Saturday, May 30, 2015

Yamyamlar Şehri

Malumunuz Mad Max'in yenisi piyasaya çıktı. Filmdeki amoral tablo bana içerisinde bir süredir yaşadığım İstanbul'u istemeden de olsa düşündürdü. Avrupa'nın yüksek ahlak değerleriyle bezeli toplumlarından gelince bu tespiti yapmak çok da zor olmadı benim gibi bir post-apokaliptik sever için. Sonuçta Mad Max'in dünyasında da herkes ekmeğinin peşinde ve ihtiyaçlar piramidinde ahlak yükseklerde yer almıyor. Tanıdık mı?

Türkiye’ye geldiğimden beri değişik zamanlarda İstanbul’un adaları, Aydın’ın yaylaları, Bandırma, Bozcaada ve Bolu’ya gitme fırsatım oldu. Bütün gezilerin ortak noktası bu lokasyonların değişik düzeylerde yamyam akınına uğramış veya çok yüksek ihtimalle saldırıya uğrama potansiyeline sahip olması. Henüz akına uğramayanların ulaşımları problemli ya da trend belirleyiciler oraların güzelliğinden henüz bahsetmemiş. Yamyam kavramını kelime anlamıyla elbette kullanmıyorum, belirli bir tüketim alışkanlığı olan çoğu İstanbul’da yaşayan, kendisinin iyi gelir grubunda olduğuna ikna edilen ve bu yüzden fütursuzca tüketmeye kodlanmış üst orta sınıflardan bahsediyorum. Zaten tepedeki %1in dünya servetinden aldığı pay bu inanca bağlı. Keza yamyamlar şehrinde durum daha da vahim. Ne zaman buna uyandık, bu tepedeki %1 şu an olduğu kadar kolay vakumlayamayacaktır. O yüzden kimse kimseye yamyam olduğunu pek söylemiyor henüz. Ancak yamyam olduğunu anladığında herkes, organik gıda tüketebilmek ayrıcalığı gibi farklar ile yine bu sınıfları ayrıcalıklı hissettirip, yine yamyamlaştıracaklar ve vakumlamanın bir yolunu bulacaklar. Bu anlaşılan Kızılderili Dayı'nın dediği paranın yenilen bir şey olmadığının anlaşıldığı noktaya kadar sürecek. O noktaya kadar yamyamlar suçu kendilerinde arayana kadar bankalara ve petrolcülere atıyor olacak. Oysa suç herkeste.

Tabi ki Hollanda, Almanya gibi ülkelerden geldiğinizde tüketim alışkanlıklarındaki farklılık, zenginlik-fakirlik kavramlarındaki görecelik  hissedemeyeceğiniz türden değil. Türkiye oradan gelince paçalarından fakirlik akan ve buna rağmen oralardan kat be kat fazla harcayabilen inanların ülkesi. Tabi ki fark kredilerde gizli. Hollanda’da kredi kartları eğer varsa ay sonunda kapatilan, nakit taşımama aracı. İnsanlar marketlerde saatlerce etiket inceliyor. Çıkışta fişler yırtılıp atılmıyor, 5 kuruşun hesabı soruluyor. Emek vererek kazandığı parayı 1 Euro da olsa kovalıyor insanlar. Ortalama bir Hollandalı Türkiye’de çok rahat pinti damgası yiyecek kadar tutumlu ve hesaplı. İddia ediyorum Hollandalılar bir hafta İstanbul'a gelse ve Hollanda'da yaşadıkları gibi yaşasa İstanbul ekonomisi büyük oranda batar.

Çubuk Gölü
Klişiden kaçmak adına cep telefonu mevzusuna girmiyorum ama ‘’trend’’ olan şeyleri ne pahasına olursa olsun tükettiğimiz doğru. Buna büyük meblalar olması bakımından evleri ve arabaları da katıyorum. Bu harcamaları bize yaptıran ama Batı Avrupalılar’da işe yaramayan satışta kilit nokta ise bu coğrafyada insanların başkalarının kişinin kendisi hakkında ne düşündüğünü çok daha fazla önemsemesi ve başkalarının yaptığını yapmadığında kendisini çok daha rahatsız hissetmesi. Bana sorarsanız harcama kültürümüzü bu iki sosyolojik mevzu derinden etkiliyor ve satıcılar bilerek ya da bilmeyerek buradan yürüyor. Ev almak adına çok büyük borçlara girmiş olanların en temel argümanı benzer gruptakilerin de o borca girmiş olması değil mi? Bir spor markası var, dünyanın başka yerlerinde adını bile duymadım ama Türkiye’ye dönünce bir baktım ki herkes onun rahatlığından bahsediyor, mağazaları Bağdat Caddesi’ni doldurmuş bile. Uzun zamandır sağlamlığı ve rahatlığı test edilmiş markalar artık çöpe atılmış. Bana sorarsanız bu sadece markanın pazara girişteki başarısıyla ölçülemez. Enteresan tüketim alışkanlıklarımızın payı da büyük.

Karacasu-Aydın
Tam da bu yüzden bazı tatil yerleri trend oluyor bazı başka güzel yerler olmuyor. Sanırım bir yerin yamyam akınına uğraması için bloglar, tweetler ve haber sitelerince güzel olarak anılması yeterli. Sonra ‘’başkalarına güzel gelen yer güzeldir’’ ve ‘’bana benzeyen herkes o yere gittiyse ben de gitmeliyim’’ çarkı işlemeye başlıyor.

Hatta bu çark bir tatilde öyle bir işlemiş ki Bozcaada ahalisi geçmiş bir ramazan bayramında hazırlıksız yakalanmış. Adada yamyam istilası olunca yemek bitmiş. Haşlanacak makarna bile kalmamış da ekmek bulabilen sevinmiş. Tabi ki yamyamın geldiği yerde esnaf profili de zamanla değişiyor. Kalite yerini miktara bırakıyor. Neden kaliteye uğraşasın ki? Bozcaada’da bir meze yedim, bir adana kebap yedim ki hayatımın en kötü yemekleri olabilir. Ama yamyamlar her şeyi yer. Anadolu’da bir esnaf lokantasında bu yemekleri verseler bırakın batmayı, adamlar dayak yer. Maalesef büyük şehirde her yerde kuyruk olduğu için insanlar kaliteli lezzeti unutmuşlar. Bi kaç kere çok adı duyulmuş, bence pahalı mekanlara da gidip yemek yedim İstanbul’da. Lezzet seviyesi o kadar düşük ki, yediğimiz tamamen marka. Orada ki insanlar ya bunu farkedemeyecek kadar uzaklaşmışlar gerçeklikten ya da başkaları lezzetli bir şey yer gibi yaptığı için onlar da lezzetliymişçesine yiyorlar. Restorancılığı geçtim, adadaki atların durumu da ortada. Çoğu kontrolsüzce sefer yaptığı için yorgun ve bitkin. Ama insanlar bisiklet yerine atlara binmeye devam ediyor çünkü adaya gidince ata biniliyor.
Karacasu-Aydın

Bozcaada’da bi yerde köfte yemeye gittik. Köfteci Amca muhabbeti bol bi abimiz olduğu için soğanı ve biberi bize doğratarak işe başladı. Sonra köftenin, ekmeğin, kasanın yerini göstererek kayboldu. Kendimize 6 köfte yaparken 2 yamyam arkadaş geldi. 8 tane daha sipariş verdiler. Biz de iyi dedik yapmaya devam ettik. Adam zaten yamyam, ben ilk defa yaptığım köfteye 15 Lira fiyat biçsem, 120 Lirasını rahat alırım. Dönüp de sormaz bile çok pahalı diye. Kendince homurdanır, en çok foursquare’e pahalı mekan yazar. Onu da yapamaz çünkü bakar daha once kimse pahalı dememiş. Netekim, yarısını bizim yaptığımız köfteleri geri dönen köfteci tamamladı, aynen kakaladı geçti yamyamlara. Sevine sevine gitti garipler. Bi de bunlar şehre gidince müdürlerinden fazla mesai ve vardiya ücretlerini talep edecekler güya. İşimiz var resmen beyaz yaka.
Karacasu-Aydın

Tabi bu trend markalar ve mekanlar dikkatli olsun. Bu çark tersine de işler. Günün birisinde nereden çıktığı belli olmayan ‘’orası bitti abi’’ lafı dönerse, daha da kimse uğramaz.

Şimdi bu bireysellikten uzaklık bizim demokrasimizi de etkiliyor ha. Oy vermede de ‘’başkalarının iyi dediğinin iyi algılanması’’ ve ‘’ bana benzerlerin yaptığına benzer bi şey yapmalıyım’’ kavramları devreye giriyor. Köfteyi nasıl yiyorsak politikayı da öyle yeme ihtimalimiz kuvvetli.


Mengen-Reçel Yapımı
Karacasu-Aydın




















Bolu dönüşü Göynük diye bi yere uğradım. Çubuk Gölü de orada. Aslında otobandan İstanbul’un özellikle Anadolu yakasına da yakın. Şehir dokusu, doğası ve yemekleri çok güzel. Henüz hiçbir ünlü için ‘’10 dönüm aldı, 5 yıldır orada yaşıyor, Göynük’de şarapçı açtı’’ gibisinden bi haber yapılmadığı için yamyamlar bilmiyor. Benim blog trend yapmaya yeter mi bilmem ama tavsiyem Cumartesi arabayla köprüyü geçene kadar varabileceğiniz bi mesafede. Yatıp pazar dönülebilir. İnsanı henüz yamyam görmediği için çok muhabbet ve iyi. Kalacak yerler ucuz. 



Mengen-Bolu
Umarım yakın bir gelecekte bireysellik toplumumuzda bir nebze daha artar da hem demokrasi hem harcama kültürümüzde gelişmeler olur. Yoksa biz yamyamları başta global şirketler olmak üzere düdükleyen çok olur. Bu arada şuursuz harcamalarımızla da doğaya ve kendimize verdiğimiz zararlar da geri dönülmez yerlere gidebilir. Katlettiğimiz emekçiler ve hayvanlar da cabası…Hepinize bol birikimli ve çevreci ama çok da gezmeli bir Hollandalı hayatı öneriyorum.
Yedi Göller
Yedi Göller

1 comment:

Anonymous said...

yurtdışında kalmış biri olarak yazdıklarınıza katılıyorum.