Tekrar Bugungu’dayım (Uganda). Daha önce 12 hafta geçirdiğim kampta. Burada bir daha
olmayacağıma o kadar emindim ki adeta yaşadığım her saniye hayal kırıklığı. “Geçmişin
bizim için neler hazırladığını” bilemiyoruz sonuçta. İş dışında gidip oturduğum
çardaktayım. Çay ve kitap gece bastırıp sinekler çıkana kadar. İşte geliyor,
küçük dostum Noah. Daha 10 yaşında ama bir çok Afrikalı gibi o da güneş
doğmadan su doldurmaya gidiyor, güneş batmadan yine bunu tekrarlıyor. Çocuk 40
kilo var mı bilmiyorum ama taşıdığı yosunlu bidon en az 10 kiloluk gibi, Noah’
ın kafasının üzerinde ise 20 kilogram görünüyor. Her Afrikalı gibi o da
kafasının üzerinde her şeyi bir akrobat rahatlığıyla taşıyabiliyor. Beni
görünce gülümsüyor. Önce para istiyor pazarlığı yukarıdan açıp. Sonra şeker,
çay, kalem...Daha önce kalem vemiştim, şimdi bi tane poşet çay verebiliyorum. Aramızda
1 metre yok ama dikenli teller var. Çok başka hayatlarımız var. “Mutlu musun?”
diye soruyorum. İki keçileri yavrulamış, “Çok mutluyum” diyor süper bir
sırıtışla. Çoğu muzunguda bu mutluluğu göremiyorum. O yoluna gidiyor, ben
yoluma. “Görüşürüz” diyoruz ama görüşmeyeceğiz. Hatta ben başka işlerimden
dolayı Noah’ı bir seneye unutacağım. Yani unutmak istiyorum...
64 saattir
sahadayım. Gündüz shiftleri bende. Geceleri her herhangi bir yerde uyuyorum. Pickup’ın
arka koltuğu, Mercedes kamyonun iki katlı uyuma kısmının alt katı favorilerim.
Uyanınca nerede olduğumu algılamam saniyeler sürüyor. Suudi Arabistan burası.
Pakistan ağırlıklı bir işçi tayfası. Tahir crew chief. Devamlı gülüyor. 12
yıldır Suudi Arabistan’da. Geldiğinde iş bulma kurumu pasaportuna el koyup bize
yollamış. Yılda 1 ay eve gitmesine izin veriyorlar. Ama canı istediğinde değil,
aracı kurumun canı istediğinde. Her zamanki gibi pilav ve tavuktan oluşan
yemeğimiz gelmiş. Bana plastik kaşık bile almışlar. Herkes eliyle dalıyor, ben
de kaşığımla. Yemek bitiyor, soruyorum: “Mutlu musunuz?” Çok mutlular...
Mohammed ile daha
önce daha liberal bir ortamda tanışmıştık. Barda bir Suudi’den beklenmeyecek
şekilde 4 kişi için 24 tekila siparişi vermişti. Şimdi Suudi çölünün
ortasındayız. O 24 tekila bizim masaya hiç uğramamış gibi yapıyoruz. Akşam beni
Yemen Restoranı’da davet ediyor. Gidiyoruz. Baya boktan bi yer ama buranın en
ünlüsü. Yere oturarak yemek aşırı zor. Yemekten sonra çaylar geliyor,
takılıyoruz. Mohammed ABD’de yapmış lisansını. Kolombiyalı birisine aşık olmuş.
Ama okul bitince imzaladığı senet gereği Arabistan’a dönmüş. Üstelik aynı
senete göre bir yabancıyla evlenmesi de yasak. Oruç tutmuyor, gizlice odasında
yemek yiyerek yaşıyor. Hem de yıllardır. Empatide zorlanmıyorum. Libya’daki
halim ama bir ömür sürmesi? Şu anda annesi Mohammed’e eş arıyor. Tabi ki annesi
de Mohammed’i tanımıyor. Aradığı kızlar dindar. Mohammed ise tersini istiyor.
Ve işin açmazı şu, Mohammed’in kendisine uygun birisini kendisinin bulma
ihtimali yok. Evlenmeden önce, hayatını geçireceği kişinin yüzünü bile
göremeyecek büyük olasılıkla, annesi seçecek. Üzülüyorum, çok iyi adam bu
Mohammed ama talihe bak. Umarım Bahreyn’e gidenlerden olmaz. “Mutlu musun?”
diyorum, “Elhemdulillah” diyor, kampa dönüyoruz.
Böyle onlarcasını
tanıyorum. Hepsi mutlu ama ben onları hatırladıkça mutsuz oluyorum. İnsan
yaşadığı esnada içinde bulunduğu durumun kötülüğünü sezemiyor. Dışarıdan
gelenler her şeyin farkında oluyor. Bazen çok şaşırıyorum biz Türkiye’de nasıl
mutlu olabiliyoruz diye. Büyük olasılıkla dışarıdan bakan bi göz bizim 23 Nisan’ı
fütursuzca kutlayabilmemize bile şaşırıyordur.
Eskiden gittiğim
yerler kafamdan silmek istemediğim anılarla dolardı, şimdi gittiğim yerler
silmek istediklerimle. Uçak kalkar şehre son bir bakış atarsın. Ya unutmak
istersin ya hep aklında tutmak. Maalesef vicdanlılar için pek seçim şansı
yok...