Geçen gün Türkiye’deki yabancıdil öğrenme sorununa dair bir video izledim. İnternette biraz mevzuya bakayım
diye gezinince ‘’Türkler neden İngilizce öğrenemiyor?’’ diye büyük bir tartışma
olduğunu gördüm. Sayılara bakmak gerekirse ortalama olarak üniversie öncesi
950-1000 saat dil öğretimine zaman ayrılıyormuş ama öğrencilerin %95’i
başlangıç seviyesinde bile performans ortaya koyamıyormuş. Bazı uluslararası
araştırmalara gore Azerbaycan ile birlikte Avrupa’nın en kötü performansına
sahip iki ülkesinden birisiyiz ve dünyada araştırma kapsamındaki 76 ülke
arasında 51.’yiz.
Bu sayılarla dünyaya entegre bir
üretimin içinde olmak zor olacağı için tahminim ekonomik ve sosyal gelişimimiz
de bu veriye gore şekilleniyor. Örneğin ben komplolar içinde boğulan, her
yabancının düşman algılandığı ve herkesin, her zaman bizimle uğraştığı
tezlerinin de temelinde bunlar olduğunu düşünüyorum. Klasik tez ‘’anlıyorum ama
konuşamıyorum’’ bile doğru olsaydı ve biz en azından dünyanın öncelediği
konuları sağlıklı takip edebilseydik gerçekten ciddi anlamda rahatlardık. Kardeşim,
herkesin işi-gücü var işte kendisine ve dünyaya dair. Sabah akşam bizden
bahsetmiyor adamlar. Hakikaten de etrafınızda konuşulanı anlamazsanız böyle bir
his gelebilir. Şu köşede gülüşen Almanlar acaba benden mi bahsediyor, oraya
bakınca aniden sustular…
Herkes metodoloji de dahil birçok
eğitim sorunu üzerine yormlarını yazmış. Uzmanlara gore bir dili öğrenirken
amaçlanacak 4 hedef varmış:
1-konusulanı anlama, 2-yazılanı anlama, 3-konuşabilme, 4-yazabilme
E biz bunları anadilimizde
yapamıyoz ki başka bir dilde nasıl yapalım? Bebekken oyun dilini İngilizce
yaparsak bebek İngilizce öğrenirmiş. Tamam öğrenir de hep o oyun dili
seviyesinde kalır. Dilin incelikleri de büyüdükçe öğrenilir. Bence biz
düşünmeyi, akıl yürütmeyi, metodolojik fikir geliştirmeyi temel eğitimde
öğretmedikçe dil öğreniminde oyun seviyesinin bir adım ötesine geçemeyiz.
Son zamanlarda merak sardığım
davranışsal psikoloji, insanın düşünme ve karar mekanizmaları üzerine şunu
söylüyor. İnsanda iki mekanizma var: birincisi: hızlı, kontrolsüz, çağrışımlı,
bilinçsiz. Yani fazla kafa yormadan yaptığımız şeyler diyebiliriz ki anadil
burada. İkinci sistemimiz ise kontrollü, çabalı, tümdengelimli, yavaş, farkında
olarak, kurallara göre.
İşte yabancı dil bu ikinci
kısımda. Biz kararlarını beynindeki bu ikinci kısımla alanlara ‘’enayi’’ deriz.
Onu diyemezsek de ‘’pratik değil’’ deriz en azından. İkinci sistemi biz neyde
kullanıyoruz ki yabancı dilde kullanalım. O alanı hiç beslemeyen bir toplum
olalım ama sonra şakır şakır yabancı dil öğrenelim. Yok öyle kardeşim, ne kadar
ekmek o kadar köfte. Şimdi benim Almanya’da kırk yılda 15 kelime öğrenen
kardeşimin sırrı da burada yatıyor işte.
Ama şimdi bir dil öğretecez diye
de beynin rasyonel karar alabilen sistemlerini devreye sokmaya değer mi? Emin
olamadım. Çünkü o zaman da politik seçimlerden, finansa kadar her şey
değişecek. Kaş yaparken göz çıkarmayalım durduk yere. Çoluk çocuk İngilizce
konuşacak diye bütün bunlara gerek yok. Nasılsa kalabalığız, kendi kendimize yeteriz.
No comments:
Post a Comment