Bir kar yağdı, şehir harika bir hal aldı. Az önce yürüyüşten döndüm, eğlence bitmeye başlamış, karlar erime eğilimine girmişti. Bir yerde bilek boyu kar suyu birikmişti bile, yarın büyük rezillik başlar. Ama geçen 3 gün bunları hiç düşünmeden eğlendik. Trafik de azdı, yürüdük. Mucize gibi.
Cumartesi, baktım kar çılgınca yağıyor, hemen gittim fazla kullanmadığım eşyalarımın olduğu valizin derinliklerinden efsane botumu buldum. Bu botu Norveç'e gittiğimin ikinci günü almıştım. Orada yılın yarısı daha çok yağmurlu ve bazen de karlı olduğundan böyle dev bir dağcı botu almam gerektiğini düşünmüştüm. Böyle en sağlamından bir şey almıştım. Çok geçmeden şehirde bu tarz giyinen pek insan olmadığını gördüm ama çok geç idi. Drenaj sistemi mükemmel olduğundan yollarda su olmuyormuş meğer, ana arterler de ısıtmalıymış gayet bir spor ayakkabısıyla kış geçiriliyormuş meğer. Bari dedim bir fakire vereyim, o da devletten yardım alıyormuş zaten ben kadar maaşı varmış. ''İstiyorsan ver yine de'' dedi, eline tutuşturduğum torbayı geri aldım. Giyemedim botları. Afrika'ya giderken valize koydum ama 25-30 derecede de giyemem diye orayada götüremedim. Sonra Almanya ve Hollanda'da yaşarken dedim aha buraya da yağmur yağıyor, belki burda giyerim. Orada da altyapı çok iyiymiş, aynı şey oldu. Zaten belediye diye bir şey var, işini yapmazsa deliriyor millet. Adamlar anında temizliyor karları. Alman bebesine de acıdım o vakit, dokunulmamış kara yatmak diye bir aktivite gerçekleştirmek için illa şehir dışına gidiyor. Velhasıl, 5 yıl geçti bir türlü botu giyemediydim.
Ama İstanbul öyle mi? Leş gibi kar, resmen vahşi yaşam ortamı. Botlarımı sonunda hakkını vererek giydim. Bir de Kuzey Denizi'nin gece vardiyalarında olmazsa olmazım termal içliğim. Hemen botumun yanındaymış, hemen onu da geçirdim. Markete doğru yola koyuldum.
Başta abartı mı giyindim diye düşünüyordum. Lan yolda garip bir şey hissettim, yaşadığım muhitten herhalde, bizim bütün mahalle kayak merkezinde gibi giyinmiş. Su geçirmez montlar, kayak pantalonları, kar çizmeleri...Markete batonla giden insanlar falan var. Ben kaldım bidiğiniz kot pantalon ve kazakla aralarında. Arkadaş, Kanada'da falan da değiliz yani, alt tarafı abartsak yılda bir hafta kar oluyor burada. O da işte evdeki malzemelerle geçiyor. Yok, millet hemen koşup spor mağazalarının dağcılık reyonlarını boşaltmış. Sanırsınız parklarda kamp kuracaklar. Hele de market yolu üzerinde boktan kahvenin 20 TL olduğu kahve zincirinin önünden geçtim, oradaki tiplerin telesiyej bekler bir halleri vardı.
Markete vardım, ekmek yok, yumurta yok, patates yok...Ya alt tarafı 3 gün kar gelecek yamyamlar her şeyi satın almış. Bu travma nedir gardaş? Sanki hayatınızda açlık gördünüz de her şeyi almışsınız. 12lik tuvalet kağıdı bile bitmiş. O kadar yirseniz kar yağdı diye yetmez tabi. Neyse, artıklardan bir şeyler topladık. Evde eski dost memleket tarhanası ve tahin-pekmez var zaten, benim kafa rahat.
Siteye döndüm. Bizim komşunun oğlu Nuri'yi gördüm. 10 yaşında falan çocuk. Hijyenik ortamda büyümüş bir şehir hormonlusu kendisi. Baktım o da tam teçhizat giyinmiş. Ana-babası da yok etrafında: ''Hayırdır Nuri, Kaçkarlar'a mı tırmancan?'' dedim arkasından bağırarak. Nuri bi döndü, bebede aynalı kar gözlüğü bile var. Lan beni bir kahkaha aldı, Allahtan anne-babası yok. Bu kahkahamı egolarına hain bir saldırı olarak niteleyebilirlerdi. ''Kardan adam yapcam ya'' dedi. Baktım, bok gibi bir şey yapmış. Çocuğu da suçlayamıyorum, hangimizde estetik algısı var ki. Benim bildiğim kardan adam çok kişi yapılınca veya sarhoşken yapılınca zevkli olan bir şey. Yazık bizim Nuri, bütün sene serviste git-gel ambale olmuş. Havuç verdim ben de burun yapsın diye. Yemeye kalktı. ''Yeme lan, bu burnu olcak'' dedim, sevindi. Gözleri güldü diyeceğim de aynalı kar gözlüğü izin vermiyor. Baktım eldivenler, mont, pantalon, bot o biçim bebede. Ben ırgat gibiyim yanında. ''Nerden aldın bunları?'' dedim. Kar geleceğini öğrenince ailece kar alışverişine gitmişler. ''Valla Nuri, iyi ki Venezuella'da yaşamıyosun, üzerinde 3000 liralık ekipman var, seni direk çalarlardı koçum'' dedim. Durdu kaldı. Hayır, gözleri görsem, ona göre belki gönlünü alacağım. Ben tam ''eyvah, üzdüm çocuğu'' diye vicdan yapıyordum, küçük çakal sinsice plan yapıyormuş. ''Sen niye kotla geziyon abi?'' diye vurdu. ''İçlik var lan'' dedim. Anlamadı, bilmiyomuş. İçlik varsa bir kıyafeti hem yazlık, hem kışlık kullanabilirsin falan filan anlattım. En son dedim: ''Convertable araba gibi, ister yazın tavanı aç bin, ister kışın kapat gez''. Kolej bebesi ya, globale entegre, hemen anladı. ''Yine de bu karda kazak ve kot olmaz'' dedi. Ya sanki Kanadalı. Bir de yaşıt değil, cevap da verilmiyor.
-'Sen nerelisin lan Nuri? diye sordum.
-İstanbul
-Öyle değil lan, baban nerde doğmuş?
-Yozgat
Ya bu nasıl bir eğitim sistemi arkadaş, adamın babası Yozgat'da doğmuş, içliği benden duyuyor. ''Babanın senden sakladığı şeyler var'' Nuri dedim. Çakal yine sustu, anladım bir şeyler hesaplıyor.
-Abi sen ne giyiyodun çocukken? diye sordu.
-Örgü kazak giyiyodum
-O ne?
Al bakalım, çocuğa aileden hiç bir ''know how'' geçmemiş arkadaş. ''Kişiye özel elbise, bir tek bende olan modeller'' dedim. Ondan baya etkilendi. Hayır yemin etsem başım ağrımaz, anne örgüsü kazak sonuçta.
Muhabbet uzadıkça tipi altında, benim sistem su koyvermeye başladı. Baya üşüme geldi. Nuri bebesi çakı gibi dikiliyor, adamın gözüne kar bile kaçmıyo sonuçta. Tam gidecem babası geldi, Nurettin Bey. O da baştan aşağı çok uluslu şirkette üst düzey yönetici kar kıyafetini giymiş. ''Ooo komşu, kardan adam mı yaptınız?'' dedi. Hakarete bak. Lan burda, yerde duran üst üste iki kar topu var. Üsttekine ucu kemirilmiş havuç sokulmuş. Bunu ben yapmış olabilir miyim? ''Bu müthiş bir şey Nuri'' dedi. Al bakalım. Çocuk iyice tribe girdi. Tavşan gibi bir takım hareketlenmeler içerisine girdi coşkuyla. ''Ben karışmadım, Nuri yaptı'' dedim. Baba-oğul iyice tribe girdiler. ''Yapar bu Nuri, çok yetenekli'' dedi. ''Bütün yetenekler gibi o da yalnızlıkla lanetlenmiş. Tek başına eserinin başında rastladım. Michelangelo gibi çocuk'' dedim. Nuri, adını çok duyduğu ama hiç görmediği bir akrabasının adını duymuş gibi babasına döndü:
-Baba, Michelangelo kim?
-Ninja Kamlumbağa oğlum, kötüleri döver, yaman hayvandır
-Adammış
Valla bu Nuri iyi bile olmuş. Nurettin dahi çocuğunun zor sorusuna anında cevabı yapıştırarak, dahiliğin kendi genetik kalıtımı olduğunu oracıkta ispatladığı için acayip şişti. Nuri'ye ödül olarak bir şey daha vereyim de şu modern sanat görünümlü kardan adama göz yapsın diye market torbasına baktım. Çok da kalite bir şey veremezsin, Nuri direk yer. Babasının yanında ''yeme lan, göz o'' da denmez. Arpacık soğan verdim 2 tane. ''Al göz yap'' dedim. '' Soğandan göz olmaz'' dedi. Piçe bak ya, sanki gerisi olmuş da bir bu olmuyor. Babasını gördü ya, akıl yürütmeye başladı. ''Sen tak olur'' dedim. Nurettin Bey lafa girdi: ''Yalnız biz Nuri ile buyurgan konuşmuyoruz'' dedi panikle. Nuri'de hayal gücü sıfır. Çocuk hiç kozalaktan top, taştan araba, halıdan otoban hayal etmemiş. Dolayısıyla soğandan göz de yapamadı. Öylece gözsüz bıraktılar kardan adamı.
Babası kardan adamla, benle ve selfiler olamak üzere 100 kadar pozumuzu çekti. ''Beni etiketlemeyin'' dedim. ''Ooo özel hayata saygı tabi prensibimiz falan...'' başladı Nurettin Bey. Hayır ondan değil de bok gibi kardan adamın yanında, saatlerce uğraşıp bunu yapabilmiş gibi çıkmaktan endişe ettim. Nuri lafa girdi: '' Baba iyi ki Venezuella'da değiliz, seni direk kaçırırlardı'' dedi. Hay senin ağzına da bi kar aparatı taksalarmış be Nuri, her şeyi yumurtluyon diye iç geçirdim. Nurettin Bey aşırı gururlandı: '' Bak ya komşu, zamane çocukları ne kadar akıllı, Venezuella falan diyolar'' dedi. Lan çocuk ilk kez kalite laf etti, onu da benden arakladı zaten. ''Ehi ehi, vallaha süper zeka'' dedim.
Nurettin Bey'in telefonu çaldı. Kar izleyip marşmelov yiyeceklermiş. Eve gittiler, ben de eve gittim.
Tarhana yedim ki en ileri hazır çorbadır, Nuri bilmez. Kestane yedim ki en kral marşmelovu rahat tempo harcar ki Nuri bilmez. İçliğimi kalorifere asıp paçalarını kuruttum ki en kral kıyafettir Nuri bilmez. Lan şu kapitalizme bak ya, içlik bilmeyen ikinci nesil Yozgatlı'ya kestane yerine nasıl da marşmelov yediriyor.
İlerleyen saatlerde kapı çaldı, canım çeker diye bana marşmelov yollamışlar. Nuri getirmiş. ''Komşusu açken tok yatan, bizden değildir'' deyip verdi. Artık müfredat nasılsa kolejde. Ben de ona kestane verdim.
-Bundan iyi göz olur ha, dedi.
-Sakın ha, bundan göz yapıp mundar etme, dedim.
-Zor soyuluyor bu, ben açamam, dedi
-Babana açtır, kabuğunu da inip göz yapın, dedim.
Gözleri güle güle gitti. Nurettin'e de süper iş kitlemiş oldum. Tam 10 tane kestane verdim. Canımı acıtmayacak kadar az, Nurettin'e iş çıkaracak kadar çok. Bir de kabuklarla göz yapacaklar bu soğukta aşağıya inip. Buyurgan tavır da yok, uğraşsın tosunu ikna etmeye.
Yattım, uyudum. Gece rüyamda hunharca kardan adam tepikledim. Nuri ve babası ''barbarsın'' diye bağırarak peşimden koşturdu, dövdüler beni. Üşütmüşüm.