Havalara tam uyum sağlayamadığımdan olacak ki biraz bitkin hissediyorum. Bu hafta sonu için yaptığım gezi planlarını iptal etmek zorunda kaldım. Hafta sonunu yine Lecco’da geçirdim.
Cuma akşamı arkadaşlara Turkiye’de “Ramadan Festival” başladı bugün dedim. Sağolsunlar geldiler gece. Ama bi baktım şarabı, viskiyi, brandyi kapan gelmiş. Böyle de olmaz ki! Anlattım durumu ama vazgeçiremedim. Ramazanı kutladık. Kabahat bende, festival deyince yanlış anladılar...
İnsanlar çalışma temposuna girdiler artık. Çinliler, Vietnamlılar pirinç takviyesiyle akşamları 4-5 saat çalışıyorlar. Bi de bana “Sence öğlenleri kaç kalori almalıyız? Akşamları yoruluyorum, çalışamıyorum” diye sordu bir tanesi. Arkadaşım “Doyana kadar ye,ne kalorisi” dedim ben de. Galiba bu işin dieti var. Dayanamadım sordum “Nasıl bu kadar kondisyonlu çalışabiliyosunuz?” Asya’da mühendisler işe alınırken neredeyse tek kriter not ortalamalarıymış. Orada çok uzun saatler fabrikada,ofiste çalışacakları için, dersine çok çalışanı makbulmüş. Bu da bir nevi kültür olmuş. Bir de sanırım geri dönme ihtimali onlar için çok kötü. Evli çıktı bi de adam. Enteresan hayatlar. Tabi adamla bu muhabeti yapınca ben de tırstım. İçimden “Biz hiç çalışmamışız ya!” dedim. Hemen koşarak odama girdim ve itiraf edeyim 2 saat kadar ders çalıştım. Sonra bi düşündüm ki “ Daha 2. hafta, Türkiye’de olsa çayımızı demler,suyu bitince üstüne ekler,çay leş gibi olur ama 4-5 saat muhabbet ederdik. Bizde de kültür bu. Acaba bizde işe alma kriteri ne?”. Bu düşüncelere dalınca çalışmayı bıraktım.
Bu arada çok soru geliyo Türkiye ile ilgili.Rahmetli Barış Manço için “Keşke biraz daha yaşasaydı” diyorum içimden. O da Japonlarla uğraşmaktan gerisine zaman bulamadan gitti.
Pazar günü bazı kafeler hariç her yer kapalı. Sadece çalışan bir Türk dönerci buldum “Sultano Kebap”(isim tam bir adaptasyon harikası). Döneri özlemişim. Çıkarken fişi almamıştım. “Hemşerim!” diye bağırdı arkamdan “ Burda her zaman fişini al”. Paket yaptırmıştım.Mağaza çıkışlarında zabıtalar taşıdığınız malların fişini sorabiliyomuş. Fiş olmazsa ceza kesiyolarmış. 2 haftadır Allah korumuş.
Kafelerde internet aradım. Wireless’a bağlanmak için pasaportumun faksını güvenlikle ilgili bi yere fakslamam gerekiyomuş. Ordan bi kod alacakmışım. Herkes için standart bir uygulamaymış. İnternet kafeler bile pasaport veya geçerli bir kimlik olmadan kullandırtmıyor. Kimin ne saatte girdiği saptanıyomuş. Tabiki faks falan çekmedim. Hala okul labı hariç internetim yok. Allah bilir kodu alsam da çalışmaz wireless. İtalya’da bir işi halletmek dil sorunu da olunca o kadar yorucu oluyo ki,anlatamam.
Sokak hayvanı hiç yok. Kuşlara yaramış, yürüyüp duruyolar sağda solda. Ama neden yok? Çünkü herkesin köpeği var. İnanılmaz sayıda evcil köpek oluyo sokaklarda sahipleriyle dolaşan. Tabi Versace’leriyle dolaşan kadınların köpeklerini de tahmin etmek zor değil. Köpekler de markalı adeta. Gelgelelim kuşlardan korkuyor köpekler. (Büyük köpekler de yok değil). Bizde sokak köpeği var dedim İtalyanlar’a. Şaşırdılar, “kötü” falan dediler. Ama dedim “sizinkiler gibi yola,taşa pislemiyolar, gidip kuma yapıyolar.” Konuyu değiştirdiler...(Ben ordan daha bizim tuvaleti ne kadar önce kullanmaya başladığımıza gelecektim oysa).
Kafede otururken küçük bi çocuk geldi. 3-4 yaşlarında. Gülümsüyodu, ben de ona gülümsedim. “Ciao” “Come stai?” (Mehaba,nasılsın) dedim. Arkadaş olduk. İtalyanca seviyemi anlatması bakımından yazdım. Umarım bir kaç ay içerisinde 7-8 yaş grubuyla “bisikletin var mı?” muhabbeti yapacak seviyeye gelirim.
Blogu takip etmeye devam edin. Çok yakında kış modasını ve daha sonrasında da ilkbahar-yaz sezonunda nelerin moda olacağını yazacağım. Ovgutto.blogspot.com ile ilk bilen siz olun.
Arrivederci!
2 comments:
Bizim kultur tembellik kulturu zaten. Yoksa super zekiyiz imanima :)
Hangi millet saatlerce kipirdamadan nargile icebilir ki oturdugu yerde?
dogru dedin yegenim...gel bi fokurdatalim...
Post a Comment