Monday, October 28, 2013

Stand-By Hayatlar

Eski yazılarım kadar eğlenceli değil yeni yazılarım. Eskiden hayat bana güzelmiş. İtalya, Norveç, Almanya...Sonra 2013 geldi, işler değişti. Libya, Tanzanya, Uganda. Bütün bunların üzerine Türkiye'nin çığrından çıkması da eklenince komedi yapacak hal kalmıyor insanda. Yorgun argın kuyudan gelirsin, twitter'ı açarsın, karakterinin yarısını edindiğin okuluna polis girmiş, senin 10 yıl önceki halini dövüyor. Birisi de demiyor ki bu çocuklar çok makul tiplerdir oturup konuşalım. Öbür gün açıyorsun başka bir adaletsizlik, sorun falan filan...

Buranın derdi zaten ayrı. Yemekleri geri dönüşüme döktüğümüz yerin en fazla iki metre ötesindeki telörgülerin ardında birikmiş köylü çocuklar. Artıklar için yalvarıyor. Daha önce yemek, çay verenler olmuş ama bu sefer yüzlerce insan kuyuların etrafına biriktiği için yasak. Bir yokluk ama tarif edilemez. Siz hiç giyecek bir don bile bulamadığı için anadan üryan gezen insan gördünüz mü? Ve çevresinde ona don veremeyecek kadar varlıklı kimsenin olmayışını?

Açıkçası biraz yoğunlaşsam her gün yazacak bir konu var ama stand-by (teyakkuz) psıkolojisi çok boktan. Tuvalete cep telefonuyla gitmeyi gerektirmesinden ziyade konsantrasyonu baltalaması çok kötü. Hani şu quiz olması beklenen derslerde, dersten bi şey anlaşılamaması gibi. Bana tek katkısı spontan yaşama iyice alışmam oldu. Sıcak su varsa duş al, temiz tuvalet varsa en azından bi otur, yemek varsa ye, yatak varsa uyu. Çünkü önündeki 3-4 günde bunlara ulaşımının ne kadar olacağı belirsiz. Bunlar dışında zaten internet var bir tek. Çıkılıp gidilecek yer yok. Eski kamp milli parkın içerisindeydi. Filler, zürafalar, su aygırları falan takılıyorduk. Bu kamp köylerin içerisinde. Bi kaç insana alışkın maymun, yaban domuzu, yarasa, hayvani boyutlarda sinek ve böcekten başka bir şey yok gibi. Anlattığım gibi telörgüye yaklaşınca hemen köylüler yalvarmaya geliyor. Dizlerinin üzerine çöküp yemek, şeker, çay ve para istiyorlar. Yasak olduğu için biz ne mi yapıyoruz? Arkamızı dönüp işimize bakıyoruz. Görmediğiniz şeyler, içinizi acıtmıyor. Başkasının problemi umrunuzda olmuyor.

Tek bir istisna oldu. Kurban bayramında Ummanlı pompacı müslümanlardan para topladı. Müslüman para topladı mı indragandi ihtimali yüksek olduğu için aşağıdaki videodaki fotoğrafları delil olarak istedim. İşbaşında olduğum için gidemedim bizzat. Kurbanlık alıp köye gittiler. İşte bu Afrika yoksulluğuna bu kadarcık katkımız oldu. Kuzunun maliyetı 38 dolar. Büyük ihtımalle bu fiyata beyaz adam kazığı da dahil. İşte Afrika bu durumda. Bütün köyün gördüğü tek kurbanlık...ve 38 dolar olmasına rağmen. Çocuklara biraz kaliteli çikolata da bulmaya çalıştılar ama öyle bir şey satılmıyor. Yani bu tarz şeylerin hiç satılmadığı bir dünya, her şey lüks. Avrupa'yı ve hatta kendi hayatlarınızı bir düşünün. Afrikayı mutlu etmek için atla deve gerekmiyor ama bu insanların görünür olması gerekiyor. He tabi kendi hükümetlerinin yozlaşmışlığının da etkisi var ama bizimki bu durumdayken buraların böyle olması şaşırtıcı değil.

Sanırım bir süre daha Afrika kıtasında takılıp sonra bi kaçış yoluna bakacağım. Libya'nın başbakanı bulunduysa oraya gidip müdürlerimle konuşmam iyi olabilir ama en son ülkeyi üçe bölüyorlardı. Korkarım eşyalarımın bir kısmını Fizan devletine bağışlamış olacağım.

Alt ranzada yatan 50 yaşındaki İskoç dayıya benzemek istemiyorum. Her ülkeye gitmiş. Türkiye'nin dağını ovasını benden iyi biliyor. Kendisi tam bir ranza uzmanı. Adeta o ranzayı kendi evi gibi benimsemiş. Ben odada tek başımayken de üstte yatıyordum. Geldiğinde alt katı boş bulunca manyak olduğumu düşündü ama açıkladım. Liseden kalma alışkanlık. Ben hep ranzanın üstünü tercih ederim. İşte o yataklardayız bütün gün, telefon bekliyoruz. Ofisimiz de orası, film odamız da, çalışma masamız da..."Turkish Olympic Sleeper" diyor bana. Dayının yaşına saygım olmasa yapıştıracam lafı ama yatmaktan kafa bi milyon zaten. Sanki kendisi arada bir koşuya çıkıyormuş gibi. Adam 50 yaşında hala skype'da karısından azar işitiyor niye bağlantın yok diye. Ben de ona "Scottish husband of the year" diyorum. Galiba seviyoruz birbirimizi. Bir kampın en önemli ayrıntısı oda arkadaşıdır zaten. Polonya veya Çin mahallesine düşmediğim için şanslı sayılırım. Keza Çin kuyusuna gittiğimde, öğle yemeği salonuna girince duyduğuım o noddle emme sesinden sonra ağız yoluyla çıkarılan seslere tahamülüm azaldı. Ama duygularımın çoğunu askıya aldığım için ne sinirleniyorum ne üzülüyorum. Daha gençken companymanden yediğim azarlar üzerdi beni, etrafımda alışık olmadığım kültürel olgular beni gererdi. Hepsi bitti. Stres yok. Başkalarını değiştirmeye çalışmak ancak bünyeyi geriyor. Sivirisinek ısırığı almadığım her gün benim için mükemmel bir gün artık...Another day in paradise!



3 comments:

someonesometimes said...

Merhaba! yazılarını 2-3 senedir okuyorum. politecnico'ya master yapmaya gelmeden önce "milano, blog" gibi aptalca google aramaları yaparken keşfettim sanıyorum :)
tabi ben hala tezimi bitirmeye çalışıyorum ama senin hayatın çok ilginçleşti gerçekten :)
diyeceğim şu ki: yazılarının eskisi kadar eğlenceli olmadığını düşünüyor olabilirsin ama ben ne zaman reader'ımda ovgutto'nun yeni yazısını görsem çok mutlu olup ilk olarak onu okuyorum :) sevgiler.

ovgu said...

Bu nazik yorumlar için teşekkürler. İtalya nasıl-Politecnico nasıl?

someonesometimes said...

Buna cevap yazdım sanıyordum; ama demek ki bişiler olmuş gitmemiş. italya'dan döndüm maalesef :/ bir daha yolum düşer umarım. sevgiler.