Bu hafta malumunuz TRT arşivlerini açtı. Biraz kurcalayayım derken bilinçaltımın dehlizlerine bir yol bulmuş oldum. İnsan beyninin arşiv teknolojisi hala muamma. Bilinen şey çekmecelerde duran dosyalar gibi olmadığı. Yeni girdilerle, eski bilgilerin üzeri örtülüyor, anılar tekrar tekrar yazılıyor. Karmaşık bir sistem.
Neyse efendim, sanırsam her çocuk gibi hayalperesttim ve her şeyi depoluyordum. Tabi girdi imkanlarımız bugünkü gibi çeşitli değildi. Aile, arkadaşlar, gözlem, oyun ve deneyler büyük girdi kaynağıydı. Dedemin annesi kibrit çöplerini yere saçar ve bana uçları aynı tarafa gelecek şekilde yeniden falan dizdirirdi. Resmen ''Karete Kid'' tedrisatından geçmişiz yemin ederim. Defalarca o kibritleri kutuya dizdiğim olurdu. Tabi arka planda TRT açık. Düşük bütçeli sabır ve konsantrasyon eğitimi.
Çocukluğumdan bugüne, aklımda bazı söz grupları veya cümleler var. Bunların bazılarını şarkı sözü olduğu bariz belli oluyordu çünkü 6 yaşında ''Sarhoşum ahhh, düşünmekten/ Öldüm ben ahhhh / Hep sevmekten'' diye gezince babam Tanju Okan'ı yine fazla kaçırdığımı hemen anlardı. Ya da bazen ''Avaremu, yav gari başman'' diye delirirdim. Sonra Türkçesi de çıkan bu şarkının orjinalini tekrar dinleyebilmek için yıllarca Google'ın gelmesini bekledim. Hatta zamanı geldi, Hollanda'da beraber çalıştığım Hintli bir iş arkadaşıma bu şarkıyı tercüme ettirdim. Dedim çocuğa: ''Arkadaş ben 30 yıla yakındır bu şarkının pençesindeyim, ne diyor bu fakir Allah Aşkına?''. Oturdu, cümle cümle çevirdi.
Neyse, asıl mevzu şurada: bazen duşta bazen de yalnızken hayallerimde ''size selam getirmişem'' diye bağırıyordum. Bir süre sonra selam'ın kimden geldiği insanları korkutmaya başlamıştı. ''Nerden selam getirdin?'' diye sorduklarında boş boş bakıyordum. Başka mekanlarla-zamanlarla iletişim halimde olduğum düşüncesi hasıl olunca doktora götürdüler. Doktor: ''Sünnet olunca geçer'' dedi. Amma velakin bırakın sünneti, üzerinden yıllar geçti bende bilinmeyen yerlerden size selam getirme arzusu dinmedi. Bazı sabahlar uyanıyordum ve ''Günaydın'' bile demeden önce ''Size selam getirmişem'' deme arzusuyla dolu oluyordum. Arkadaşlarım da baya alışmıştı bu duruma. ''Sen de selam söyle hacı'' derler geçerlerdi. Yıllar yıllar böyle geçti. Adeta dünyayı terkedemeyen ruhlar birine musalat olur da o iş görülene kadar gitmezler ya, benimki de o hesap. Bir selam var gibi iletmem gereken ama kimden kime ve neden ben bilmediğim.
Efendim, imkanımız olmadı ki şöyle rahat bir kanepeye uzanalım da bir psikiyatrist bize de çocukluğumuzu sorsun, bilinçaltımıza insin. Ya da bir ''exorcist'' gelsin de baksın ve ''selam kimden geliyor, nereye gidiyor, in midir, cin midir araştırsın. Exorcism bile düşük bütçeli bizde. Dedemin hacı arkadaşları vardı. ''Size selam getirmişem'' derdim, ''Maşallah, Aleykumselam'' derler giderlerdi. Ya hacı amcalar, hayrına bir dua okuyaydınız. O da olmamış demek ki.
Ben bununla yaşamayı öğrendim zamanla. Hep aklımın bir yerinde gelip-giden selamlarla. Taki bugün arşivde onu bulana kadar. Şans eseri bir anda selamlaşıp durduğum kişinin Huşeng Azeroğlu olduğunu farkettim. Artık halıda araba oynarken mi oldu, gazeteye bıyık çizirken mi bilmiyorum bu ''Size selam getirmişem'' bizim beynin en derin nöronlarına işlemiş. Bir şekilde de üzeri örtülmüş ama tam kapanmamış. Resmen şu an aşırı rahatladım. Bizim 30 yıllık selam listesi baya uzunmuş. Koç Nebi'nin hecerinden başlıyor, atalara, dedelere kadar kimler yok ki. Bu kadar selamın yükünü yıllarca taşımak beni baya tüketmiş olmalı.
Ufaktan kıllandım, bana bir de ''inatçı'' derler. Bir baktım bu Huşeng Azeroğlu'nun ikinci hit eserinin adı ''olmaz olmaz''. Şimdi bunu da halledeceğim inşallah. Teorim şu, program sayısı kısıtlı olduğundan TRT çok tekrar verirdi. Belki ben bir hafta 50 kez arka fonda bu şarkılarla takıldım. Resmen karakter inşa etme makinası. Bunun sonucunda ''olmaz-olmaz'' diyen inatçı ve acımasız bir selam makinasına dönüştüm. Müzik ve Azeri Türkçesi hala ilgimi çeker, demek ki o zaman da farksızmış. Şarkılar bir süre sonra popülerliğini ytirince de anlamsız sözler olarak nakaratları kalmış. Bir de Azerice olunca, gerisini akılda tutamamışım. Vay benim halime, vay benim içsel Azerim'in dramına ya...
Neyse, darısı başınıza. Sıkıntılarınız falan varsa bir TRT arşivine göz atın. Acayip işler var. Şimdiki bebeler gibi 3 yaşına kadar TV açılmayacak tatavası da yoktu o yıllarda haliyle. Zaten TV 5 yıl önce icat edilmiş, eve yeni gelmiş. Çocuk büyüyene kadar TV kapatılacağına çocuk kapatılır daha mantıklı bakınca. Bir de zaten 3 yıl falan taksidi ödeniyormuştur kesin. Taksitini ödediğin şeyi çocuk var diye kapatamazsın sonuçta. Travmalarınız için arşivi bir gezin.
Neyse efendim, sanırsam her çocuk gibi hayalperesttim ve her şeyi depoluyordum. Tabi girdi imkanlarımız bugünkü gibi çeşitli değildi. Aile, arkadaşlar, gözlem, oyun ve deneyler büyük girdi kaynağıydı. Dedemin annesi kibrit çöplerini yere saçar ve bana uçları aynı tarafa gelecek şekilde yeniden falan dizdirirdi. Resmen ''Karete Kid'' tedrisatından geçmişiz yemin ederim. Defalarca o kibritleri kutuya dizdiğim olurdu. Tabi arka planda TRT açık. Düşük bütçeli sabır ve konsantrasyon eğitimi.
Çocukluğumdan bugüne, aklımda bazı söz grupları veya cümleler var. Bunların bazılarını şarkı sözü olduğu bariz belli oluyordu çünkü 6 yaşında ''Sarhoşum ahhh, düşünmekten/ Öldüm ben ahhhh / Hep sevmekten'' diye gezince babam Tanju Okan'ı yine fazla kaçırdığımı hemen anlardı. Ya da bazen ''Avaremu, yav gari başman'' diye delirirdim. Sonra Türkçesi de çıkan bu şarkının orjinalini tekrar dinleyebilmek için yıllarca Google'ın gelmesini bekledim. Hatta zamanı geldi, Hollanda'da beraber çalıştığım Hintli bir iş arkadaşıma bu şarkıyı tercüme ettirdim. Dedim çocuğa: ''Arkadaş ben 30 yıla yakındır bu şarkının pençesindeyim, ne diyor bu fakir Allah Aşkına?''. Oturdu, cümle cümle çevirdi.
Neyse, asıl mevzu şurada: bazen duşta bazen de yalnızken hayallerimde ''size selam getirmişem'' diye bağırıyordum. Bir süre sonra selam'ın kimden geldiği insanları korkutmaya başlamıştı. ''Nerden selam getirdin?'' diye sorduklarında boş boş bakıyordum. Başka mekanlarla-zamanlarla iletişim halimde olduğum düşüncesi hasıl olunca doktora götürdüler. Doktor: ''Sünnet olunca geçer'' dedi. Amma velakin bırakın sünneti, üzerinden yıllar geçti bende bilinmeyen yerlerden size selam getirme arzusu dinmedi. Bazı sabahlar uyanıyordum ve ''Günaydın'' bile demeden önce ''Size selam getirmişem'' deme arzusuyla dolu oluyordum. Arkadaşlarım da baya alışmıştı bu duruma. ''Sen de selam söyle hacı'' derler geçerlerdi. Yıllar yıllar böyle geçti. Adeta dünyayı terkedemeyen ruhlar birine musalat olur da o iş görülene kadar gitmezler ya, benimki de o hesap. Bir selam var gibi iletmem gereken ama kimden kime ve neden ben bilmediğim.
Efendim, imkanımız olmadı ki şöyle rahat bir kanepeye uzanalım da bir psikiyatrist bize de çocukluğumuzu sorsun, bilinçaltımıza insin. Ya da bir ''exorcist'' gelsin de baksın ve ''selam kimden geliyor, nereye gidiyor, in midir, cin midir araştırsın. Exorcism bile düşük bütçeli bizde. Dedemin hacı arkadaşları vardı. ''Size selam getirmişem'' derdim, ''Maşallah, Aleykumselam'' derler giderlerdi. Ya hacı amcalar, hayrına bir dua okuyaydınız. O da olmamış demek ki.
Ben bununla yaşamayı öğrendim zamanla. Hep aklımın bir yerinde gelip-giden selamlarla. Taki bugün arşivde onu bulana kadar. Şans eseri bir anda selamlaşıp durduğum kişinin Huşeng Azeroğlu olduğunu farkettim. Artık halıda araba oynarken mi oldu, gazeteye bıyık çizirken mi bilmiyorum bu ''Size selam getirmişem'' bizim beynin en derin nöronlarına işlemiş. Bir şekilde de üzeri örtülmüş ama tam kapanmamış. Resmen şu an aşırı rahatladım. Bizim 30 yıllık selam listesi baya uzunmuş. Koç Nebi'nin hecerinden başlıyor, atalara, dedelere kadar kimler yok ki. Bu kadar selamın yükünü yıllarca taşımak beni baya tüketmiş olmalı.
Ufaktan kıllandım, bana bir de ''inatçı'' derler. Bir baktım bu Huşeng Azeroğlu'nun ikinci hit eserinin adı ''olmaz olmaz''. Şimdi bunu da halledeceğim inşallah. Teorim şu, program sayısı kısıtlı olduğundan TRT çok tekrar verirdi. Belki ben bir hafta 50 kez arka fonda bu şarkılarla takıldım. Resmen karakter inşa etme makinası. Bunun sonucunda ''olmaz-olmaz'' diyen inatçı ve acımasız bir selam makinasına dönüştüm. Müzik ve Azeri Türkçesi hala ilgimi çeker, demek ki o zaman da farksızmış. Şarkılar bir süre sonra popülerliğini ytirince de anlamsız sözler olarak nakaratları kalmış. Bir de Azerice olunca, gerisini akılda tutamamışım. Vay benim halime, vay benim içsel Azerim'in dramına ya...
Neyse, darısı başınıza. Sıkıntılarınız falan varsa bir TRT arşivine göz atın. Acayip işler var. Şimdiki bebeler gibi 3 yaşına kadar TV açılmayacak tatavası da yoktu o yıllarda haliyle. Zaten TV 5 yıl önce icat edilmiş, eve yeni gelmiş. Çocuk büyüyene kadar TV kapatılacağına çocuk kapatılır daha mantıklı bakınca. Bir de zaten 3 yıl falan taksidi ödeniyormuştur kesin. Taksitini ödediğin şeyi çocuk var diye kapatamazsın sonuçta. Travmalarınız için arşivi bir gezin.