Saturday, September 5, 2009

Ciao Bello













13:15’de Kadikoy’den bindigim otobus ile baslayan Frankfurt aktarmali Italya’ya gelis yolculugum 01:20 sularında Italya’ daki evimin kapisini açana kadar sürdü. Her zamanki gibi ayrılmak buruk bir tat bıraktı. Hele ki arkada bırakılan güzel bir Ege yazı veya güneşli ama sıcak olmayan bir İstanbul günüyse...Frankfurt’ta geçirdiğim 1 saateki soğuk hava “Allah’tan buralarda değilim” dedirtip halime şükrettirse de uçak inince alkışlayasım bile gelmedi. Yanımdaki Alman bu davranışıma destek çıktı. “Bu kaptan 10000 Avro alıyor, tabi ki indirecek, neden bu kadar minnet duyuluyor ki? Ben muhasebe hesabını denk verince beni alkışlayan olmuyor, Türk pilotlar bedava mı çalışıyor, o nedenle mi alkışlıyorsunuz?” dedi. İçim zaten sıkkın ama Hans ne bilsin. “Siz de biraz canlanın arkadaşım, Almanlar olarak içiniz geçmiş, biraz az analiz yapın” dedim. Küstü bana. Gönül alacak halde değildim. Beni fazla kadercilikle suçlayınca "Sen g.t korkusunun resmini yapabilir misin Hans? Uçak inince kopan alkış işte bu resimdir" dedim. Sanatsal yönümü tebrik etti. Harbi rasyonel adammış vesselam.

Milano’da eve gelmek için 40 dakikalık tren yolculuğu sırasında açlık, uykusuzluk, 2 kere binlerce metreyi bir kaç dakikada çıkıp inmenin ve bütün gün peşimden 22 kiloluk valiz sürüklemenin yorgunluğuyla bayılmışım. Bir rüyalar bir rüyalar gördüm o arada. Gördüklerim tatilde yaşadıklarıma benzer şeylerdi. Arkadaşlarla plaja gitmeler, akşamları deniz kenarında bira içmeler, yunuslu deniz bisikleti...vb. Tren bir ara tünele girince ses çok arttı, korkuyla uyandım. Bir kaç saniye nerede olduğumu, ne yaptığımı anlayamadım. Çok korktum. Akan salyaları sildikten sonra bir an stajdan dönerken yine uyuyakaldığımı ve gördüğümün yaşanmamış bir düş olduğunu sandım. Tam sapıtmak üzereydim ki hava alanından aldığım ve gerçekten bayılmamak için yol boyunca kemirdiğim “Hazer Baba” gül aromalı Türk lokumunu elimde gördüm ve taşları tekrar yerine oturttum.

İndiğimde hava yağmurlu ve sokaklar ıssızdı.İstanbul'dan gelince her yer ıssız gerçi. Bu sonbahar yağmurları hep moralimi bozar ama bu sefer daha fena yaptı. Eve geldim, şartelleri kaldırıp İtalya’ya start verdim.

Ertesi gün uyandığımda güneş doğmuştu ve güzel haberler beni beklemekteydi. Efsane İtalyan takımı Livorno, Adana Demir Spor’un sezon açılışı için düzenlenen özel maç için Adana’ya gitmişti. İşte şimdi güneş doğmuştu.

Livorno ciddi anlamda marjinal bir İtalyan futbol takımı. Şehir, Toscana’ da yer almakta ve nüfusunun büyük bölümü solcu ve hatta sol fraksiyonlar içinde de Mao’cu. Ancak şehrin sol ve enternasyonal duruşu çok eskilere dayanmakta. Bir şehir devleti iken 16. y.y’da yaptıkları anayasa adeta zamanlar ötesi bir özgürlükçülüğe sahip: “ Hepiniz, hangi ulustan olursanız olun, 'doğulular, batılılar, ispanyollar, portekizliler, yunanlar, almanlar, italyanlar, türkler, berberiler, ermeniler, persler ve diğerleri' size temin ederiz ki, bu topraklara tamamen özgür ve her türlü kovuşturmadan uzakta bir şekilde gelmenize, kalmanıza, aileleriniz ile geçiş yapmanıza ve yaşamanıza, geriye dönme zorunluluğu olmaksızın oturmanıza, istediğiniz zaman dönerek pisa kenti ve livorno topraklarında yaşamanıza izin veriyoruz”. İşte bu ekolden gelen İtalyan şehri 1921 yılında da İtalyan kominist partisinin kuruluşuna ev sahipliği yapmıştır. Şehrin de tabi ki tarihine ve geleneklerine uygun bir futbol klübü vardır: AS Livorno Calcio...Tıpkı Güney Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde olduğu gibi İtalya’da da liman şehirlerinde kurulan takımlar sol eğilimli. Bazıları halkı uyutmak için kurulmş olsa da tribünler afyon yerine doping etkisi yapmıştır.

Ligde özellkle faşist Lazio ve Faşist taraftar gruplarını barındıran İnter’ e karşı ciddi bir düşmanlıkları vardır. Hatta Milan maçlarında, temiz eller operasyonundan sonra pisliğe bulaşmamış tek parti olarak çıkan Kominist partinin iktidar olmasından korktuğu için Forza Italia partisini kuran ve “İtalya’ yı koministlere bırakmam” diyen Berlusconi’ye inat, “Kork Berlusconi, biz geliyoruz” sloganı atarlar. (Zaten İtalya’ da politik görüşü olmayan taraftar grubu çok azdır : link) Sahaya bazen sosyalist enternasyonel marşıyla çıkarlar. Günümüz değerleri düşünüldüğünde insanın tüylerini diken diken yapan, insanlık onurunu hatırlatan, hayran kalınası hadiselerle süslü tarihleri.
Israil’in Maccabi Hafia maçı öncesi klüp sitesinden herkesin staadyuma Filistin bayrağıyla gelmesi istenmiş ve o gün stad Filistin bayraklarıyla dolup taşmıştır. Ayrıca Irak’ta hayatını kaybeden İtalyan askerler için yapılan saygı duruşunu "Bunlar işgalci askerlerdi. italya'da her yıl 1500 kişi iş kazasında ölüyor. onlar için niye devlet töreni düzenlenmiyor?" diyerek protesto etmişlerdir. Kulübün her şeyi olan başarılı forvetleri Cristino Lucarelli normalde teklif edilen paraların çok altında bir paraya Livorno’ya dönmüş ve şöyle demiştir: “Bazı futbolcular yarım milyona bir Ferrari ya da güzel bir tekne alırlar. Ben o paraya sadece bir Livorno forması satın almak isterim. Tüm beklentim ve isteğim bu!” . Babası bir liman işçisi olan Lucarelli kolpa bir forvet değildir. Sert savunmalarıyla ünlü İtalyan liginde gol kırallığı görmüş komple bir forvettir kendisi. İşçi çocuğu olmasının ve şehrin havasından kendisini “Doğuştan kominist” olarak nitelemiştir. Ancak adını duymamamızın nedeni İtalyan ümit milli takımında attığı golden sonra formasının altından çıkan Che t-shirtünü göstermesi ve ceza alarak tekrar çağırılmayışıdır. Lippi’ nin kendisini çağıracağı dedikodularına: “Benim milli formam Livorno’dur” diyerek kendisine yakışan cevabı vermiştir.

Gelelim bizim çocuklara.Adana Demir Spor da demiryolu işçilerinin kurduğu sol eğilimli taraftar grubu olan güzide bir kulübümüzdür. Türkiye’ de çoğu alanda olduğu gibi spora da politika karıştırılması içişleri bakanlığı tarafından yasaklı olsa da Trabzon deplasmanında “Ogünler sizin, yarınlar bizim” sloganı açacak kadar yüreklidir kendileri. Adına ve tarihine yakışacak şekilde bu özel maça Livorno’yu davet edecek cesarettedirler. Böylece bizim 2. Ligimizin bir takımı (3. Seviyeye tekabül eder), İtalya’nın en iyi liginin bir takımıla maç yapma aşamasına gelmiştir. Ne mutludur ki haftaya Milan gibi bir kulüple oynayacak olan Livorno da hiç kapris yapmamış ve ideolojisindeki samimiyeti göstererek Adana’ ya gelmiştir. Tüm baskılara rağmen Türkiye’ den hiç bir TV kanalı maçın yayınlamak istememiştir. Özellikle TRT ve NTV altyapıları nedeniyle e-posta yağmuruna tutulmuş ancak sonuç alınamamıştır. Oysa Avrupa’ nın kıytırık takımlarının maçları bile verilir bizim kanallarda.

Tabi ki nedenleri malumdur. Ben burada saymayayım. Ancak bu olay bize özgü de değildir. Her zaman sol biraz daha az tutuluyor sanırım. İtalya’ da attığı golden sonra kominist selamı yapıp sol yumruğunu kaldıran Lucarelli, faşist selamı çakan Di Canio’nun 3 katı ceza almıştır örneğin.

Bu mutlu futbol maçı bana bütün gün yetti. Adeta sayesinde hemen adapte oldum İtalya’ya. Türkiye için de biraz daha endişelendim açıkçası. Açılım üstüne açılım yapıyoruz ama hala 2 sol takımın kardeşçe mücadelesini göstermekten çok korkuyoruz. Demokratikleşmek için açılım yaparken medyamız "dünya medya özgürlüğü" standartlarında 106. sıraya kadar düşmüş, bir futbol maçını veremez duruma gelmiş.

İşte ben kafamda bunlarla otururken gavur arkadaşlar geldi: “İyi ki geldin, özledik” diye etrafımı sardılar, kahve içtik. Gün bitti.


Livorno tribünleri:
http://www.youtube.com/watch?v=HMH4JsKteWw
http://www.youtube.com/watch?v=pNRC386sXxA&feature=related

No comments: