağını pek kavrayamamışız gibi bir halimiz var. Buna rağmen insanların sıcaklığının-yardımseverliğinin Paris'e bin basacağını da söyledi. Zaten ünlü Türk misafirperverliği de bir gün ölürse, geriye pek bir şeyimiz kalmayacak gibi duruyor.
Diyarbakır'ı bu güne kadar hep medyadaki olumsuz haberlerden tanıdım. Çoğumuz da öyleyizdir herhalde. Ancak medyadaki imajına kıyasla çok normal bir yer. Özellikle Orta Anadolu'nun insanın üzerine gelen tutuculuğunu görmedim. Ayrıca sırf kahvaltısı bile bir çok derdi unutturmaya değer. Aslında turizm potansiyeli de olan bir yer ama maalesef bu belki gelecekte olur. Araba ile geçerken sokakta 10-12 yaşlarında bir çocuğun elinde bir tabanca görmem dışında her şey normaldi. Bu hadise biraz aşırı ama şaşırtıcı mı? Zamanla daha az şeye şaşırır oluyorum.
Yemekler ise muhteşem. Öğle yemeğinde şirkete sipariş veriyoruz. Mumbar söyledim. Öğle yemeğinde mumbar yiyen adam Diyarbakir'lı arkadaşları çok şaşırttı. "Şefim bu öğleyin yenmez" dediler, haklılar ama kolay bulunan bir gıda değil. Fırsat olunca yemek lazım. İnşallah adımız öğle yemeğinde kol kadar bağırsağı yutan mühendis olarak kalmaz çünkü biraz iddealı kaçtı bu hareketim.
İşimizi yaptık, Almanya'ya döndük. Arada da İstanbul'da arkadaşları gördük kısa bir süreliğine. Güzel oldu ama hep dar zamanlar kalıyor sevdiklerime. Bazen de geniş zamanları olsun istiyor insan.
Almanya'ya döndük de oturduk mu? Tabi ki hayır. İş bu blogu Bavyera'nın kalbi Münih tren istasyonundan yazıyorum. Bir saat sonra hangi şehre hareket edeceğimin kararının verileceği bir telefonu beklerken. Bu akşam ya bir tren koltuğunda ya da bir otel odasında uyurum yani...Sağlıcakla!