Friday, May 2, 2008

MİLANO'DA TOP KOŞTURMAK

16 Nisan günü okulda kahve makinasında sıra beklerken bir İtalyan arkadaşım :”Akşam maç var,oynamak ister misin?” diye sordu. Tereddütsüz kabul ettim. Bu arkadaşların özellikle 2-3 tanesiyle aram oldukça iyi, hergün okulda muhabbet ettiğim insanlar. Maçı kabul ettikten sonra Milli Futbol takımımızın İsviçre ile oynadığı maçtaki hal ve hareketlerimize ithafen : “Kaybedersek rakibe saldırmak yok” diye şaka yaptılar. Ben de Zidane’a dünya kupasında küfür eden Materazzi’yi hatırlatarak : “Küfür de yok o halde” hatırlatmasını yaptım. Sözleşip ayrıldık.

Dikkat! Maç İtalyan gelinin ölü bulunmasından ve İtalya’daki seçimlerin sonuçlanmasından 2 gün sonra oynandı. Maç öncesinde ve sonrasında benim yaşlarımda 10 kadar İtalyan ile uzun uzun sohbet etme fırsatım oldu. Arabada maç alanına giderken bir elemanın Türkiye’ye yerleşmek istediğini öğrendim. Sebebini sorunca 4 kadınla evlenmek istemesi olduğunu söyledi. Hemen başkası da konuşmaya katıldı ve alfabemizin Arapça gibi olup olmadığını sordu. Bu soruları yanıtlayıp, bazı yanlışları düzelttim ama aklıma hızla Berlusconi seçimleri kazanınca “İşte Türkiye aşığı seçimleri kazandı, Başbakanın yakın dostu yeniden iktidarda, İtalya Türkiye’yle ilişkileri güçlendirmeye hazır” gibi manşetler gelmeye başladı. Burada, bazıları Berlusconi’ye oy atmış insanlarla konuşuyordum ve aslında Türkiye hakkında hiç bir fikirleri yoktu. Nasıl oluyordu da biz bu seçim sonuçlarını İtalyan’ların Türkiye’ye bakış açısı olarak yorumlayabiliyorduk, hayret.Bu çocukların bence bu konuda fazla suçu da yoktu. Avrupa şehirlerindeki otobüs duraklarına “Türkiye sizi bekler” tarzı reklamlar asmaktan daha öteye gidemeyen tanıtım anlayışımızın çok etkisi var. Ben hayatım boyunca Türkiye’de “İtalya seni bekliyor” gibi bir davet görmemiştim ama en basitinden katolik olduklarını, pizza ve makarnanın bu mutfağın ürünü olduğunu, kahve sevdiklerini, pizza kulesini ve futbola düşkünlüklerini biliyordum. Oysa burada, Türkiye denince akla gelen olaylar İsviçre maçında çıkan kavga, papaz cinayetleri, tecavüz,4 eş,döner... Hatta Türkiye’de çok intihar bombacısı olduğunu duyduğunu söyleyenle bile karşılaştım. Bu nedenle gelmek istediğini ama korktuğunu söyledi. Bir de ters örnek vereyim. Bankada Roberto adında İsviçre’li bir memur var. 4 dil konuşan bu adam öğrencilere yardımcı olan, şeker bir insan. Bir arkadaşım bir gün Roberto’ya oturma izniyle ilgili bir şey sormaya gittiğinde:

Roberto: Neden izin almaya çalışıyosun?

Arkadaş: Çünkü Türk’üm,izin gerekiyor.

Roberto: Türkiye A.B’de değil mi?

Diyaloğunun içinde bulmuş kendisini .Bu da var. Özetle Avrupa bizi neredeyse hiç tanımazken bizim devamlı şu ülke bizi istedi, bu ülke bizi sevmiyor gibi mantık yürütmek yerine bir an önce kendimizi olduğumuz gibi tanıtmaya ihtiyacımız var.

Allahtan ne benim ne de arkadaşlarımın bu son tecavüz ve cinayet talihsizliğini konuşacak yüreğimiz yok. Aslında Kuzey İtalya’nın özerkliğini isteyen Lega Nord’un ve Neofaşist Ulusal İttifakın seçimlerde koalisonda yer bulacak kadar oy almasından sonra belki de birisinin bana bu soruları sorabileceğini düşünmüştüm ama hiç bahsetmemek daha kolay sanırım. Bu iki parti de İtalya’da ekonomik sıkıntının yabancılardan kaynaklandığını düşünmekte. Hatta Lega Nord (Kuzey Ligi) sadece yabancıları değil, güneylileri de suçlamakta. Sokaklarda gördüğümüz çarpıcı bir seçim afişi : “Milano çalışıyor, Roma yiyor”. Yorum sizin.

İşte bu duygular ve düşüncelerle sahaya çıktım. İlk kalecilik bana kaldı çünkü aralarında hızla “Son kaleci benim”, “Sondan bir”...diye uzayan kaleci belirleme sistemini uygulamışlar ve ben ne oluyor anlamadan kendimi kalede bulmuştum. Çok sert şutlar çektiler. Türkiye’de çok kullandığım: “Gavura mı vuruyon?” sorusunu yine sordum ama evet, gavura vuruyorlardı. .. Zamanım dolunca kaleden çıktım. Artık şov yapma vakti gelmişti. Bir Hasan Şaş, bir Tuncay, bir Yıldıray’dım ben artık. (Burada Hakan Şükür ya da Fatih Terim olmaya niyetim yoktu) Bugün bu çocuklara futbolu öğretmeye niyetliydim. Halı sahada da İtalyan futbolunun klasik emarelerini rahatlıkla gözlemledim. Her zaman en az 2 kişi defansta bekliyordu ve bundan zevk alıyordu defans oyuncuları da. Oysa bizim halı saha geleneğimizde defanstaki adam orada zorunluluktan durur ve mutsuzluktan çürür. Dahası gol olması küçücük sahada bile epey uzun sürmüştü. Biraz fiyakalı bir hareket yapınca birisi sizi gözüne kestirip, sertçe tekmelemeye geliyordu. Zaten oyunun İtalyanca ismi “Calcio” da “tekme” demek. Ama hakikaten zor oldu, bir taraftan Türk’ün şanını temsil eden bir oyun oynamaya çalışırken, bir taraftan bizim halı sahalarımızda görülmeyen bir defans ve sertlikle mücadele ettim. Buna bir de bana seslendiklerinde pas mı istiyorlar, arkamdan birisi geldiği için uyarıda mı bulunuyolar gibi hususları anlamak için dil nedenli çabalarımı da ekleyin. İlerleyen dakikalarda biz biraz farkı arttırdık (Farkı arttırdık dediysem burada maç 3-1 falan olunca halı sahada bile fark atılmış olunuyo ). Ben hemen cıvıma emareleri göstermeye başladım ama baktım ki bu cıvıma bana mahsus hemen toparlandım. Bu gavurlar vurdukça vuruyo rakibe! Fark artsın istiyolar devamlı. Oysa bizim Türk halı saha topçusu asildir. Bu nedenle maçlarda öne geçen takım illa ki cıvır, otokontrolle maç dengeye gelir. Baktım İtalyanlar aynı disiplinle devam, ben de yüklendim. Sanki benim arkadaşlarım! Ben de ezmeye başladım, “Ohh be! Yaşasın batılı mantığı” Ezileni desteklemekten bıkmışım. En sonunda ben de ezen taraftaydım. Hatta o an anladım ki Fransa’da,İspanya’da, İngltere’de, Birleşik Devletler’de çok daha güzel olurdu bu rakibi ezme işi, buralarda da oynamak istiyordum artık. Bir saatin sonunda maç bitti, maçtan sonra tebrikleri kabul ettim. Görevimi fazlasıyla yapmıştım. Bu bir saatlik oyun süresince diğer oyuncular her hareketimi gözlemlemiş ve gerçekten de sadece bir birey olarak Övgü ile değil, bir Türk ile futbol oynamışlardı.

Daha sonra hayatım boyunca bir daha yaşamak istemediğim ama burada kaldığım sürece kaçınılmaz olan soyunma odası dakikaları başladı. Çıplak duş almalar, böyle oturmalar, şakalaşmalar... Arkadaşım duşunu aldın, giyin artık, ne gerek var? Yok, illa ki biraz da muhabbet. Çok şükür bu da geçti, evlere dağıldık. Ya okumaya Finlandiya’ya gitseydim? Oradaki saunalar çok daha zor olurdu.

Bir sonraki karşılaşmada daha iyi oynayacağımdan ve bu arkadaşlarla daha samimi oldukça, daha çok soru cevaplamak zorunda kalacağımdan emin bir şekilde bu futbol dolu günü tamamladım. Gördüm ki Simon Kuper’in dediği gibi “Futbol asla sadece futbol” değilmiş.

Arrivederci!

3 comments:

Unknown said...

Hollanda'da benzer bir olay oldu hocam. Elemanın teki soruyor nerelisin, "İstanbul" diyorum. "Başkent yani" diyor. "Yok" diyorum, "Ankara başkent, Osmanlı zamanında İstanbul başkentti". "Ooo" diyor, "Osmanlı zamanında süperdi di mi, o zaman Atatürk vardı çünkü". "Yok Atatürk kurucu cumhurbaşkanıdır" diyorum. Böyle bir curcuna içersinde adamın fikirleri. Soruyor "Sence Türkiye Avrupa'da mı?" diye. Şimdi neresinden tutayim ki bunun, sen bana Türkiye'nin Avrupa'da toprağı yok diyorsun? "Kıbrıs, peki?" diyorum, "Okyanusta(!) bir kara parçası o, önemsiz, sizin 200 milyon(!) nüfusunuz var" diyor. Konuşuyoruz, ediyoruz, sonunda kabulleniyoruz. Biz Türkler yeterince tanıtmıyoruz, bu adamlar da açıkçası bizden çekiniyor, öğrenmeye de yanaşmıyor. Kardeşlik, sevgi mesajlarıyla ayrılıyoruz.

Bana defalarca İspanyolca konuşarak yanaşmaları, "Meksikalı mısın?" diye sormaları cabası. Kadının teki aksanımdan olduğunu iddia etti. Yeak yeea?

Hüseyin Dereli said...

Övgü kardeşim , yazılarını keyifle okuyorum. Genelde gözlemlerini ve yorumlarını aktardığın konular , daha önce seninle tartıştığımız başlıklar olduğu için , seni birçok konuda gayet iyi anlıyorum. Ve bazı noktalarda bilgisayarın karşısında kopuyorum. Zaten senin mizah anlayışını her zaman takdir etmişimdir. Özledim klasik geyiklerimizi. Avrupalıyı çözmek/avrupalının bize olan yargılarına anlam vermek de bu klasik geyiklerin içinde. Bu analizler bitmez. Anlat anlat tüy bitti dilimizde. Bişeyi ne kadar anlatsan da , akılda kalan son şey medyadaki imaj oluyor genelde ve Türkiye için dış basında yaratılan imaj aşikar... Bunda Türkiye'nin de payı büyük elbette. Son olarak Övgücüm , özledik seni... Didim semalarında tam kadro bir atraksiyon yapabilsek mükemmel olurdu ama ömrümüz boyunca bir daha o şansı yakalayabilir miyiz bilmiyorum... NOT: Yıllarca profesyonel spor yapan bir insan olarak , soyunma odası giyinip soyunmaya yarayan bir yerdir. İnsan çıplaklığından da herhangi bir korkum yok ama üstüme değiştirme sürecinde , çıplak kalınan anda , süreci askıya alarak , arkadaşıma şaka yapmak gibi bir fantazim olmadı hiç. Aman Övgü :) ,
Avrupanın ilmini al gel , ahlaksızlığını getirme :) ...

ovgu said...

Reklamımızınn sadece "turkey invites you" boyutunda kalması kötü. Yoksa diğer ülkeler de yapıyor tabi ama zaten Hırvatistanın,Yunanistanın az buçuk kafalarında gerçeğe yakın bir imajı var.
Türkiye ise yüzüklerin efendisinden bildiğimiz fantastik orta dünya tadında. Kimisi elflerden bahsediyo, kimisi orglardan...
Bombacılar konusunda da sanırım çok şeye çok alışkınız. Rahatça yaşadığımız yerlere 1-2 haftalığına insanların gelmeye korkması beki beni kızdırmıştır. Polisten dayak yemeğe gelince, bunu da soran çıkabilir:) Bi cevap uydururum elbet...
Yorumlarınız süper...Teşekkürler.