Wednesday, March 16, 2011
Tarihe Dokunmak (Aphrodisias/ Afrodisyas)
Geçen haftasonu Afrodisyas' ı bir kez daha gezdim. Bu blogu okuyan herkesin bu ismi duymuş olmasını dilerim ama belki de duymamışsınızdır. Ben bu antik şehre sadece 12 km uzaklıkta doğduğum için çok şanslıyım. Birden fazla defa gezme şansına sahip oldum. Dünyada bu kadar büyüleyici olup da bu kadar az gezilen bir tarihi alana ben henüz rastlamadım. Buranın en önemli özelliği bu. Avrupa'da bize tarihi stadyum adı altında boş tarla gezdirdi puştlar. Kendimi Kemal Sunal gibi hissettim o zaman (Bknz: Circus Maksimus). Bu blog sayesinde Afrodisyas'a ziyaretler patlayabilir ama görmek herkesin hakkı, üzülmem. Zaten alanı ve müzenin gezildiği 5-6 saat içerisinde insan kenisini Avrupa'da hissediyor çünkü etrafta Türk turist sayısı Milan'a kurban bayramında gelen Türk turist sayısından az. Varsa yoksa Japon, Amerikalı, Alman, Fransız, İspanyol ve İtalyan. Oysa o şehir 4800 yıldır orada ve dünyanın en iyi korunan şehirlerinden bir tanesi. Haliyle biraz enteresan olabilir gezmek... Neyse uzatmayalım.
Antik şehrin keşif hikayesi de çok ilginç. Ara Güler çevredeki bir barajı fotoğraflamak için geçerken aksilikler nedeniyle geceyi Afrodisyas'ın üzerindeki Geyre köyünde geçirmek zorunda kalıyor. Tabiki alttaki hazinenin boyutlarından bihaber herkes. Bakıyor ki insanlar antik sütün başlarında pişpirik oynuyor. Hemen fotoğraflarını çekiyor ve gerekli mercilere ulaştırıyor. Sonrasında çalışmalar başlıyor.
Sağa solda daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz. Şu link bir başlangıç olsun...
Gelelim şehrin beni çeken taraflarına. Her şeyen önce şehir 5-6 saat rahatsız edilmeden doğa ile içiçe gezme imkanı veriyor size. Etrafı yemyeşil, verimli bir ova. Gelip-gideni az oluğundan 5-10 dakikada bir gavur kafileler görüyoruz, hepsi bu. Bu çapta ve güzellikte bir alanı dünyanın başka yerinde kimse böyle sessiz bırakmaz. Duyumlarıma göre Aydın'ı Antalya'ya bağlayacak karayolu Afrodisyas yakınınan geçecek. 1-2 yıla kadar belki de bu özelliğini yitirir. Elinizi çabuk tutun.
İkincisi de zamanının büyük şehirlerinden birisinde böylece yapayalnız yürümek insanda garip bir ürperme yaratıyor ve düşünmeye itiyor. Şehrin aşağıda videosunu göreceğiniz stadyumu 30000 kişi kapasiteli. Yunan döneminde güreş, koşu, disk ve Roma döneminde ek olarak gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapmış. Gladyatörlerin sahaya çıktığı tünelden yüzlerce yıl sonra yürürken garip hisler oluşuyor. Üstelik de koca stadyumda yapayalnızsınız. Oysa oralar bir ara "Spartacus" diye inliyordu.
Üçüncüsü ise kültürler ve dinler arası çizgilerin bulanıklaşması. Lanet olsun bize mitoloji öğretip, sevdirmeyenlere ama bu toprakların bir zamanlar gerçeği buydu. Yapılan pagan tapınaklarını yıkan Romalılar sağa sola haçlar çizdiler. Tapınaklar kilise oldu. Sonra Selçuklular geldi. Elhemdülillah
herkes müslüman oldu. Buraya kadar idrak etmek kolay. Ama şimdi maalesef bu aramızdan bazılarının atalarının doğudan atla gelenlerden olmadığını ispatlıyor. Bu şehirlerde yaşayanlara ne oldu? Bana sorarsanız hala içimizdeler ve tehlikeliler. Şehirde 2000 yıl önce ne varsa etraftaki köylerde ve şehirlerde bugün de aynı tarım ve endüstri mevcut. Zeytin, şarap, dericilik ve seramik işleri. Ölen tek ustalık ise heykel. Sebebi malumdur, üzerime gelmeyin. Kapalı blogspot'a erişimi tekrar kapattırmayın.
Oysa Afrodisyas'ta zamanının ilk heykel okulu var. Bildiğimiz okul. Dünyanın en ünlü heykelcileri burada. Adlarını vereceğim ama anlamı yok, diyelim ki Fedon...Avrupa ve Afrika' daki nüfuzlulara buradan heykel gidiyor. Mesela Roma'da Sezar, heykeli yapılsın istiyor, gönderiyorlar. Bu ciddi bir mevzu. Gidip Avrupa'da hayranlıkla baktığımız o heykellerin bazılarının buradan yollandığı muhakkak. Yalnız güvenlik görevlisi abi ile Socrates heykelinin önüne tartıştık. Abi o zaman foto olmadığına göre siparişlerin nasıl yapılığını merak ediyordu. Bunu orada çalışan arkeologlara da sormuş cevap alamamıştı. Bu durumda sipariş İspanya'dan ya da Mısır'dan gelse ne yapıldığını bulamadık. Koskoca kayserler heykel yaptırmaya gelemeyeceğine göre sanırım heykeltraşlar gidip adama bakıp geliyordu ya da gittiği yerde yapıyordu. Çünkü bugün bi kafa çıkıyor tak altına adamın adını basıyorlar. Demek ki tipi benziyor. Yoksa o taş kafaya nasıl Sokrates dersin ya da nasıl Öklid dersin? Benzemesi lazım illa ki... Adamlar baya bi "celebrity" heykeli de yapmışlar. Pisagor ve Sokrates'ın fotoğraflarını çektirebilmemi buna borçluyum.
Yalnız müzede gezerken bir noktada çok kıllandım. Bana çok benzeyen bir Yunan heykeli gördüm. Yeminle baltayı alıp kırasım geldi. Düşünsenize ben kendimi bunca zaman bir aygır atın üzerinde sırtımda okum, belimde kılıcım Osta Asya bozkırlarından dörtnala koşarken hayal etmişim şimdi bu adam bana bu kadar benzeyince içerisinen çıkılmaz bir kimlik bunalımına düştüm. Şimdi gece-günüz bu paradoksu düşünüyorum. Oluşturulan bütün milliyetçilik doktrinleri bu heykel karşısına çöküyor. Neyse fazla deşmeyeyim. Bu müzedeki büstlerden birinin altında da "saçı dökülmüş, sol gözü kaymış sakallı vali" yazısı vardı (aşağıda resim). Bunu sevdim açıkçası. Yunan dediğin böyle tasvir edilmeli hep.
Şehrin 50 yıldır New York üniversitesi tarafından sürürülen kazılarına yalnızca %27'si çıkarılabilmiş. Sanırım bütçe yetersizliği de sözkonusu. 90 yıl içerisinde tamamının çıkmış olacağı tahmin ediliyor. O zaman Efes'ten daha büyük bir şehirle karşılaşmamız çok büyük ihtimal. Gerçi İtalyanlar Pompei'yi 1764'ten beri kazıyorlarmış. Kolay değil tabi, çıkarmakla bitmiyor. Yazıtlar okunacak. Kim neden yapmış, kiminmiş vb bulunacak, tasnif edilecek...
Neyse efendim, bu toprakların geçmişinin en nadide eserleriyle yüzleşmek, doğayla tarihle içiçe, bir zaman yolculuğu yapmak isteyenlere şiddetle tavsiye ederim. Hayran kalmayan görmedim. Aşağıda videolar...
Ara GÜLER’, Aphrodisias'ı Anlatıyor... ibexes
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment