Friday, November 9, 2007

halloween-milano-floransa-bergamo


08.11.07

Kasım ayı başından itibaren çok hareketli günler geçirdim. 31 Ekim- 4 Kasım arası tatiller (Tüm azizler günü) ve hafta sonu nedeniyle tatil oldu. Bu arada Gözde de Türkiye’ den beni ziyarete geldi. Gidişi çok maceralı olsa da çok güzel vakit geçirdik. Gelirken de çok özlediğim siyah çay, demlik, rakı ve de pul biberle geldi.

31 Ekim gecesi Milano’da bir erasmus Halloween partisine katıldık. Parti yapılan mekan çok güzeldi, kokteyller de çok başarılıydı. Geceye öğrenci kostümü ile katılıp dikkatleri toplamayı başardım. Bu gecede İtalyan erkeklerinin dünyaya yayılan ününü gözlerimle gördüm. Ama içimden de “Allah sevdiğim insanları bunların içine düşürmesin” dedim. Adamlar gitten, gelden anlamıyor arkadaşım. İçeride Alman var, İngiliz var, Türk var...hatunlar git dedikçe sarılıyorlar...Sonunda da hepsini tavladılar yalnız. Parti sabaha doğru bitti,biz de trene atlayıp memleketimiz Lecco’ya geldik.

Biz bu Lecco’yu memleket bildik ama hakkında bilmediğimiz bir şey öğrendik. Lecco, “leccare” fiilinin birinci tekil şahıs, geniş ve şimdiki zamana çekilmiş haliymiş. Fiil de yalamak anlamına gelince ne oluyor: “Yalarım”. Hatta İtalyanca soru cümleleri, normal cümlelerden tonlamayla ayrıldığı için yanlış tonlamada “Yalayayım mı?” anlamına da gelebiliyomuş. Artık pek söylemiyoruz nereli olduğumuzu.

2 Kasım Cuma günü Gözde ile beraber Milano’ya gittik. Orada ev arkadaşım Can’la da buluşup dünyanın en büyük katolik kiliselerinden biri olan nam-ı diyar Duomo’yu (3. büyük kilise-San Piedro Roma ve Sevilla Catedralden sonra) ve Castello’yu gezdik. Duomo yapımı uzun yıllar süren inanılması güç bir yapı, tam bir şaheser. 12000 metrekare ve 40000 kişiyi oturarak alabilecek kapasitede. Duomo meydanında bir de MTV Europe stüdyosu var. Bağrışan gençler oluyor sanatçı geldiğinde. Yine orada çığlıklar atıyolardı ama kimin geldiğini çözemedim. Castello da bir orta çağ kalesi...Arka tarafında da Napolyan’un Milano’ya girdiği bir kapı var. Milano üzerine yorumlarımı biraz daha gezdikten sonra yazmak üzere burada kesiyorum.

3 Kasım Cumartesi günü trenle Floransa’ya gittik. Aslında Floransa’ya günübirlik gitmenin yetersiz olacağı yönünde bilgi almıştık ama gitmeye karar verdik. Milano’nun neredeyse 400 km. güneyinde. Burada ulaşım nerdeyse tamamen trenle sağlandığından tren biletlerimizi aldık ama trenlerde bir Kamil Koç tadını bulamadım. Orta hızda bir trendi, hızlı trenden bilet bulamadık. Floransa’ya Gözde, Can (ev arkadaşım), Gökhan( ev arkadaşım), Juan (Sınıf arkadaşım) olmak üzere kalabalık bir kafileyle gittik. İnanılmaz etkileyici bir şehir. Şehrin her yeri tarihi ve İtalyanlar en ufak kasabalarında bile tarihi yapıları çok hassas bir şekilde korumaktalar. Tabi ki Floransa gibi Rönesansın doğduğu bir şehri de çok iyi muhafaza etmişler. Bunun ekmeğini inanılmaz turizm gelirleriyle yemekteler. Hayatımda hiç bu kadar turisti bir arada görmemiştim desem yeridir sanıyorum. Orada da görebildiğimiz kadar yeri görmeye çalıştık ama müzelerin önünde abartmıyorum yüzlerce kişilik kuyruklar olduğu için ninja kaplumbağalardan isimlerini ezbere bildiğimiz sanatçılarımızın heykel ve resimeri göremedik. Yalnız Floransa’da akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. Gözde’yle hatıra olsun diye birer şehir tişörtü almak üzere bir dükkana girdik. Tişörtleri beğendikten sonraki diyaloğu aynen aktarıyorum:

Ben: How much does it cost? (Tişörtü kastederek)
Tezgahtar: 10€
Ben: This one also? (Gözde’nin tişörtü için)
T: Yes, 10€...
Ben: So both of them makes 15€? (Pazarlığa giriş)
T: and you are Turkish, right?

Kadın o kadar emin söyledi ki....sormadı bile....bana sadece onaylamak kaldı...Adeta kilitlenip kaldım. Tabi sonra hep beraber güldük. Güldük de indirim falan olmadı. Kadın “teşekkür”, “güle güle” falan deyip şirinlik yapsa da aldı bizim paraları. Ben de tipik Türk davranışları sergilediğim için gurur duymadım değil...Yakında okuldaki kahve makinesini de çözeceğim. 5 kere cappucinoya, 4 kere latteye basınca bedava esprossa verir belki....

5 Kasımda Gözde’nin uçağı vardı. Uçak, Orio al Serio adlı bir hava alanından kalktı. Bizdeki Sabiha Gökçen tarzı bir hava alanı. Ucuz uçaklar buraya inip kalkmakta. Uçuş sabah 07:10’da. 05:10’da hava alanında olmak imkansız olduğu için couchsurfing’den hava alanına yakın bir ev bulduk. Pazar akşamı arkadaşımız Alfredo ile buluştuk. Alfredo doğma büyüme Bergamo’lu olduğu için bize tarihi yerleri gezerken de rehberlik yaptı. Citi’ alta (Yüksek şehir) adı verilen tarihi Bergamo şehrini gezdirdi. Şehir Venedik devletine bağlı olduğu zamanlarda etrafına yapılan surlar hala ilk günkü gibi ayakta. Adeta bir uç şehir olmuş Venediklilere. İçeride hala kliseler,şapeller,kütüphaneler durmakta. İnsan tarihin böylesine korunduğunu görünce İstanbul’a üzülmeden edemiyor. Eski şehirde bir tane restorana gittik. Çok şahane İtalyan yemekleri yedik, mahsen imalatı şarap içtik. Sonunda pizza ve makarnadan başka İtalyan yemeği yiyebildiğim için çok sevindim. Alfredo, Kuzey Avrupa hariç Asya ve Avrupa’nın neredeyse tamamını gezmiş, yetmemiş, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’da da bulunmuş tam bir gezgin. Bombardımanın üçüncü gününe kadar da Bağdat’taymış. Bağdat’taki fotoğrafları gösterirken biraz hüzünlendi. Türkiye teskereyi reddettiğinde Bağdat’ta parti yapmışlar savaş olmayacak diye...Mutfağındaki raflarda gittiği ülkelerden aldığı topraklar vardı kavanozlarda. Pamukkale, Kabadokya topraklarını da gördüm. İşin ilginç olanı, Alfredo’nun Konyalı halıcı Ali ile olan arkadaşlığı. Bizim halıcı Konya’dan halıları kamyonete doldurup İtalya’ya satmaya geldiğinde tanışmışlar. Daha sonraları Ali buraya çay,rakı falan getirmeye başlamış. Alfredo da bağımlı olmuş. Bize çay demledi. Kahve yerine çay seven bir İtalyan çok acayip...

Alfredo bizi sabah 5:15 civarında hava alanına götürdü. Vedalaştık. Sonra Gözde valizini verdi. Sonra 6:45 civarında el bagajıyla benden ayrıldı. Alıştıktan sonra uğurlamak zor oldu Gözde’yi...Bir mucize gerekiyordu ve oldu. Gözde kapıda biraz fazla oyalanınca uçağı kaçırmış. Fazladan 2 günümüz daha oldu. Allahtan myair var. İnsan uçağını kaçırsa bile kafasını duvardan duvara vurması gerekmiyor. Beraber 2 gün daha geçirip bugün sabah Gözde’yi uğurladım...

Bu haftadan sonra İtalya’yı çok daha fazla sevmeye başladım sanırım. Gerçekten görülecek çok şey var. Mesela “Last Supper”( http://www.youtube.com/watch?v=10LVlHdNMaE)Milano’da beni bekler....

Ciao!

4 comments:

aydozz said...

inanamiyorum,
ilk turkiye'ye gidisimde getirdigim seylerle hemen hemen ayni: siyah çay, demlik, rakı ve de pul biber... hatta kekigi unuttugumu kesfedim getirtmistim sonradan:)

hey gidi hey

aydozz said...

ayrica italyan yilisikligini da ogrenmissin, daha tanistigi gunden kizlara arkadan sarilip gokyuzundeki yildizlari zorla gostermeye calisan zihniyetten bahsediyorum :)
hala cozemedim bu disadonuklugun kaynagini, suyu mudur topragi midir?

ovgu said...

senden duymustum da fazla dumur olmadim aydin....fena sariliyolar hakkaten....

özgür evren said...

Bu blogdan sonra da master yapilacak ve tek yeri Politecnico olarak seciyorum :) Kalan vakitte de ronesansa dalmak cabasi... Ne guzel gezmisiniz olm cok iyi olmus :)

Gezmek gercekten insani ulkeye biraz daha isindiriyor...

Bu arada yorum yazmisin, bende ev hazir hocam, her an gelebilirsin ama bu gidisle ben daha cabuk gelicem gibi geliyo bu cekici yazilar ve fotolarla :)

operim...