Vaktiyle Hollanda’da iken Hindistanlı bi arkadaşımı
Türkiye’ye yollamıştım. Adam dönünce beni buldu ‘’Türkiye hiç Avrupa’ya
benzemiyor’’ diye para iadesi istedi. Ben de dedim ki: ‘’Hangi Avrupa? Sen hiç
Balkanlar’ı gördün mü? Aynı Türkiye gibi’’. Bunu dediğimde ben de Balkanlar’ı
hiç görmemiştim. Ama hakikaten bize benzediklerini tahmin ederek demiştim.
Batı Avrupa’da çok ülke gördüğüm, çok ülkede yaşadığım ve
Luksemburg hariç her ülkeden arkadaş sahibi olduğum için artık o taraf bana
ilginç gelmiyor. Bi tek Luksemburg kaldı keşfedilecek. Oradan da bi tren
yolculuğunda geçtim aslında ama uyuyakalınca ülkeye girip çıkmışız. Her neyse.
Şimdi bi süre canım Batı Avrupa’ya gitmek istemiyor. Dönüşü de zor oluyor hem,
bünye medeniyet yapıyor. Dedim ki yönümü ecdat toprağı Doğu Avrupa’ya
çevireyim. Bu gezme illeti bünyeye girince acayip bağımlılık yapıyor. Lanet
olsun ne güzel alışmıştım ülkemize.
Efendim, uzun lafın kısası soluğu ecdat yadigari
Sırbistan’da, daha doğrusu Belgrad’da aldım. Başta da söylediğim gibi benim tek
amacım Balkanlar’ın ne kadar bize benzediğini görüp umutlanmaktı. Ama döndükten
bir gün sonra, bugün sonuç tamamen tersi oldu. Umutları Romanya veya
Bulgaristan!a ertelemek durumunda kaldım.
Ha biraz sokaktaki arabalar bize benziyor ve gelirlerinin
Batı Avrupa’ya göre düşük olması. Halk yabancı bankalar aracılığıyla kredi
çekmenin çok cazip olduğu bi yere dönüştürülmüş. Herhalde bu tarz ekonomik bilinçsizlik
dışında bize benzeyen yönleri çok az.
Bir de taksicileri adeta içimizden tipler. Rahmetli reis
Tito’nun mezarına merkezden 480 Dinar’a gitmişiz, dönüşte çevirdiğimiz taksici ‘’1000
Dinar’a götüreyim’’ dedi. 500’e anlaştık ama ben adam rezil olsun istediğim
için taksimetreyi açtırdım, sövdü. Doğru yolda olduğumuza işaret. Taksimetre
515 Dinar yazınca adam 515 Dinar istedi. Biz diyoruz ‘’neden 1000 dedin’’ o
diyor: ‘’aç dediniz actım, bunu vereceniz’’. Bir kavga bi gürültü. Adam Sırpça
sövüyor, biz Türkçe. Küfürden korksak zaten pazarlığa girmeyiz. Bu arada 15
Dinar 1 Lira’dan da az bi para (1 tl yaklaşık 40-50 Dinar) ama bu işler prensip
işidir. En sonunda herif bize siktir falan çekti, biz de 500 Dinar’a indik.
Gitsin o kazığı Anglosakson’a, Germen’e falan atsın. Ben zaten o taksiye
binerken bu it beni kazıklar kafasıyla biniyorum, Avrupalı gibi beyan-güven
esasına gore çalışmaz benim kafam. Şu başta yolladım dediğim arkadaşı İstanbul’da
taksiciler 5 değişik metodla düdüklemiş bu arada…
Meraklı arkadaşlar için kadınlardan da bahsedeyim. Şöyle bi
dünya listelerine baktım zaten milli irade onları 5.-6. Sıraya koymuş. Oldukça
güzeller ama daha dikkat çekeni çok dişi olmaları. İtalya’yı zirve alırsam,
onun bi tık altında dişilik var. Misal Kuzey Avrupa hatunu da güzeldir ama eşofmanla,
taytla gezer. Burada o yok. Makyaj, topuklular, kıyafetler, gözlükler… Erkekler
de boylu-poslu, yakışıklı çocuklar gibi ama biraz kabalar. Az bi yontulmaları
gerek. Medeniyet göstergesi olarak kadınların sosyal hayata katılımları çok
yüksek. Hatta çoğu yerde kadın sayısı erkek sayısından daha fazla ve her zaman
her yerde özgürce takılabilmekte oldukları izlenimi veriyorlar.
Bir başka medeniyet göstergesi olarak tuvaletlerine bakalım.
3 kıtada abdest bozmuş bu kardeşiniz şüphesiz ki tuvaletlere bakarak millet
karakteri analiz edebilecek seviyeye geldi. Sakın tuvalet deyip geçmeyin,
bakmayı bilen gözler için çok ipucu vardır. Öncelikle tuvaletteki sistemlerin
kalitesi iş disiplinine dalalet eder. Misal Almanya’da sifonlar hep standart
debiyle çalışır. Tuvalet kağıdı, klozet kapağı kağıdı vb lojistiği temsil eder.
Yerlerin paspaslanması, taşların silinmesi iş yapma bilincini temsil eder. Çalışanları
memnun, iş yükü ve ücreti tatmin edici olan ortamlarda bu ayrıntılar iyidir.
Son olarak da insanların sifon çekip çekmediği, kağıtların kovanın içine mi
dışında mı kaldığı medeniyettir. Medeniyet sistemdir. Geçen bi şehirlerarası
otobüse bindim, hafif bi gecikme üzerine tartışma çıktı. Arkamdaki adam:
‘’Buraları bırakıp Avrupa’ya yerleşmek lazım’’ dedi. Gıcık oldum, ben zaten
burada yaşanır mı psikolojisini yeni yeni atıyorum. Muhabbete girmedim. Sonra
hareket saati geldi, tüm koltuklar için kemer takma anonsu yapıldı. Baktım
kemerler de gayet düzgün vaziyette ama koca otobüste sadece kemeri ben
bağladım. Dönüp arkamda ‘’Avrupa’da yasaşamak lazım’’ diyen tipe özellikle
baktım, o da takmadı. Yüzüne demedim ama içimden: ‘’Nah yaşarsın’ Avrupa’da’’ demek
geldi. Bizde herkesin derdi oradaki kurulu sisteme gidip çökmek. Oysa Batı
demek şehirleşmek, beraber yaşama kültürü ve bunun getirdiği kurallara uymak
demek. Sen daha kemerini takamıyon be adam… Her neyse efendim, bu örnekten
anlaşılacağı gibi toplu kullanılan tuvalete sıçmak da bir şehirlilik bilinci
gerektirir. Sen orayı bulmak istediğin gibi bıraktın mı bırakmadın mı? Batılı şehir
hayatı tamamen bunun üzerine kuruludur, kendi konforundan toplum hayatını
düzenleyen kanunlar-kurallar için vazgeçmeyi öğrenebilecek misin? Her neyse
derindir bu konu, demem o ki tuvaletleri de oldukça temizdi Belgrad’ın.
Hem fiyatlar, hem vizesiz seyehat, hem güzel yemekler ve
mekanlar, hem tarih, hem gece hayatını birarada bulabileceğiniz hem de bunları
yerel rakı kafasıyla değerlendirebileceğiniz gidilesi bir mekandır Belgrad.
2 comments:
Dönmediysen daha Subotica, Niş, Novi-Sad'ı birer saat mesafede gezmeni tavsiye ederim.
Bir de Turbofolk diye bi kavram var ki, denk gelmemen sevindirici. Elektronik-türk halk müziği düşün öyle garip bişi, ve gençlerin büyük bi kısmı hastası Belgrad'da.
Post a Comment