Thursday, May 15, 2008

RİMİNİ



Soluğum kesiliyor adeta koşmaktan. Ben hızlandıkça o uzaklaşıyor. Dümdüz uzanan asfalt bir yol, etraf dümdüz ve bozkır. Bir şişe düşüyor, turşu suyu, içtikçe susuyorum. Umudumu yitiriyorum...

Bu rüyayla uyandım mart ayı sonunda...Seyyar kokoreç satıcısını rüyamda kovalarken. O mutlu rüyaları bilirsiniz, hemen uyumaya kaldığım yerden devam etmeye çalıştım. Ama yok, kalkıp su içtim. Saat sabahın 4’ü...Bu rüyalar hiç iyi değildi. Tatile çıkmalıydım...

İşçi Bayramını da içine alan 4 günlük bir tatilimiz vardı mayıs başında. Buradaki arkadaşım Alper’le (Her ne kadar o artık kendisini Alberto sansa da) İtalya’nın Bodrum’u diye tabir edebileceğimiz Rimini’ye gitmeye karar verdik. Rimini’ye Erasmus öğrencilerinin gezisi vardı. Her ne kadar Erasmus öğrencisi olmasak da Erasmus etkinliklerine yabancı öğrenci olduğumuz için katılmamızda bir engel yoktu. Gidip kayıt yaptırdık ve 2 Mayıs Cuma sabahı otobüsümüzde buluştuk. Yerleşip yola koyulduk bu 2 gece 3 günlük yolculuk için. 4 saat sonra Rimini’de idik.

Otobüste etraftakilerle muhabbet etmeye başladık. Geziye Milano’daki 5 farklı üniversiteden erasmus öğrencileri ağırlıklı bir kadroyla gitmekteydik ve 60 kişi kadardık. Şu coğrafyalardan insanlarla tanıştım bu gezimizde: İspanyol, İtalyan, ABD, Doğu Avrupa, Latin Amerika, Kanada, Fransa,Almanya,Hindistan...Hostele vardık. Geziyi İtalyanlar tertiplediği için yine gezi bir organizasyon şaheserine dönüştü. Organizasyonu yapan çocuğa sordum:

Ben: Ne zaman çıkıyoruz plaja?”

Francesco: Planlarımıza göre yarım saat önce çıktık bile. Nerelisin?

Ben:Türkiye.

Francesco: He, iyi o zaman, sen fazla sinirlenmezsin...Çinli’ler sessiz olyo ama geç kalınca çok sinirleniyolar.

Kaldım böyle put gibi. Heralde beni Çin’li sanmadın Francesco...

Vardığımızda odalarımız henüz belli değildi. Bir oda gösterdiler ve orada giyinmemizi istediler. Geçen halı saha tecrübemden yola çıkarak içerideki manzaraya kendimi hazırladım,kapattım gözümü daldım odaya. Gözümü bir türlü açamadım, arkadaşım uyardı: “Tuvalet var abi, orda giyiniyor herkes”. Bu sözler üzerine açtım gözlerimi. Herkes giyinikti. Çok şaşırtıcı. Giyindik ve plaja gittik. Plajda bi baktım ki içime kapanmışım. Konuşamıyorum kimseyle. Küçüklükten beri Türkiye’de plajlarda turistler olur, onlar bağırır, çağırır, eğlenir, biralarını içerler, biz de arkadaşlarla yüzer eve dönerdik. Kendimi yine o ruh hali içinde buldum bir anda plajda yabancılarla kalınca. Yabancı bir ülkede değilmişim de Türkiye’de bol turistli bir sahilde gibi. Çıkardım çantamdaki ton balıklı sandviçimi yemeye başladım. Sınavda bildiğin sorudan başlamak en iyisir, en iyi bildiğim yerden başladım. Bu hareketim bir anda beni plajın göz bebeği yaptı. Millet terafıma toplanıp sandviçi nerden aldığımı sormaya başladı. Gözünü sevdiğimin ÖSS’si...Sonunda bir işe yaradı taktikleri. Başladık muhabbete.

Sonradan ortamda ben ve arkadaşımdan başka 2 Türk daha olduğunu o noktada anladım. Birisi Doğan görünümlü Şahin modunda geziye gelen (Gayet Avrupai) bir eleman, diğeri ise Almanya doğumlu 3. Jenerasyon bir arkadaş. Oturduk konuştuk biraz.

İlerleyen zamanlarda ve günlerde İspanyol,İtalyan ve Latin Amerika tayfası geziye damgasını vurdu. Erasmus ruhuyla bu adamlar ateşle barut gibiydi. Hiç durmayan ve sizi eğlenmeye zorlayan bu ruh hali inanılmazdı. Ellerde biralarla futbol,voleybol ve frizbi etkinlikleri başladı. Bunlar bize yakın branşlar olduğu için hemen aralarına sızdık. Başladık topa vurmayı bilmeyen Kanadalılarla, çok iyi sörfçü olduğunu iddea eden ama frizbi oynayamayan Amerikalılarla gırgıra. Yalnız biraz arkadaşlığı ilerletince anladım ki bu İspanyolların çoğu basit seviyede bile İngilizce konuşamıyor. Latin tayfa fena halde İtalyanca konuşmakta ve hatta İngilizce’nin esamesi okunmamakta. Amerika,Kanada tayfasına da gülmüş bulundum bi kere, mecbur başladım İtalyanca zorlamalara. Koşarak denize girmeden tutun da denize gireni ıslatmaya, güzel kızlara doğru top atmaktan tutun da maçta sigara içmeye kadar şu yaşıma kadar alışageldiğim aktivitelerle plaj faslını kapattık. Plaj anlamında Türkiye’nin kesinlikle bir Latin ülkesi olduğunu düşünmeye başladım bu günden sonra.

Hostelde Alman,Polonyalı,Hindistanlı ve Türkler’den oluşan bir sentezin içinde buldum kendimi. Alman arkadaş hızla duşunu aldı, dolabını yerleştirdi,yatağını hazırladı,örtüleri katladı ve koydu tam bir Alman disiplini içerisinde. Dışarıya çıktık. Almanlarla bara gidince bize süper biralar önerdiler, hayatımda adını duymadığım güzel biralar içtim. Sabaha doğru hostele döndük. Balkonun önündeki ranzanın üst katını Polonyalı’ya alt kadını Hindistanlı’ya vermişler. Balkon kapısı açık kalsın dediler. Biz çekimser kaldık ama Hindistanlı arkadaşa biraz üzüldüm. Alman ve Polonya üstleri çıkarıp yattılar da bu arkadaş Hindistan’da 20 derecenin altını görmemiş. Çocuk donacak diye korktum.

Ama ne mümkün, uyuyamadık ki donalım. İspanyollar odaya girip durdular. Yatmanın sırası mı? Parti yapalım diye geldiler sabah 5te. Alman elemana “Allahım sarışın var burda, ne güzel” gibi düzeysiz ama eğlenceli şakalar yaptılar. Sabah 3-4 saat uyuyup kahvaltıya uyandık.

En sevmediğim kısım da bu Avrupa kahvaltıları. Mısır gevreği ve kahveden başka bişey yok. Bi de ekmek ve reçel koymuşlar. Mısır gevreğini hiç sevmediğim için, 6 dilim ekmek ve reçel aldım. Bu da erasmus camiasında bir milat olarak tarihe geçti. 6 dilim ekmeği görenler “Bravo Turco” dediler. Aldırmadan yedim. Canım biz o süte bisküvi banma işini anaokulunda bıraktık!

Kahvaltıdan sonra masa tenisinde meydan okumalar geldi. Masa tenisinde İspanyolların canına okudum. 6 dilim reçelli ekmek yiyince oyun esnasında kendimi bile tanıyamadım. Bu kadar enerjik olmamıştım uzun süredir. Şampiyon oldum masa tenisi turnuvasında. Sonra bilardoda Arjantin,Brezilya karmasına karşı Türkler olarak mücadele verdik. Çekişmeli giden maçı da kazanmasını bildik. Sanırım bu milli tarihimizde güreş ve halter dışındaki ilk kıtalararası başarımız olarak tarihe geçti. Sonra bilardoda İspanyol-Fransız ittifakından maç teklifi geldi. Sabah birbirine selam vermeyen adamlar biz başarı kazanmaya başlayınca nasıl da ittifak yaptılar. Sıkıldığım için ıstakayı devrettim.

Bu noktada bir Kolombiyalı (Sezar), bir Türk (Övgü), bir İtalyan ( Andrea) ve bir Fransız (William) arasında geçen kısa ama komik, bir o kadar da anlamlı sohbeti aktarmak istiyorum. Bir ara şakadan sinirlenen Sezar bana şöyle dedi:

-Hey, bir Kolombiyalıyla kavga etmek istemezsin,değil mi?
Övgü: Neden istemeyeyim, sen beni İtalyan mı sandın?
Andrea: Durun gençler, İtalyanlar'ı yumuşak Fransızlar gibi sanmayın.
Willy: Evet, ben Fransızım!

Herkesin rolüni dört dörtlük oynadığu bu fıkramsı diyaloğun sonunda baya güldük.


Sonraki günlerde parti, plaj derken su gibi aktı geçti. Avrupa’da erasmus yapmanın güzellğini birkaç gün de olsa tatmış oldum. Resmen partiye adanmış hayatlar gördüm orda. Bu adamların bütün dönemi böyle geçirdiğini düşünmek çok kıskandırıcı. Neyse ki bazılarıyla görüşmeye devam ediyorum. Gıcık olduğum bir kaç elemana da benzer bir organizasyon olan BEST’in “ The heart of mediterranean: Adana” kampını önerdim. Serseriler. Gitsinlerde biraz yön yöntem öğrensinler!

1 comment:

Alper said...

of guney amerikalilari iyi yendik ama, hayatimdaki ilk bilardo macinda milli takimdaydim, ne gurur verici:)