Tuesday, November 15, 2011

Başka Tekirdağ Yok


Cok Sevgili Dostlar,
"İnsan oğlu kuş misali" dedikleri doğru ama uçaklar olmasa halimiz nice olurmuş. Yazamamışım yine bir aydan uzun süredir. Ama bi sor niye? Neredeyse yine yazmayacaktım ama sevdiğim birisi yaz dedi, yazıyorum. Yazmak istememekten değil de zaman yok. Haybeye demiyorum. Doğduğum günden beri arkadaşım olan adamın düğününe resmen şans eseri gidebildim. Hep derim "amor fati"... Gitmesem kendimi özgürlüğünü satın almak için çalışan bir köle gibi hissederdim o depresif fyörd ülkesinde. İçimizde de bir Spartacus yatmıyor ki müdürün odasına tekmeyle girip "s.kerim işi gücü, gidiyorum" diyeyim.
Muhtemelen o gün pasif-agresif takılır, zamanla tekrar iş-güç çok önemli moduna girer, zaman zaman aklıma geldikçe de kötü hissederek yaşardım. Neyse ki beni Almanya'ya transfer ettiler. Vize için ülkeme döndüm. Bi doz konsolosluk muamelesi aldım ve vize çıkana kadar Türkiye'deyim. Tekirdağ'da çalışıyorum. Arada 1 hafta da Ankara'da kaldım. Yine romantik geçti Ankara günleri. ODTU'de yürüyünce ben coşuyorum.
Derken geldik Tekirdağ'a, başladık çalışmaya. Allahtan Türklerle kaynaşmak kolay, Avrupadaki alışma dönemi burada yok. Bir günde ısındık ortama. O kadar ısındım ki o gün gece iş yerınde 3 saat uyuyabildim, çok işimiz varmış. Sonra bayramdan önceki gün sahaya gittik, bayramın ilk günü kuyu başındaydım. Yine de bayram bayramdır Fransız mühendis arkadaşa dozer kepçesine bağlanmış kurbanlık oryantasyonu verdim. Hemen çocuğun alnının çatalına kanı patlattı kasap. Şu yaşa geldim daha bana bunu yapan olmadı ama gavur olunca bayramın ulviyeti içinde dahi gavura karşı "show must go on". Ardından da bütün saha görevlileriyle bayramlaşıp öpüştük. Fransız bir anda bu kadar erkekle öpüşmeyi kaldıramaz, "o la la "yı patlatır diye, gerekli uyarıyı yaptım, dirayetli davrandı. Genç bütün gün alnında kurumuş kanla oryantalizmin keyfini çıkardı ama ses etmedim akşam rakıyı dayayıp da verdim cezasını. En son işkembe çorbası içerken bana: "Ne çorbası bu?" diye soruyordu. Garsona paça soyledik de işkembe getirmiş arkadaşa. "Geri götüreyim" dedi garson ama "bırak kalsın, adam komple Fransız" dedim. Şimdi nasıl anlatacaksın paça söylediydim de sana işkembe gelmişi...Bi de adam kurba bacağı yiyen adam bakmaz bunun kusuruna.Neyse, işte böyle böyle derken yazamadık.
Tekirdağ'ı çok sevdim. Ben Avrupa macerası sonrası küçük şehirleri sevmeye başladım. Yeter ki toplum baskısı özgürlüğü engellemesin. Tekirdağ'da keyifler iyi. Zaten itiraf edelim Türk şehirlerinde yaşayanların kaçı şehirli hayatı sürüyor. Yani Tekirdağ'da olmasam tek tatil günüm olan pazarları da senfoni konserinde geçirmeyecektim. Her Türk insanına tavsiyem, şehirli değilseniz ve çok para yapmıyorsanız küçük şehirlere gidin. Üstelik de bisiklete binersiniz, ucuza güzel yemek yersiniz, trafikte zaman öldürmezsiniz.
Türkiye'de çalışmak iyi ve eglenceli ama Batı'nin calisma hayati daha bireysel. Kimse baskasinin performansiyla ilgilenmiyor ve muhabbetini yapmiyor. Kimsenin mühendisliğini şu mühendis halimle yargılayasım yok. Bir de zaten o adamın performansını değerlendirsin diye kurulmuş müdürlük müessesesi var ki kendisi bunun için para alır. Ben neden çay aralarında beleşe yorum yapayım? Kimse alınmasın ama bazen batının ahlakı bizimkini misli misli katlıyor.
Bunun dışında köylerden geçerken oturduğumuz kahvelerde yağlı tulum--la gören insanların "Ali'nin traktörü tamire mi geldiniz?" soruları dışında keyfim yerindedir. Norveç'ten getirdiğim intihar eğiliminden de iyice kurtuldum. Karnım toktur.Hatta öyle ki köfteden bıktım. Kaderim bu oldu. Yatılı lise okudum, pazartesileri kuru fasülye yemekten fasulyeyi sevmez oldum, bir ülkeye gittim pizza yemekten pizza yiyemez oldum, şimdi de bir şehre geldim köfte yemekten köfteden soğudum. Neden bıkmam derseniz, bir rakısından bir de balığından bıkmam buranın. He bir de yıllardır bize İzmir'in kızları diye şiirler okuttular ama sanayi sitesindeki işyerinden eve giden yolda görebildiğim kadarıyla Tekirdağ hatunları "underrated" kalmış. Buna eğilsinler biraz.
Bir dahakine görüşene kadar...
ofislerde de yattım büyük otellerde de...

No comments: