Bu yaz amma evlilik yaptı muhtemelen her yaz yaptığı gibi. Zamanında Diyarbakır'da İsveçli, İsviçreli ve Fransız mühendislerle paylaştığımız bir ev vardı arkasında düğün salonu olan. Gavurlar oraya wedding factory (evlilik fabrikası) adını takmışlardı. Hafta içi-sonu farketmez, istisnasız düğün olur, zurna, zılgıt, silah sesleri ortamı şenlendirirdi. Adamlar alışmış, sakince camlardan uzaklaşır, halıya oturup aileleriyle internette görüşür, görüşmezlerse bana ''neden bu kadar düğün oluyor? neden müzikte iniş çıkış, nağme ve titreşim çok?'' gibi ipe sapa gelmez sorular sorarlardı.
Bu yaz hakikaten de ne çok düğün oldu. Elbet hep oluyordu ama ben kendi düğünüme bile bir hafta kala gelebilmiştim, bir platformda mahsur kalmıştım. Herhalde kariyerimde toplam iştirak edebildiğim 4-5 düğün ancak olabilmişti. Bazı çok olmak istediklerim de böyle geçip gitti. Ama bu yaz olanı bu sayının çok üzerine çıkmama vesile oldu.
Genel olarak bizim şehirlerde gittiğimiz düğünler dünyanın neresine gidilirse gidilsin benzer. Farklar öyle çok marjinal değil. Geliyor arada gavur arkadaşlar, fazla yadırgamadan oynayıp gidiyorlar. Harmandalı yerine vals var, çiftetelli yerine disko, halay yerine de lambada. İşte bunlar hep küreselleşmenin handikapları. Nereye gitsek, her şey birbirine benzemeye başladı. Bekarlığa veda bile gelmiş ama utangaçlıktan tam da hakkı da verilemiyor. Öyle arada-derede şimdilik. Ama gelmiş işte. Bana göre küreselleşme şu: New York'a gider şaşırmazsın da Şarköy'de nevrin döner ya, işte bu küreselleşme.
Bu yıl iki derin gözlemim daha oldu hayata dair. İnsanın en büyük iki mucizesine tanık olduğumu düşünüyorum. Bu ne konuşması ne de yazması insanın. İlki, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı becermesi ve ikincisi de takı törenindeki takılar hep öyle kalacakmış gibi neşe içinde sırıtması. Oysa bütün olasılıklar düşünüldüğünde bile, takılar ya düğün masrafına gidecekler, ya zaten ailenin sağa sola dağıttıkları geri geliyor, ya da getirenlere evlilik-çocuk doğumu vb diye geri gidecekler. Ama o ortamlarda bu bilinçten çok uzak bir insanlık göze çarpıyor, hem de her seferinde. Her takı töreninde, John Nash tekrar tekrar ölüyor kabrinde, her neyse...
Şimdi ben bu yaz başı düşünüyordum bu düğün-dernek işleri dünyanın bütün şehirlerinde benzer ve dünya bu aynılıktan bayıyor. Yerel ve farklı olan daha anlamlı geliyor artık herkese. Bir kaç arkadaşıma da söyledim Hollanda'dan, Almanya'dan, İskandinavya'dan falan yerel düğüne turist getirsek, bu organizasyonları satsak falan diye. Burada her bahse girerim, gavuru zerre tanıyorsam her türlü parayı ödeyip gelirler bizim yerel organizasyonlara. Müzik, içki, yemek, kültür, dans ve daha neler neler. Ne ister ki bir turist başka? Tabi ben de bu yerel organizasyonları kendim de çok bilmiyordum ama öğrendim. Sağolsun Trakyalı arkadaşlardan evlenenler oldu ve oradaki organizasyonlara katıldık. Şimdiye kadar evlilik hazırlıklarından panik olanlara hep şunu derdim: ''rahat olun, ben hiç evlenemeyen görmedim'' ama Tekirdağ'daki fantastik ortamlardan sonra diyebilirim ki başınıza kına gecesine her şey gelebilir ve evlenemeyebilirsiniz. Çünkü her şey çok çılgın ve biraz da tehlikeli. Resmen motto şu: madem bir kez evleniyoruz, adam gibi ölelim.
Bu blogun ileriki yazılarında bazı kına-eğlence ritüellerine yer vereceğim ama şöyle başlıkları sıralayarak bir girizgah yapmak istiyorum bu seferlik ki sizi uzun bir yazıyla sıkmayayım: içki, parayla satın alamayacaklarınız da dahil. Gelinin amcasının sevgiyle mayaladığı damacanalarda şaraplar, su şişelerinde boğma rakılar. Müzik, halay ve dans. Öylesine ki temel fizik kurallarına ters şeyler gördüğümü düşünüyorum bu danslarda, anlatacağım. Yerel müzisyenler, öyle ki bunlar hakkında sonsuz yazabilirim. Testi kırmaca, damadın arkadaşlarını dövme özgürlüğü, damadı denize atma, kaynanayı ateş üzerinde sallama, sabahın ikisinde damat uyandırma, gizemli baklava ve ötesi için sonraki yazılarımı bekleyeceksiniz ama işte böyle bir fantaziler geçidiydi.
Globali tükettik, yerele abanalım. Her şeyin yavaşı moda oluyor, ben de yavaş evlilik (slow wedding) başlatıyorum. Yine iyisiniz köftehorlar, yeni bir trend set edişime denk geldiniz. Seneye herkes köyünde evlenir artık. Görüşürüz.
Sneak Peek:
Bu yaz hakikaten de ne çok düğün oldu. Elbet hep oluyordu ama ben kendi düğünüme bile bir hafta kala gelebilmiştim, bir platformda mahsur kalmıştım. Herhalde kariyerimde toplam iştirak edebildiğim 4-5 düğün ancak olabilmişti. Bazı çok olmak istediklerim de böyle geçip gitti. Ama bu yaz olanı bu sayının çok üzerine çıkmama vesile oldu.
Genel olarak bizim şehirlerde gittiğimiz düğünler dünyanın neresine gidilirse gidilsin benzer. Farklar öyle çok marjinal değil. Geliyor arada gavur arkadaşlar, fazla yadırgamadan oynayıp gidiyorlar. Harmandalı yerine vals var, çiftetelli yerine disko, halay yerine de lambada. İşte bunlar hep küreselleşmenin handikapları. Nereye gitsek, her şey birbirine benzemeye başladı. Bekarlığa veda bile gelmiş ama utangaçlıktan tam da hakkı da verilemiyor. Öyle arada-derede şimdilik. Ama gelmiş işte. Bana göre küreselleşme şu: New York'a gider şaşırmazsın da Şarköy'de nevrin döner ya, işte bu küreselleşme.
Bu yıl iki derin gözlemim daha oldu hayata dair. İnsanın en büyük iki mucizesine tanık olduğumu düşünüyorum. Bu ne konuşması ne de yazması insanın. İlki, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı becermesi ve ikincisi de takı törenindeki takılar hep öyle kalacakmış gibi neşe içinde sırıtması. Oysa bütün olasılıklar düşünüldüğünde bile, takılar ya düğün masrafına gidecekler, ya zaten ailenin sağa sola dağıttıkları geri geliyor, ya da getirenlere evlilik-çocuk doğumu vb diye geri gidecekler. Ama o ortamlarda bu bilinçten çok uzak bir insanlık göze çarpıyor, hem de her seferinde. Her takı töreninde, John Nash tekrar tekrar ölüyor kabrinde, her neyse...
Şimdi ben bu yaz başı düşünüyordum bu düğün-dernek işleri dünyanın bütün şehirlerinde benzer ve dünya bu aynılıktan bayıyor. Yerel ve farklı olan daha anlamlı geliyor artık herkese. Bir kaç arkadaşıma da söyledim Hollanda'dan, Almanya'dan, İskandinavya'dan falan yerel düğüne turist getirsek, bu organizasyonları satsak falan diye. Burada her bahse girerim, gavuru zerre tanıyorsam her türlü parayı ödeyip gelirler bizim yerel organizasyonlara. Müzik, içki, yemek, kültür, dans ve daha neler neler. Ne ister ki bir turist başka? Tabi ben de bu yerel organizasyonları kendim de çok bilmiyordum ama öğrendim. Sağolsun Trakyalı arkadaşlardan evlenenler oldu ve oradaki organizasyonlara katıldık. Şimdiye kadar evlilik hazırlıklarından panik olanlara hep şunu derdim: ''rahat olun, ben hiç evlenemeyen görmedim'' ama Tekirdağ'daki fantastik ortamlardan sonra diyebilirim ki başınıza kına gecesine her şey gelebilir ve evlenemeyebilirsiniz. Çünkü her şey çok çılgın ve biraz da tehlikeli. Resmen motto şu: madem bir kez evleniyoruz, adam gibi ölelim.
Bu blogun ileriki yazılarında bazı kına-eğlence ritüellerine yer vereceğim ama şöyle başlıkları sıralayarak bir girizgah yapmak istiyorum bu seferlik ki sizi uzun bir yazıyla sıkmayayım: içki, parayla satın alamayacaklarınız da dahil. Gelinin amcasının sevgiyle mayaladığı damacanalarda şaraplar, su şişelerinde boğma rakılar. Müzik, halay ve dans. Öylesine ki temel fizik kurallarına ters şeyler gördüğümü düşünüyorum bu danslarda, anlatacağım. Yerel müzisyenler, öyle ki bunlar hakkında sonsuz yazabilirim. Testi kırmaca, damadın arkadaşlarını dövme özgürlüğü, damadı denize atma, kaynanayı ateş üzerinde sallama, sabahın ikisinde damat uyandırma, gizemli baklava ve ötesi için sonraki yazılarımı bekleyeceksiniz ama işte böyle bir fantaziler geçidiydi.
Globali tükettik, yerele abanalım. Her şeyin yavaşı moda oluyor, ben de yavaş evlilik (slow wedding) başlatıyorum. Yine iyisiniz köftehorlar, yeni bir trend set edişime denk geldiniz. Seneye herkes köyünde evlenir artık. Görüşürüz.
No comments:
Post a Comment