Malumunuz Mad Max'in yenisi piyasaya çıktı. Filmdeki amoral tablo bana içerisinde bir süredir yaşadığım İstanbul'u istemeden de olsa düşündürdü. Avrupa'nın yüksek ahlak değerleriyle bezeli toplumlarından gelince bu tespiti yapmak çok da zor olmadı benim gibi bir post-apokaliptik sever için. Sonuçta Mad Max'in dünyasında da herkes ekmeğinin peşinde ve ihtiyaçlar piramidinde ahlak yükseklerde yer almıyor. Tanıdık mı?
Türkiye’ye geldiğimden beri değişik zamanlarda İstanbul’un
adaları, Aydın’ın yaylaları, Bandırma, Bozcaada ve Bolu’ya gitme fırsatım oldu.
Bütün gezilerin ortak noktası bu lokasyonların değişik düzeylerde yamyam
akınına uğramış veya çok yüksek ihtimalle saldırıya uğrama potansiyeline sahip
olması. Henüz akına uğramayanların ulaşımları problemli ya da trend
belirleyiciler oraların güzelliğinden henüz bahsetmemiş. Yamyam kavramını
kelime anlamıyla elbette kullanmıyorum, belirli bir tüketim alışkanlığı olan çoğu
İstanbul’da yaşayan, kendisinin iyi gelir grubunda olduğuna ikna edilen ve bu
yüzden fütursuzca tüketmeye kodlanmış üst orta sınıflardan bahsediyorum. Zaten tepedeki %1in dünya servetinden aldığı pay bu inanca bağlı. Keza yamyamlar şehrinde durum daha da vahim. Ne zaman buna uyandık, bu tepedeki %1 şu an olduğu kadar kolay vakumlayamayacaktır. O yüzden kimse kimseye yamyam olduğunu pek söylemiyor henüz. Ancak yamyam olduğunu anladığında herkes, organik gıda tüketebilmek ayrıcalığı gibi farklar ile yine bu sınıfları ayrıcalıklı hissettirip, yine yamyamlaştıracaklar ve vakumlamanın bir yolunu bulacaklar. Bu anlaşılan Kızılderili Dayı'nın dediği paranın yenilen bir şey olmadığının anlaşıldığı noktaya kadar sürecek. O noktaya kadar yamyamlar suçu kendilerinde arayana kadar bankalara ve petrolcülere atıyor olacak. Oysa suç herkeste.
Tabi ki Hollanda, Almanya gibi ülkelerden geldiğinizde
tüketim alışkanlıklarındaki farklılık, zenginlik-fakirlik kavramlarındaki
görecelik hissedemeyeceğiniz türden
değil. Türkiye oradan gelince paçalarından fakirlik akan ve buna rağmen
oralardan kat be kat fazla harcayabilen inanların ülkesi. Tabi ki fark
kredilerde gizli. Hollanda’da kredi kartları eğer varsa ay sonunda kapatilan,
nakit taşımama aracı. İnsanlar marketlerde saatlerce etiket inceliyor. Çıkışta
fişler yırtılıp atılmıyor, 5 kuruşun hesabı soruluyor. Emek vererek kazandığı
parayı 1 Euro da olsa kovalıyor insanlar. Ortalama bir Hollandalı Türkiye’de
çok rahat pinti damgası yiyecek kadar tutumlu ve hesaplı. İddia ediyorum Hollandalılar bir hafta İstanbul'a gelse ve Hollanda'da yaşadıkları gibi yaşasa İstanbul ekonomisi büyük oranda batar.
Çubuk Gölü |
Klişiden kaçmak adına cep telefonu mevzusuna girmiyorum ama
‘’trend’’ olan şeyleri ne pahasına olursa olsun tükettiğimiz doğru. Buna büyük
meblalar olması bakımından evleri ve arabaları da katıyorum. Bu harcamaları
bize yaptıran ama Batı Avrupalılar’da işe yaramayan satışta kilit nokta ise bu
coğrafyada insanların başkalarının kişinin kendisi hakkında ne düşündüğünü çok
daha fazla önemsemesi ve başkalarının yaptığını yapmadığında kendisini çok daha
rahatsız hissetmesi. Bana sorarsanız harcama kültürümüzü bu iki sosyolojik
mevzu derinden etkiliyor ve satıcılar bilerek ya da bilmeyerek buradan yürüyor.
Ev almak adına çok büyük borçlara girmiş olanların en temel argümanı benzer
gruptakilerin de o borca girmiş olması değil mi? Bir spor markası var, dünyanın
başka yerlerinde adını bile duymadım ama Türkiye’ye dönünce bir baktım ki
herkes onun rahatlığından bahsediyor, mağazaları Bağdat Caddesi’ni doldurmuş
bile. Uzun zamandır sağlamlığı ve rahatlığı test edilmiş markalar artık çöpe
atılmış. Bana sorarsanız bu sadece markanın pazara girişteki başarısıyla
ölçülemez. Enteresan tüketim alışkanlıklarımızın payı da büyük.
Karacasu-Aydın |
Tam da bu yüzden bazı tatil yerleri trend oluyor bazı başka
güzel yerler olmuyor. Sanırım bir yerin yamyam akınına uğraması için bloglar,
tweetler ve haber sitelerince güzel olarak anılması yeterli. Sonra
‘’başkalarına güzel gelen yer güzeldir’’ ve ‘’bana benzeyen herkes o yere
gittiyse ben de gitmeliyim’’ çarkı işlemeye başlıyor.
Hatta bu çark bir tatilde öyle bir işlemiş ki Bozcaada
ahalisi geçmiş bir ramazan bayramında hazırlıksız yakalanmış. Adada yamyam
istilası olunca yemek bitmiş. Haşlanacak makarna bile kalmamış da ekmek
bulabilen sevinmiş. Tabi ki yamyamın geldiği yerde esnaf profili de zamanla
değişiyor. Kalite yerini miktara bırakıyor. Neden kaliteye uğraşasın ki?
Bozcaada’da bir meze yedim, bir adana kebap yedim ki hayatımın en kötü
yemekleri olabilir. Ama yamyamlar her şeyi yer. Anadolu’da bir esnaf
lokantasında bu yemekleri verseler bırakın batmayı, adamlar dayak yer. Maalesef
büyük şehirde her yerde kuyruk olduğu için insanlar kaliteli lezzeti
unutmuşlar. Bi kaç kere çok adı duyulmuş, bence pahalı mekanlara da gidip yemek
yedim İstanbul’da. Lezzet seviyesi o kadar düşük ki, yediğimiz tamamen marka.
Orada ki insanlar ya bunu farkedemeyecek kadar uzaklaşmışlar gerçeklikten ya da
başkaları lezzetli bir şey yer gibi yaptığı için onlar da lezzetliymişçesine
yiyorlar. Restorancılığı geçtim, adadaki atların durumu da ortada. Çoğu
kontrolsüzce sefer yaptığı için yorgun ve bitkin. Ama insanlar bisiklet yerine
atlara binmeye devam ediyor çünkü adaya gidince ata biniliyor.
Karacasu-Aydın |
Bozcaada’da bi yerde köfte yemeye gittik. Köfteci Amca
muhabbeti bol bi abimiz olduğu için soğanı ve biberi bize doğratarak işe
başladı. Sonra köftenin, ekmeğin, kasanın yerini göstererek kayboldu. Kendimize
6 köfte yaparken 2 yamyam arkadaş geldi. 8 tane daha sipariş verdiler. Biz de
iyi dedik yapmaya devam ettik. Adam zaten yamyam, ben ilk defa yaptığım köfteye
15 Lira fiyat biçsem, 120 Lirasını rahat alırım. Dönüp de sormaz bile çok
pahalı diye. Kendince homurdanır, en çok foursquare’e pahalı mekan yazar. Onu
da yapamaz çünkü bakar daha once kimse pahalı dememiş. Netekim, yarısını bizim
yaptığımız köfteleri geri dönen köfteci tamamladı, aynen kakaladı geçti
yamyamlara. Sevine sevine gitti garipler. Bi de bunlar şehre gidince
müdürlerinden fazla mesai ve vardiya ücretlerini talep edecekler güya. İşimiz
var resmen beyaz yaka.
Karacasu-Aydın |
Tabi bu trend markalar ve mekanlar dikkatli olsun. Bu çark
tersine de işler. Günün birisinde nereden çıktığı belli olmayan ‘’orası bitti
abi’’ lafı dönerse, daha da kimse uğramaz.
Şimdi bu bireysellikten uzaklık bizim demokrasimizi de
etkiliyor ha. Oy vermede de ‘’başkalarının iyi dediğinin iyi algılanması’’ ve
‘’ bana benzerlerin yaptığına benzer bi şey yapmalıyım’’ kavramları devreye
giriyor. Köfteyi nasıl yiyorsak politikayı da öyle yeme ihtimalimiz kuvvetli.
Mengen-Reçel Yapımı |
Karacasu-Aydın |
Bolu dönüşü Göynük diye bi yere uğradım. Çubuk Gölü de
orada. Aslında otobandan İstanbul’un özellikle Anadolu yakasına da yakın. Şehir
dokusu, doğası ve yemekleri çok güzel. Henüz hiçbir ünlü için ‘’10 dönüm aldı,
5 yıldır orada yaşıyor, Göynük’de şarapçı açtı’’ gibisinden bi haber yapılmadığı
için yamyamlar bilmiyor. Benim blog trend yapmaya yeter mi bilmem ama tavsiyem
Cumartesi arabayla köprüyü geçene kadar varabileceğiniz bi mesafede. Yatıp
pazar dönülebilir. İnsanı henüz yamyam görmediği için çok muhabbet ve iyi.
Kalacak yerler ucuz.
Mengen-Bolu |
Umarım yakın bir gelecekte bireysellik toplumumuzda bir
nebze daha artar da hem demokrasi hem harcama kültürümüzde gelişmeler olur.
Yoksa biz yamyamları başta global şirketler olmak üzere düdükleyen çok olur. Bu
arada şuursuz harcamalarımızla da doğaya ve kendimize verdiğimiz zararlar da
geri dönülmez yerlere gidebilir. Katlettiğimiz emekçiler ve hayvanlar da cabası…Hepinize
bol birikimli ve çevreci ama çok da gezmeli bir Hollandalı hayatı öneriyorum.
Yedi Göller |
Yedi Göller |
1 comment:
yurtdışında kalmış biri olarak yazdıklarınıza katılıyorum.
Post a Comment