Çok şükür Dexter başladı. Gurbette kurban bayramı hiç çekilmez yoksa...
Monday, September 27, 2010
Saturday, September 25, 2010
Hesperion & Orient Expressions
Mehterle aynı kapsamdaki uluslararası festival kapsamında Milano'da 1 hafta bayunca değişik Türk grupları ve Türk filmleri sahne almayı sürdürdü. Mehter'de kafaya devamlı "Neden hala oyunda oynaştasın, Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın" yemekten biraz hüzün çökmüştü ama sonunda "Adam büyük adam tamam da babası da padişahtı" demeyi düşünerek bir nebze de olsa rahatladım. Festival etkinliklerinin hepsine katılmak maddi açıdan zor olsa da "Orient Expressions" ve "Hesperion" konserlerine gittim ve iyi ki de gitmişim dedim. İlk gözlem konserlerde neredeyse hiç Türk olmaması...Ne öğrenci kesiminden ne de yerleşik kesimden pek bir katılım göremedim. Her iki konserde de kitle festival kitlesiydi. Yani belli ki elit zevkleri olan, organizasyonları rehberden takip edip renkli kalemle altlarını çizen bir kitle. Ama bu kitle Milano'da çok fazla. Yani nüfusun %40'ı bu ayarda.
Orient Expressions'ı belki Türkiye'de izleyenler olmuştur. Gerçekten canlı performansları etkileyiciydi. Özellikle saz ve darbuka Avrupa'lıları sahneye kilitledi. Ben sırf buraya yazayım diye konser kadar etrafımı da takip ettim. Saz ve darbuka adeta çarptı İtalyanları...
Hesperion ise bambaşka bir şeydi. Herhalde hayatımda dinlediğim en komple müzikti. Şöyle özetliyeyim, bizim yörenin müziğini bilen ve her biri enstrümanlarının üstadı 13 adam biraraya gelmiş ve bir grup kurmuş. Türk müzisyenlerin seri başı Kudsi Ergüner. Bilenler için bu isim çok şey ifade eder ama bence bilmeyenler de internetten biraz bakınsın. Dünya adamın peşinde...
Kadro tam olarak şöyle:
Turchia: Kudsi Erguner (Ney), Deria Türkan (Kemençe), Yurdal Tokcan (Ud), Fahrettin Yarkın (Perküsyon), Murat Salim Tokaç (Tanbur), Hakan Güngör (Kanun);
Armenia: Gaguik Mouradian (Kemençe), Haig Sarikouyomdjian (Ney, duduk);
Grecia: Dimintri Psonis (Santur-kısa da olsa saz);
Israele: Yair Dalal (Ud);
Marocco: Driss El Maloumi (Ud);
İspanya: Pedro Estevan (Perküsyon), Jordi Savall (1650 yılından kalma bir Katalunya çalgısı-bknz videoda en sol)
Şimdi bu müzik öyle bir şeydi ki acayip ritimler acayip makamlar vardı içerisinde. Hayatında bin kere caz bin kere de klasik batı müziği konserine gitmiş amcalar böyle 2 saat kıpırdayamadan izlediler, nefes alamadılar. Aletlerin bazılarını hayatlarından görmemişler. Artizlik yapmak istemezdim ama kendimi o an çok başka hissettim. Batı ile doğu arasında olmak bu sanırım. Beni bu müzik çok etkilese de asla şaşırtmadı. Ancak etrafımdaki herkesi aynı zamanda çok şaşırtmıştı. Bizde ne müzisyenler varmış arkadaş. 140 kanaldan canlı yayınlanan Dünya Basketbol Şampiyonası açılışına şu adamları çıkartmayıp, kendi değerlerimizi milletten saklayınca ben de bizde bi numara yok diye düşünmeye başlamıştım aslında. Tenoru zaten İtalya'dan alıp gelmişsin açılışa, tereciye tere satmaya çalışmışsın. Dünyayı böyle şaşırtamazsın arkadaş...Batıda tenorun bini bin para zaten. Milano büyükşehir belediyesi düzenlediği konsere Andrea Bocelli'yi çıkarıyor. Bildiğin biletsiz meydan konseri, önümüzdeki perşembe çıkacak misal. Adam buranın Metin Şentürk'ü bir yerde. Biz de açılışımıza Müslüm Baba ve Sezen Aksu'ya ek olarak getirmişiz bir tenor. Bırakalım bu işleri, oraya Hesperion'u çıkarabilseydik afedersin ortalığı dağıtmıştık.
Neyse, olan oldu. Ama Avrupa'yı sallayan ne Tarkan ne Serdar. Tüm kalbimle söylüyorum ki etnik değerlerimizle bezenmiş bir müzik adamların aklını alıyor. Gözlerimle gördüm. Çıkışta bu grubun DVD ve CD'sini almak için herkes üstüsteydi, bilen bilir bu blogda abartı olmaz. He bir de batılı değerleri iyice özümseyip batılılar kadar iyi batı müzikleri icra edenlerimiz de var tabi. Fazıl Say olsun, Pentagram olsun...Bu tarza da eyvallah ama yarım yamalak altyapıyla Batı müziği yapınca şamar oluyor ancak Münih'i ve Berlin'i sallıyoruz...
İnanır mısınız bilmem ama seyirci 15 dakika alkışlayıp bise çağırdı adamları. Bu İtalyanlar genelde kendilerinden olmayan şeylere hiç pirim vermezler. Mesela kahveyse espressodur, en kral Türk kahvesini götür beğenmez. Lokum götür, "çok şekerli" der...Tabi ben fazla alkışlamadım ve etrafıma bizde müzik genelde bu ayarda yapılır hissi verdim. Konserden sonra kendimi çok iyi hissettim, öyle gururlandım ki çıkışta Türk olduğumu sağa sola vurguladım. Bana gelip enstrümanların adlarını, albümleri falan sordular. Hacı ne diyeyim, o kadar bilgi bende de yok. Karambol yaptım...
Şimdi bunu demek zor geliyor ama Sezar'ın hakkı da Sezar'a...İtalya'nın bizden çok önce yerleşik hayata geçtiği bu festivallerde iyice belli etti kendini. Bir kere bütün etkinliklerin biletleri bir hafta önce tükendi. İkincisi ne kadar çok tiyatro, sahne, konser salonu olduğunu ve içlerinin ne kadar modern, akustiklerinin ne kadar sağlam olduğunu gördüm. Yani Milano'da her hafta bir etkinliğe gitsem bile bir yılda bütün salonları göremem sanırım. Bir de adamlar şehirli olmak ne demek farkındalar sanki. Şimdi referandum üstüne bizim metropoller hede höde tartışmasına girmicem ama bizim metropoller hede höde hakikaten.
Bu tarz büyük müzisyenlerimizi muhakkak öne çıkarmalıyız. Serdar, Tarkan yapmasın demiyorum, yine yapsın ama diskoda falan yapsınlar. Uluslararası organizasyonlarda çalabilecek sanatçılarımız bellidir bana göre. İsim ver desen de veremem çünkü tam da bizim ismini bilmediklerimizdir bunlar. Ama bellidir onlar, bi bilen vardır. Elin İspanyolu duyduysa bu üstad Kudsi Ergüner'i, bizden de duyan bilen vardır elbet...
Bol sanatlı günler...
Orient Expressions'ı belki Türkiye'de izleyenler olmuştur. Gerçekten canlı performansları etkileyiciydi. Özellikle saz ve darbuka Avrupa'lıları sahneye kilitledi. Ben sırf buraya yazayım diye konser kadar etrafımı da takip ettim. Saz ve darbuka adeta çarptı İtalyanları...
Hesperion ise bambaşka bir şeydi. Herhalde hayatımda dinlediğim en komple müzikti. Şöyle özetliyeyim, bizim yörenin müziğini bilen ve her biri enstrümanlarının üstadı 13 adam biraraya gelmiş ve bir grup kurmuş. Türk müzisyenlerin seri başı Kudsi Ergüner. Bilenler için bu isim çok şey ifade eder ama bence bilmeyenler de internetten biraz bakınsın. Dünya adamın peşinde...
Kadro tam olarak şöyle:
Turchia: Kudsi Erguner (Ney), Deria Türkan (Kemençe), Yurdal Tokcan (Ud), Fahrettin Yarkın (Perküsyon), Murat Salim Tokaç (Tanbur), Hakan Güngör (Kanun);
Armenia: Gaguik Mouradian (Kemençe), Haig Sarikouyomdjian (Ney, duduk);
Grecia: Dimintri Psonis (Santur-kısa da olsa saz);
Israele: Yair Dalal (Ud);
Marocco: Driss El Maloumi (Ud);
İspanya: Pedro Estevan (Perküsyon), Jordi Savall (1650 yılından kalma bir Katalunya çalgısı-bknz videoda en sol)
Şimdi bu müzik öyle bir şeydi ki acayip ritimler acayip makamlar vardı içerisinde. Hayatında bin kere caz bin kere de klasik batı müziği konserine gitmiş amcalar böyle 2 saat kıpırdayamadan izlediler, nefes alamadılar. Aletlerin bazılarını hayatlarından görmemişler. Artizlik yapmak istemezdim ama kendimi o an çok başka hissettim. Batı ile doğu arasında olmak bu sanırım. Beni bu müzik çok etkilese de asla şaşırtmadı. Ancak etrafımdaki herkesi aynı zamanda çok şaşırtmıştı. Bizde ne müzisyenler varmış arkadaş. 140 kanaldan canlı yayınlanan Dünya Basketbol Şampiyonası açılışına şu adamları çıkartmayıp, kendi değerlerimizi milletten saklayınca ben de bizde bi numara yok diye düşünmeye başlamıştım aslında. Tenoru zaten İtalya'dan alıp gelmişsin açılışa, tereciye tere satmaya çalışmışsın. Dünyayı böyle şaşırtamazsın arkadaş...Batıda tenorun bini bin para zaten. Milano büyükşehir belediyesi düzenlediği konsere Andrea Bocelli'yi çıkarıyor. Bildiğin biletsiz meydan konseri, önümüzdeki perşembe çıkacak misal. Adam buranın Metin Şentürk'ü bir yerde. Biz de açılışımıza Müslüm Baba ve Sezen Aksu'ya ek olarak getirmişiz bir tenor. Bırakalım bu işleri, oraya Hesperion'u çıkarabilseydik afedersin ortalığı dağıtmıştık.
Neyse, olan oldu. Ama Avrupa'yı sallayan ne Tarkan ne Serdar. Tüm kalbimle söylüyorum ki etnik değerlerimizle bezenmiş bir müzik adamların aklını alıyor. Gözlerimle gördüm. Çıkışta bu grubun DVD ve CD'sini almak için herkes üstüsteydi, bilen bilir bu blogda abartı olmaz. He bir de batılı değerleri iyice özümseyip batılılar kadar iyi batı müzikleri icra edenlerimiz de var tabi. Fazıl Say olsun, Pentagram olsun...Bu tarza da eyvallah ama yarım yamalak altyapıyla Batı müziği yapınca şamar oluyor ancak Münih'i ve Berlin'i sallıyoruz...
İnanır mısınız bilmem ama seyirci 15 dakika alkışlayıp bise çağırdı adamları. Bu İtalyanlar genelde kendilerinden olmayan şeylere hiç pirim vermezler. Mesela kahveyse espressodur, en kral Türk kahvesini götür beğenmez. Lokum götür, "çok şekerli" der...Tabi ben fazla alkışlamadım ve etrafıma bizde müzik genelde bu ayarda yapılır hissi verdim. Konserden sonra kendimi çok iyi hissettim, öyle gururlandım ki çıkışta Türk olduğumu sağa sola vurguladım. Bana gelip enstrümanların adlarını, albümleri falan sordular. Hacı ne diyeyim, o kadar bilgi bende de yok. Karambol yaptım...
Şimdi bunu demek zor geliyor ama Sezar'ın hakkı da Sezar'a...İtalya'nın bizden çok önce yerleşik hayata geçtiği bu festivallerde iyice belli etti kendini. Bir kere bütün etkinliklerin biletleri bir hafta önce tükendi. İkincisi ne kadar çok tiyatro, sahne, konser salonu olduğunu ve içlerinin ne kadar modern, akustiklerinin ne kadar sağlam olduğunu gördüm. Yani Milano'da her hafta bir etkinliğe gitsem bile bir yılda bütün salonları göremem sanırım. Bir de adamlar şehirli olmak ne demek farkındalar sanki. Şimdi referandum üstüne bizim metropoller hede höde tartışmasına girmicem ama bizim metropoller hede höde hakikaten.
Bu tarz büyük müzisyenlerimizi muhakkak öne çıkarmalıyız. Serdar, Tarkan yapmasın demiyorum, yine yapsın ama diskoda falan yapsınlar. Uluslararası organizasyonlarda çalabilecek sanatçılarımız bellidir bana göre. İsim ver desen de veremem çünkü tam da bizim ismini bilmediklerimizdir bunlar. Ama bellidir onlar, bi bilen vardır. Elin İspanyolu duyduysa bu üstad Kudsi Ergüner'i, bizden de duyan bilen vardır elbet...
Bol sanatlı günler...
Wednesday, September 15, 2010
Mehter
Geldiler...Ours boys did it! Mehter takımı Milano'nun en gözde mekanlarında salına salına yürüdü, bağıra bağıra öttürdü. Ben daha önce mehteri sadece internet ortamında görmüştüm, canlısı müzik festivalineymiş. Aslına bakarsanız halkın ilgisi beklediğimden fazlaydı. Dünyanın en eski askeri bandosu olmasının ve belki bazı batılı klasik müzik bestecilerini etkilemiş olmalarının da kalabalıkta etkisi olmuştur. Mehteran uluslararası müzik festivalinin "Focus Turchia" kısmı altında sahne aldı. Gündüz sokakta şov yaptılar, akşam da tiyatro salonunda...Akşamki şova bilet bulamadık ama oradaki performans sokaktan daha etkileyici olmuş. Bir daha fırsat bulursam salon performanslarını izlemek istiyorum zira sokakta sadece 2 kere üflemelilerle solo attılar ve çok başarılılardı. Salonda eminim daha artistik hareketler olmuştur.
İlk gözlemim, çok mobilize bir takım olması. Yürüyüş düzeninden, yuvarlak meydan modeline geçmeleri sadece 30 saniye sürüyor. Tersi de aynı sürede. Dahası yürüyerek çaldıklarında performans kaybı olmuyor, bunu yapabilecek müzisyen azdır kanımca. Gerçi yürürken çalmak için dizayn edilmiş bir birlik ama yine de şaşırtıcı. Benim katıldığım etkinlikte maksimum 3-4 km yürünmüştür, adamlar zamanında İstanbul'dan Viyana'ya yürümüş ama yine de taktir ettim. Anlamadığım bir bıyık takıntısı vardı, o da sanırım şartmış. Herkeste bir bıyıklar, bir bıyıklar. Olmayanlar da takma bıyık kullanmış...En çok etkilendiğim nokta ise sesi duyanın adamların peşine takılması ve peşlerinden koşturan kitlenin kartopu gibi büyümesi. İnanın millet peşlerinden koşmak için acayip gayret ediyordu, meydanda durup yuvarlak olduklarında da hemen yuvarlak olup etraflarını sarıyorlardı. Adeta bir cazibe merkezi...Sonra tekrar yürüyüş düzenine geçilip yüründüğünde de millet arkalarından koşturuyordu. Zamanında gaza gelip, arkalarına takılıp fethe giden olmuştur sanırsam...
Bir de bu yürüyüşü tutmuşlar Katolik camiasının en büyük kiliselerinden birinin önünde yapmışlar. Yıllarca varmak isteyip varamadığımız noktalara kültür-sanat ayağına gelmemiz bile çok ilginçti. Yıllarca çocukları yaramazlık yaptığında "Türkler gelir" şeklinde korkutulan insanlardan bahsettiğimiz düşünülürse konsept bana ilginç geldi. Hele ki olaydan haberi olmayanların karşıdan gelen mehteran ve peşine takılmış yüzlerce kişiyi görüp aptalladığı anlar var ki, pek bi güldüm. Bu adamlar bize göre daha bi pis şaşırıyolar. Hayatları daha standart ve rutin olduğu için sanırsam. Olaya biraz bizim tarafımızdan bakarsak Yunan askeri bandosunun Ayasofya etrafında görülmesi gibi bir şey...Dedikodusu bile doldurur bizim milleti...
Zaten yine ne olur ne olmaz İtalyan polisi mehteranın etrafını sarmış, tatsızlık olmasın diye kanımca. Şimdi videolarda, fotolarda göreceğiniz bıyıklı yeniçeri abi çekse kılıcı, 3-5 metre yanındaki kiliseye dalsa, peşinden Türkler ve tüm müslüman camia (ki bayramın ilk günüydü etkinlik) galeyana gelse...Hep kontrol altındaydı bizim çocuklar. Ben de böyle yol kenarındaki polislere falan fırsat buldukça atar yaptım, üstlerine falan yürüdüm. Beni oturma izni alacağım zaman yalnız yakalayınca artizlik yapan adamlar, arkamda yeniçerileri görünce nasıl pustular, nasıl pustular... Bir kaçı ters ters baktı ama "geribas" dedim -ki bu lafı hep etmek istemiştim bu güne nasipmiş- hemen tırstılar.
Sonra şov bitti, mehter anında otobüse binip kayboldu. Ben de eve kaçtım. Artizlik yaptığımız adamlar aklımızı almasın tenhada...
Sunday, September 5, 2010
Tırmanış-Göl-Arkadaş Zoruyla Sağlıklı Yaşam
Bana kalsa cumartesiler uyumak içindir ama bizim şu Avrupalı arkadaşlar sporu çok seviyorlar. Durduk yere bugün dağa çıktık, indik, Alpler'in erimiş karlarının aktığı soğuk göl suyunda yüzdük. Ne biçim bir kültür adamlardaki anlamadım ama her biri rahat 80-90 görür bu çocukların...Adamlar her boş vakitlerinde sporda...Bana göre sonu mangalla bitmeyen yürüyüş amaçsız.
Yazamayacak kadar yoruldum, görsellerle idare edelim. İtalya'nın kuzeyi göller yöresi ve o göllerin en derini Lago Como. Altımızdaki şehir Lecco.
Saturday, September 4, 2010
et tu brute?
Image via WikipediaBugün epeyce bir vakti Milano konsolosluğumuzda harcadım. O içerisine girince vatan toprağında sayıldığımız mekan. Askerlik işlemleri vardı ama işi sonuçlandıramadım. İnternette yazan net bir kanun maddesi var ama nasıl uygulanacağını çözemedik. Burada da zihniyet bireyin devlet için varolduğu, tersi değil. Zaten camekanın arkasından konuştuğum ve karşımdaki insandan sorun çözücü tavır göremediğim için zorlandım. Yine aynı sorular kafamda çıktım. Dahası orada bile gavuru kıskandım. Onların işlemleri sanki daha rahat yürüyor gibiydi. Ayrı bir gavur sırası bile vardı. Bize her zorluğu çıkarana bunca hörmet etmemiz ufaktan da dokundu hani ama kimsenin günahını almayayım, belki işlemleri kolaydır...Bırakın beni, buna inanayım.
Tabi bütün gün kafam askerlik işine takıldı. Bir formül aradım ve aklıma süper olduğunu düşündüğüm bir şey geldi. Daha önce muhakkak düşünülmüştür ama neden uygulanamayacağı konusunda bir argüman geliştiremedim. "İsteyen er kişiler askere karşılıklı anlaştıkları bir arkadaşlarıyla gidebilirler mi?" Bu soruyu tabi ki konsoloslukta sormadım ama ilk anda garip gelen bu soruyu olumsuzlayan bir tez de bulamadım. Ne eğitim aksar, ne de disiplinsizlik olur. Aksine bir çok artısı olabilir. Bu ayrı mevzu...
Konsolosluklarımızın kesinlikle daha etkin işler bir hale gelmesi gerekiyor. Avrupa'daki Türk nüfusu Eurovision'da SMS ve deplasman maçlarında seyirci olmaktan çok öte bir potansiyele sahip ama hala lobi faliyetlerinde esamemiz okunmuyor. Mesela bu yaz tatile gelen ve 1 Ağustos'tan beri havaalanlarında açık olan sandıklarda oy kullanmak isteyenler geri çevrildi. Herkes muhtara falan gitmiş tatilde ama asıl olay burada konsolosluktan halledilmeliymiş. Tabi ki bizim konsoloslukta bunu duyuracak bir e-mail havuzu yok. Kominikasyon etkin değil, örgütlenme zayıf. Kebapçıları 2'de kapatma zorunluluğu geldi, çıt yok. Oysa çok aile bu işten ekmek yiyor. Adamlar da çalışmak istiyorsa neden zorla kapatılsınlar ki? Arkalarında duran yok...Seni kendi baban kollamazsa, başkasının babası hiç kollamaz!
Ama haftaya görecekler dönercileri erken saatte kapanmaya mahküm edenler analarının örekelerini, çünkü bizim çocuklar geliyor. Mamma li Turchi...Uluslararası festival kapsamında bir çok türk filmi gösterilecek ve müzisyen sahne alacak. Mehter takımımız Duomo'dan, San Babila'ya, oradan da Centrale'ye şovunu yapacak. Herkes bizi konuşacak ama bizim bizden haberimiz olmayacak. Çünkü bugün konsolosluktaydım, ne bir afiş gördüm, ne bir broşür... Bari orada kendi reklamımızı yapabisek.
Beni şimdi Brutus bıçaklamış gibi oldu. Kızamaz oldum artık elin adamına bana oturma izni verirken zorluk çıkarıyor diye...Ezikliği atmak için bir dozaj mehter atıyorum her gün, "ceddin deden, neslin baban" diye haykırıyorum.
Concerto-1 (Mehter)
Concerto-2 (Mehter)
Mehter March- Mehteran & Red Russian Army Choir
Caricato da mehmetki. - Video musicali, interviste agli artisti, concerti e altro ancora
Tabi bütün gün kafam askerlik işine takıldı. Bir formül aradım ve aklıma süper olduğunu düşündüğüm bir şey geldi. Daha önce muhakkak düşünülmüştür ama neden uygulanamayacağı konusunda bir argüman geliştiremedim. "İsteyen er kişiler askere karşılıklı anlaştıkları bir arkadaşlarıyla gidebilirler mi?" Bu soruyu tabi ki konsoloslukta sormadım ama ilk anda garip gelen bu soruyu olumsuzlayan bir tez de bulamadım. Ne eğitim aksar, ne de disiplinsizlik olur. Aksine bir çok artısı olabilir. Bu ayrı mevzu...
Konsolosluklarımızın kesinlikle daha etkin işler bir hale gelmesi gerekiyor. Avrupa'daki Türk nüfusu Eurovision'da SMS ve deplasman maçlarında seyirci olmaktan çok öte bir potansiyele sahip ama hala lobi faliyetlerinde esamemiz okunmuyor. Mesela bu yaz tatile gelen ve 1 Ağustos'tan beri havaalanlarında açık olan sandıklarda oy kullanmak isteyenler geri çevrildi. Herkes muhtara falan gitmiş tatilde ama asıl olay burada konsolosluktan halledilmeliymiş. Tabi ki bizim konsoloslukta bunu duyuracak bir e-mail havuzu yok. Kominikasyon etkin değil, örgütlenme zayıf. Kebapçıları 2'de kapatma zorunluluğu geldi, çıt yok. Oysa çok aile bu işten ekmek yiyor. Adamlar da çalışmak istiyorsa neden zorla kapatılsınlar ki? Arkalarında duran yok...Seni kendi baban kollamazsa, başkasının babası hiç kollamaz!
Ama haftaya görecekler dönercileri erken saatte kapanmaya mahküm edenler analarının örekelerini, çünkü bizim çocuklar geliyor. Mamma li Turchi...Uluslararası festival kapsamında bir çok türk filmi gösterilecek ve müzisyen sahne alacak. Mehter takımımız Duomo'dan, San Babila'ya, oradan da Centrale'ye şovunu yapacak. Herkes bizi konuşacak ama bizim bizden haberimiz olmayacak. Çünkü bugün konsolosluktaydım, ne bir afiş gördüm, ne bir broşür... Bari orada kendi reklamımızı yapabisek.
Beni şimdi Brutus bıçaklamış gibi oldu. Kızamaz oldum artık elin adamına bana oturma izni verirken zorluk çıkarıyor diye...Ezikliği atmak için bir dozaj mehter atıyorum her gün, "ceddin deden, neslin baban" diye haykırıyorum.
Concerto-1 (Mehter)
Concerto-2 (Mehter)
Mehter March- Mehteran & Red Russian Army Choir
Caricato da mehmetki. - Video musicali, interviste agli artisti, concerti e altro ancora
Subscribe to:
Posts (Atom)