Saturday, September 25, 2010

Hesperion & Orient Expressions

Mehterle aynı kapsamdaki uluslararası festival kapsamında Milano'da 1 hafta bayunca değişik Türk grupları ve Türk filmleri sahne almayı sürdürdü. Mehter'de kafaya devamlı "Neden hala oyunda oynaştasın, Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın" yemekten biraz hüzün çökmüştü ama sonunda "Adam büyük adam tamam da babası da padişahtı" demeyi düşünerek bir nebze de olsa rahatladım. Festival etkinliklerinin hepsine katılmak maddi açıdan zor olsa da "Orient Expressions" ve "Hesperion" konserlerine gittim ve iyi ki de gitmişim dedim. İlk gözlem konserlerde neredeyse hiç Türk olmaması...Ne öğrenci kesiminden ne de yerleşik kesimden pek bir katılım göremedim. Her iki konserde de kitle festival kitlesiydi. Yani belli ki elit zevkleri olan, organizasyonları rehberden takip edip renkli kalemle altlarını çizen bir kitle. Ama bu kitle Milano'da çok fazla. Yani nüfusun %40'ı bu ayarda.

Orient Expressions'ı belki Türkiye'de izleyenler olmuştur. Gerçekten canlı performansları etkileyiciydi. Özellikle saz ve darbuka Avrupa'lıları sahneye kilitledi. Ben sırf buraya yazayım diye konser kadar etrafımı da takip ettim. Saz ve darbuka adeta çarptı İtalyanları...

Hesperion ise bambaşka bir şeydi. Herhalde hayatımda dinlediğim en komple müzikti. Şöyle özetliyeyim, bizim yörenin müziğini bilen ve her biri enstrümanlarının üstadı 13 adam biraraya gelmiş ve bir grup kurmuş. Türk müzisyenlerin seri başı Kudsi Ergüner. Bilenler için bu isim çok şey ifade eder ama bence bilmeyenler de internetten biraz bakınsın. Dünya adamın peşinde...

Kadro tam olarak şöyle:
Turchia: Kudsi Erguner (Ney), Deria Türkan (Kemençe), Yurdal Tokcan (Ud), Fahrettin Yarkın (Perküsyon), Murat Salim Tokaç (Tanbur), Hakan Güngör (Kanun);
Armenia: Gaguik Mouradian (Kemençe), Haig Sarikouyomdjian (Ney, duduk);
Grecia: Dimintri Psonis (Santur-kısa da olsa saz);
Israele: Yair Dalal (Ud);
Marocco: Driss El Maloumi (Ud);
İspanya: Pedro Estevan (Perküsyon), Jordi Savall (1650 yılından kalma bir Katalunya çalgısı-bknz videoda en sol)

Şimdi bu müzik öyle bir şeydi ki acayip ritimler acayip makamlar vardı içerisinde. Hayatında bin kere caz bin kere de klasik batı müziği konserine gitmiş amcalar böyle 2 saat kıpırdayamadan izlediler, nefes alamadılar. Aletlerin bazılarını hayatlarından görmemişler. Artizlik yapmak istemezdim ama kendimi o an çok başka hissettim. Batı ile doğu arasında olmak bu sanırım. Beni bu müzik çok etkilese de asla şaşırtmadı. Ancak etrafımdaki herkesi aynı zamanda çok şaşırtmıştı. Bizde ne müzisyenler varmış arkadaş. 140 kanaldan canlı yayınlanan Dünya Basketbol Şampiyonası açılışına şu adamları çıkartmayıp, kendi değerlerimizi milletten saklayınca ben de bizde bi numara yok diye düşünmeye başlamıştım aslında. Tenoru zaten İtalya'dan alıp gelmişsin açılışa, tereciye tere satmaya çalışmışsın. Dünyayı böyle şaşırtamazsın arkadaş...Batıda tenorun bini bin para zaten. Milano büyükşehir belediyesi düzenlediği konsere Andrea Bocelli'yi çıkarıyor. Bildiğin biletsiz meydan konseri, önümüzdeki perşembe çıkacak misal. Adam buranın Metin Şentürk'ü bir yerde. Biz de açılışımıza Müslüm Baba ve Sezen Aksu'ya ek olarak getirmişiz bir tenor. Bırakalım bu işleri, oraya Hesperion'u çıkarabilseydik afedersin ortalığı dağıtmıştık.

Neyse, olan oldu. Ama Avrupa'yı sallayan ne Tarkan ne Serdar. Tüm kalbimle söylüyorum ki etnik değerlerimizle bezenmiş bir müzik adamların aklını alıyor. Gözlerimle gördüm. Çıkışta bu grubun DVD ve CD'sini almak için herkes üstüsteydi, bilen bilir bu blogda abartı olmaz. He bir de batılı değerleri iyice özümseyip batılılar kadar iyi batı müzikleri icra edenlerimiz de var tabi. Fazıl Say olsun, Pentagram olsun...Bu tarza da eyvallah ama yarım yamalak altyapıyla Batı müziği yapınca şamar oluyor ancak Münih'i ve Berlin'i sallıyoruz...

İnanır mısınız bilmem ama seyirci 15 dakika alkışlayıp bise çağırdı adamları. Bu İtalyanlar genelde kendilerinden olmayan şeylere hiç pirim vermezler. Mesela kahveyse espressodur, en kral Türk kahvesini götür beğenmez. Lokum götür, "çok şekerli" der...Tabi ben fazla alkışlamadım ve etrafıma bizde müzik genelde bu ayarda yapılır hissi verdim. Konserden sonra kendimi çok iyi hissettim, öyle gururlandım ki çıkışta Türk olduğumu sağa sola vurguladım. Bana gelip enstrümanların adlarını, albümleri falan sordular. Hacı ne diyeyim, o kadar bilgi bende de yok. Karambol yaptım...

Şimdi bunu demek zor geliyor ama Sezar'ın hakkı da Sezar'a...İtalya'nın bizden çok önce yerleşik hayata geçtiği bu festivallerde iyice belli etti kendini. Bir kere bütün etkinliklerin biletleri bir hafta önce tükendi. İkincisi ne kadar çok tiyatro, sahne, konser salonu olduğunu ve içlerinin ne kadar modern, akustiklerinin ne kadar sağlam olduğunu gördüm. Yani Milano'da her hafta bir etkinliğe gitsem bile bir yılda bütün salonları göremem sanırım. Bir de adamlar şehirli olmak ne demek farkındalar sanki. Şimdi referandum üstüne bizim metropoller hede höde tartışmasına girmicem ama bizim metropoller hede höde hakikaten.

Bu tarz büyük müzisyenlerimizi muhakkak öne çıkarmalıyız. Serdar, Tarkan yapmasın demiyorum, yine yapsın ama diskoda falan yapsınlar. Uluslararası organizasyonlarda çalabilecek sanatçılarımız bellidir bana göre. İsim ver desen de veremem çünkü tam da bizim ismini bilmediklerimizdir bunlar. Ama bellidir onlar, bi bilen vardır. Elin İspanyolu duyduysa bu üstad Kudsi Ergüner'i, bizden de duyan bilen vardır elbet...

Bol sanatlı günler...





No comments: