Saturday, May 7, 2011

Bergen, NORVEC




Sadece 2 saat sonra ayrilacagim buradan. Gitmeden yazmak gerekiyor cunku yeni bir ulkeye varir varmaz gelinen ulkenin imajlari bulaniklasmaya basliyor. Hele ki bu yolculuk Norvec'ten BAE'ne yapilacaksa icine dusecegim tezatlikla birlikte Norvec'te gecen gunlerin birkac saatte kafamda hayale donusmeye baslayacagini biliyorum. Gerceklik solmadan, baslayalim;


Yogun bir haftayi geride biraksam da zaman buldukca sehri gezdim. Bu arada bir onceki yazida bahsettigim egitim ertelendi, yaza kaldi. Kisaca isten bahsetmek gerekirse simdilik iyi gidiyor diyebilirim. Ancak ortalama bir meslege gore tehlikeler yok degil. Radyasyon, patlayicilar, yuksek basinc, yuksek desibel ve cisim dusmesi simdilik en tehlikeli noktalar gibi. Ayrintilari ben iste daha da derinlesince yazarim. Is yerinde en az 15 milletten adam var. Ilk kez uluslararasi bir ortamda hic Turkiye Turku'ne rastlamadim. Ama ikiser Azeri ve Turkmen var. Turkmenlerden bir tanesi iyi Turkce konusuyor, Azeriler zaten malum. Norvec'e girmeden once Turkik kavimler olarak gecen gece cok guldugumuzu belirteyim. Ilk olarak herkes kendisini orijinal Turk olarak tanimliyor ve digerlerini bozulmus olarak niteliyor. Tabi ben burada fazla cikintilik yapamadim cunku ozellikle Turkmen olan aynen Mete Han minyaturu gibi karsimda duruyorken "orjinal benim" demem sacma olacakti. Muhabbet dondu dolasti "Azerbeycan yaragli kuvvetleri' ve "Turkmenistan yaragli gucleri" noktasina geldi. Ondan sonra dilelerde olusan anlam kaymalari uzerine muhabbet muhabbet...Misal Turkmence'de "huy" bizdeki argo "penis" anlamina geliyormus. Oradaki bir Turkiye Turku ogretmen veli toplantisinda haylaz cocugun babasina: "senin oglanin huyu bozuk" demis ve olaylar gelismis. Bir diger olay da universiteye gelen bir Turkmen'in siir okumasi istenince yasanmis. Cocugun sinifta ilk okudugu siir soyle basliyor:


"Elimde yaragim var,

Oldurmek hayalim var..."


Bir de en cok "suya dusmenin" yuzmek olmasina sasirdim...


Gelelim mavi gozlu Araplar'a, yani Norvec'e...Danimarka aktarmali bir ucakla geldim buraya. Havaalaninda kapidan gecip, bekleme salonuna girince sarisin veya kizil, dovmeli ve mumkun oldugunca sort giyen ve bir seyler okuyan bir kitleyle karsilastim. Iceri girince herkesin birbirini tanidigi ama sizin kimseyi tanimadiginiz bir yere girmis gibi oldum. "Pardon" deyip geri ciktim, yanlis partiye gelmisim gibi sivistim. Kapinin onunde, koridorda bekledim. Bir de ozellikle cok sarisin hatun olunca butun ulke tikiymis gibi geldi ilk basta. Neyse sonra bindik ucaga geldik, isyerine gittim, dokumanlar falan derken ise basladik.


Bos olan gunumde sehre indim. Norvec'in 2. buyuk sehri deyince ben de baya buyuk sandim ama baktim ki bizim Nazilli kadar var yok. Yalniz sehir cok buyuleyici. Bir de hava gunesliydi sansima, yurudukce yurumusum. Vay arkadas, gunesin konumu saatlerce degismeyince ve siz varali daha bir gun olunca insan ne yurudugunu biliyor ne aciktigini. Ayagim su topladi. Simdi cok sallamayayim ama abartisiz ogleden sonra 2 ile aksam 9 arasi gunesin konumu ayni. 9'dan sonra batma egilimine giriyor ve 10 kusurda aksam oldu diyebiliyoruz. Bizim motto belli: "Hadi haci, aksam oluyor, eve kacalim". Peki ya aksam olmazsa...Resmen rezil oldum dolasmaktan. Birde ogleyin 12-1 yemek yedik diyelim. Aksam 7 oluyor hala ogleyin yedigin zamanki gibi gunes ulen yesem mi yemesem mi kafa karisiyor. Bir Turk restorani buldum da yedim bir seyler cok sukur sonunda. Cunku burada yemek bulmak bir hadise. Fiyatlardan bahsetmiyorum bile ama her gun hayatimi surdurecek kadar yiyebiliyorum. O kadar sacma bir damak zevkleri var ki yakinda saygi duymayi birakacagim. Sadece ben de degilim, Kuzey Afrikalisindan, Brezilyalisina, Orta Dogulusundan, Orta Avrupalisina kadar herkes sikayetci. Tam istah kabartan bir pizza goruyorsun icinden ananas cikiyor, tam cacik benzeri bir sey gordum diye sevinirken icerisinden tarcin cikiyor. Hay ben boyle askin izdirabini...


Tabi halkin psikolojisi de bunca zenginlige ragmen bozuk. Yuruyenlerin gozune bakinca anlasiliyor. Tek mutlular lise ve dengi gencler...Ondan sonra aydinlik-karanlik, soguk-yagmur derken beyinde bir cereyan atlamasi oluyor sanirim. Bir de daginik yerlesmisler. Koca ulke, nufus 5 milyon. Biraz toplanin, sosyallesin yok. 30-40 km etrafa ev yapmislar. Her evin de garajina 2 tane BMW ayarinda araba koymuslar ama cozum degil.


Bir de saglikli yasam cilginligi var. 25-30 yil once sigara reklamlarini yasaklamislar. Evin yaninda bir saha var sabah ise gitmek icin cikinca antreman yapan cocuklar goruyorum. Altyapi saglam ama nufus az iste. Dusunsenize bizim Izmir'den milli takim yapmaya calistigimizi. Gocmen de yok bizdeki gibi Almanya'dan topcu takviye etsinler. Demem o ki, yillarca yasiyorlar. Etraf 90-100 yasinda adam dolu. Bir yuruyosun sanki cuma namazi yeni dagilmis havasi var her yerde.


Neyse, dolasirken bir bara girdim. Bira fiyatlari pahali bir ulkeye gore bile pahali. 40 cl bira 6-7 euro (60 NOK) civarina satiliyor. Yerel halkla kaynasmak adina girdim. Tabi ben gittigi ulkenin seklini alan bir insanim. Nasil Italya'da deri mont giydiysek burda da biyiklari kesip keci sakal biraktim. Ise de yaramadi degil. Biyiklar varken cok dislaniyordum, simdi konu-komsu selam vermeye basladi. Velhasilkelam girdigimiz bar da metalci bari cikti. 200 bin nufus var, 100 bin metalci var kentte. Tipler tedirgin ediciydi ama fazla korkmadim. Norvec'te yilda 5 cinayet olmuyormus bile. Kafasi bozulan kendine sIkIyor burda. Yalniz yine de bu satanist bebelerden korunmak icin biraz dua ettim. Ise de yaradi sanki. O ilk pis bakislar dagildi. Soguk adamlar ama biraz bira icerlerse konusuyolar veya biraz dua edince o pis satanistlik gidiyor uzerlerinden. Hangisi sebep bilemedim. Bi de bu barlarda oturup, takilan baya dunyaca unlu gruplar varmis. Ozellikle death metal'in kalesi burasi...


Simdi death metalle ilgili bir belgesel koyacagim. Ben izledim cok urktum. Evde de yalnizim. Cop atmaya cikacaktim ama tirstim, sabah giderim artik. Siz de bi izleyin. Ulkemizin 4 mevsim yasamasinin nimetlerini gorun.


Bir de ifade ozgurlugu falan tavan yapmis, etrafta polis yok. Bunlar cok guzel seyler. Italya' da oturma izni almak icin polis karakoluna giderdik ve abartmiyorum aylarca beklerdik. Adeta suclu muamelesi gorurduk. Burda mis gibi gocmen ofisi var. Nezih, 5 dakikada bastilar izni. Bir de 3 yil kalirsam ve Norvec'ce ogrenirsem sinirsiz oturma vereceklermis. Isim geregi 3 yil kalmam imkansiz ama bunu soylemeleri bile guzel. Ama tabi insanin ici bilinmez, belki yabancilari sevmiyolardir. Ancak nufus artis orani -%4.5 (azalma orani) olan bir toplumun yabanci ihtiyaci da muhakkak. Ilgilen hatunlara soyleyeyim, Norvecli bir erkekten cocuk yapan her kadina vatandaslik veriyolar. Siz yine de bana inanip cocuk yapmayin, ben sadece duydum bunu.


Cok uzun olunca kimse okumuyordur bu yazilari. O nedenle keseyim artik. Sunu da belirteyim Norvec'in dogasi Turkiye'den daha guzel. Biraz objektif olmak lazim. Para da cok adamlarda. Ama mutlu degiller azizim. Biz de her ne hikmetse herkes daha neseli. Kissadan hisse; mutluluk kesinlikle bir bakis acisi isi...Ben bunu anladim.

Iste videolar (Death metal videosunun devamini youtube'den takip edin, toplam 5 bolum, iste bunlar bardaki cocuklar):




















Sunday, May 1, 2011

Paris

Iste Paris denen yer ana hatlariyla bu tadda bir yer. Populer oldugu icin hep cekinmistim kendisinden. Turk filmlerinde bile yurt disina gidildinde Paris'e gidilir ya hep, o nedenle pek sicak degildim. Ancak populerligini hakeden bir yermis Paris. Her tarihi binanin onune kafami koyup fotograf cektirmekten geri durmadim. Ozellikle Eyfel Kulesi'nin etrafi pek bi guzel. Her milletten adam var. Nesini sevmedin derseniz, metrosunu pek sevmedim. Yeterince levha koymamislar. Bir yerden bir yere gitmek imkansiz. Bir de yerli halki cok acayip. Yardima ihtiyaciniz olsa bile Ingilizce konusmuyorlar. Hadi cogu bilmiyor ama bileni de vardir aralarinda. Dedigini Fransizca deyip duruyor. Sehir cok guzel ama. Ben 4 saat gecirebildim. Keske zaman olsaydi da 4 gun kalabilseydim. Yine cok genellemek gerekirse Italya'dan cok uzak bir kultur yok. Ben benzer buldum. Tabi ki baktiginiz yer de onemli. Ben bu bakisi Iskandinavya'dan yapiyorum. Su anda Norvec'teyim. Daha onceden de gelmistim bu taraflara. Hakikaten cok ilginc bir yer Iskandinavya. Adeta bir anti-Turkiye. Turkiye'de ozlemini cektigimiz her sey var Norvec'te ama Turkiye'nin ozledigimiz hicbir seyi yok.
Burada zaman gecirmek enteresan olacak. Bir dahaki sefere daha uzun bir Norvec yazisi yazacagim. Paris'i de gormek iyi oldu. Lafi cok geciyor sagda solda. Arada iki laf da ben ederim artik. Istanbul, Barselona ve Roma'dan sonra 4. siradan girsin listeme Paris...
















































Tuesday, April 26, 2011

Neler Oluyor?

Calismaya baslayinca insanlar hobilerinden uzaklasiyor haliyle ama benim durumumda sanirim ben biraz hayattan uzaklasacagim. Bir sure collerde, bir sure de Kuzey Denizi'nde yogun aktiviteye maruz kalacagim. Simdilik guvenlik egitimleri ile ugrastigim icin kismen rahatim ama bu bile yeterince yogun. Bir isten cok, bir hayat tarzini secmis gibiyim.
Gecen gun surus testi vardi. "Dur" levhasinda durmadigim ve serit degistirirken kor noktalari kontrol etmedigim icin puan kaybettim. Avrupa'da trafik ne kadar hassas. Biz Turkler "dur" levhasinda sadece yavaslariz degil mi? Gelistirmem gerekiyor...
Bugun ilk kez petrol platformuna ciktim. 15-20 metrelik borulari vincle kaldirdilar ben de borulara yon verip delige soktum. Tam olarak benim isim olmasa da heyecanliydi. Etraf agir makinalar, hareket eden parcalarla dolu ve alan cok dar. Isi tamamlayip inince cok rahatlamis hissettim ama orada calisan muhendis ve operatorlere bakilirsa yakinda o makinalarin arasi evim gibi olacak. Tulumun ici cok sicak ve baret biraz kafa acitiyor ama zamanla duzelir her sey.
Egitimde her taraftan adamla beraberiz. Herkes beni facebook olsun, communicater olsun ekleme cabasina girdi. Fransizlar geldi: "cok populersin, kiskandik, neden?" dediler. Hoca durur mu, soktum lafi: "Dogu'yu da Bati'yi da en iyi bilen benim de ondan" dedim. Fransiz got oldu. Amerikali "that was harsh" dedi, Ingiliz: "Bloody mate" cekti, Orta Dogu camiasi da "Masallah, Masallah" dedi. Bir de su kursta bile soykirim sorusu cevapliyorum. Artik birileri bir sey yapsin.
Yakin zamanda Norvec'e gidip offshore egitimi yapacagim (BOSIET offshore training). Batik helikopterden ici su dolduktan sonra 10 saniye bekleyip yuzerek cikma, yuksekten suya atlama ve dumanli ve karanlik bolgede el yordamiyla acil cikis bulma belgelerimi alacagim. Isin kotu yani benim gibi bir Akdeniz cocugunu 5 derecelik soguk suya sokmalari olacak. Orada nefes tutabilir miyim bilmiyorum. Sonrasinda collere geciyorum. 50 derecede pratik egitim ve aksam 8'lere kadar suren teorik egitim alacagim. Her gun sinav edilecegim. Bakalim baski altinda nasil isleyecek bizim vucut. Cok yakinda gorulecek.
Bana sans dileyin, espirilerle burayi costurayim isterdim ama uyumak lazim.
Bir ara Paris, bir ara da Afrikali, Avrupali ve Arap camiasindaki onlenemez sempatim uzerine daha ayrintili yazarim umarim. Spoiler olsun: "Araplar bana Behlul" diyor.
Saglicakla...



Wednesday, March 16, 2011

Tarihe Dokunmak (Aphrodisias/ Afrodisyas)
















Geçen haftasonu Afrodisyas' ı bir kez daha gezdim. Bu blogu okuyan herkesin bu ismi duymuş olmasını dilerim ama belki de duymamışsınızdır. Ben bu antik şehre sadece 12 km uzaklıkta doğduğum için çok şanslıyım. Birden fazla defa gezme şansına sahip oldum. Dünyada bu kadar büyüleyici olup da bu kadar az gezilen bir tarihi alana ben henüz rastlamadım. Buranın en önemli özelliği bu. Avrupa'da bize tarihi stadyum adı altında boş tarla gezdirdi puştlar. Kendimi Kemal Sunal gibi hissettim o zaman (Bknz: Circus Maksimus). Bu blog sayesinde Afrodisyas'a ziyaretler patlayabilir ama görmek herkesin hakkı, üzülmem. Zaten alanı ve müzenin gezildiği 5-6 saat içerisinde insan kenisini Avrupa'da hissediyor çünkü etrafta Türk turist sayısı Milan'a kurban bayramında gelen Türk turist sayısından az. Varsa yoksa Japon, Amerikalı, Alman, Fransız, İspanyol ve İtalyan. Oysa o şehir 4800 yıldır orada ve dünyanın en iyi korunan şehirlerinden bir tanesi. Haliyle biraz enteresan olabilir gezmek... Neyse uzatmayalım.

Antik şehrin keşif hikayesi de çok ilginç. Ara Güler çevredeki bir barajı fotoğraflamak için geçerken aksilikler nedeniyle geceyi Afrodisyas'ın üzerindeki Geyre köyünde geçirmek zorunda kalıyor. Tabiki alttaki hazinenin boyutlarından bihaber herkes. Bakıyor ki insanlar antik sütün başlarında pişpirik oynuyor. Hemen fotoğraflarını çekiyor ve gerekli mercilere ulaştırıyor. Sonrasında çalışmalar başlıyor.

Sağa solda daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz. Şu link bir başlangıç olsun...

Gelelim şehrin beni çeken taraflarına. Her şeyen önce şehir 5-6 saat rahatsız edilmeden doğa ile içiçe gezme imkanı veriyor size. Etrafı yemyeşil, verimli bir ova. Gelip-gideni az oluğundan 5-10 dakikada bir gavur kafileler görüyoruz, hepsi bu. Bu çapta ve güzellikte bir alanı dünyanın başka yerinde kimse böyle sessiz bırakmaz. Duyumlarıma göre Aydın'ı Antalya'ya bağlayacak karayolu Afrodisyas yakınınan geçecek. 1-2 yıla kadar belki de bu özelliğini yitirir. Elinizi çabuk tutun.

İkincisi de zamanının büyük şehirlerinden birisinde böylece yapayalnız yürümek insanda garip bir ürperme yaratıyor ve düşünmeye itiyor. Şehrin aşağıda videosunu göreceğiniz stadyumu 30000 kişi kapasiteli. Yunan döneminde güreş, koşu, disk ve Roma döneminde ek olarak gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapmış. Gladyatörlerin sahaya çıktığı tünelden yüzlerce yıl sonra yürürken garip hisler oluşuyor. Üstelik de koca stadyumda yapayalnızsınız. Oysa oralar bir ara "Spartacus" diye inliyordu.

Üçüncüsü ise kültürler ve dinler arası çizgilerin bulanıklaşması. Lanet olsun bize mitoloji öğretip, sevdirmeyenlere ama bu toprakların bir zamanlar gerçeği buydu. Yapılan pagan tapınaklarını yıkan Romalılar sağa sola haçlar çizdiler. Tapınaklar kilise oldu. Sonra Selçuklular geldi. Elhemdülillah
herkes müslüman oldu. Buraya kadar idrak etmek kolay. Ama şimdi maalesef bu aramızdan bazılarının atalarının doğudan atla gelenlerden olmadığını ispatlıyor. Bu şehirlerde yaşayanlara ne oldu? Bana sorarsanız hala içimizdeler ve tehlikeliler. Şehirde 2000 yıl önce ne varsa etraftaki köylerde ve şehirlerde bugün de aynı tarım ve endüstri mevcut. Zeytin, şarap, dericilik ve seramik işleri. Ölen tek ustalık ise heykel. Sebebi malumdur, üzerime gelmeyin. Kapalı blogspot'a erişimi tekrar kapattırmayın.

Oysa Afrodisyas'ta zamanının ilk heykel okulu var. Bildiğimiz okul. Dünyanın en ünlü heykelcileri burada. Adlarını vereceğim ama anlamı yok, diyelim ki Fedon...Avrupa ve Afrika' daki nüfuzlulara buradan heykel gidiyor. Mesela Roma'da Sezar, heykeli yapılsın istiyor, gönderiyorlar. Bu ciddi bir mevzu. Gidip Avrupa'da hayranlıkla baktığımız o heykellerin bazılarının buradan yollandığı muhakkak. Yalnız güvenlik görevlisi abi ile Socrates heykelinin önüne tartıştık. Abi o zaman foto olmadığına göre siparişlerin nasıl yapılığını merak ediyordu. Bunu orada çalışan arkeologlara da sormuş cevap alamamıştı. Bu durumda sipariş İspanya'dan ya da Mısır'dan gelse ne yapıldığını bulamadık. Koskoca kayserler heykel yaptırmaya gelemeyeceğine göre sanırım heykeltraşlar gidip adama bakıp geliyordu ya da gittiği yerde yapıyordu. Çünkü bugün bi kafa çıkıyor tak altına adamın adını basıyorlar. Demek ki tipi benziyor. Yoksa o taş kafaya nasıl Sokrates dersin ya da nasıl Öklid dersin? Benzemesi lazım illa ki... Adamlar baya bi "celebrity" heykeli de yapmışlar. Pisagor ve Sokrates'ın fotoğraflarını çektirebilmemi buna borçluyum.

Yalnız müzede gezerken bir noktada çok kıllandım. Bana çok benzeyen bir Yunan heykeli gördüm. Yeminle baltayı alıp kırasım geldi. Düşünsenize ben kendimi bunca zaman bir aygır atın üzerinde sırtımda okum, belimde kılıcım Osta Asya bozkırlarından dörtnala koşarken hayal etmişim şimdi bu adam bana bu kadar benzeyince içerisinen çıkılmaz bir kimlik bunalımına düştüm. Şimdi gece-günüz bu paradoksu düşünüyorum. Oluşturulan bütün milliyetçilik doktrinleri bu heykel karşısına çöküyor. Neyse fazla deşmeyeyim. Bu müzedeki büstlerden birinin altında da "saçı dökülmüş, sol gözü kaymış sakallı vali" yazısı vardı (aşağıda resim). Bunu sevdim açıkçası. Yunan dediğin böyle tasvir edilmeli hep.

Şehrin 50 yıldır New York üniversitesi tarafından sürürülen kazılarına yalnızca %27'si çıkarılabilmiş. Sanırım bütçe yetersizliği de sözkonusu. 90 yıl içerisinde tamamının çıkmış olacağı tahmin ediliyor. O zaman Efes'ten daha büyük bir şehirle karşılaşmamız çok büyük ihtimal. Gerçi İtalyanlar Pompei'yi 1764'ten beri kazıyorlarmış. Kolay değil tabi, çıkarmakla bitmiyor. Yazıtlar okunacak. Kim neden yapmış, kiminmiş vb bulunacak, tasnif edilecek...

Neyse efendim, bu toprakların geçmişinin en nadide eserleriyle yüzleşmek, doğayla tarihle içiçe, bir zaman yolculuğu yapmak isteyenlere şiddetle tavsiye ederim. Hayran kalmayan görmedim. Aşağıda videolar...







Ara GÜLER’, Aphrodisias'ı Anlatıyor... ibexes

Tuesday, February 1, 2011

Körling

Erzurum'daki ABD körling takımından elemanların blogu. Ne yapalım, turnuvada madalyaya uzağız. Buz hokeyi ve körlingde "şerefli malubiyet" arar durumdayız. En azından eğlenmemize bakalım.

Saturday, January 29, 2011

Adım Adım Anadolu...

Shows the location of the province Denizli in ...Image via Wikipedia
Gelişen olaylar neticesinde hızlı kararlar alıp İtalya macerasına son vermem gerekti. Tekrar gitme hakkımı saklı tutup Türkiye’ye döndüm. Ankara ve İstanbul’da biraz zaman geçirdikten sonra Aydın’a geldim.

Aydın’a geçmeden önce de blogumu takip eden arkadaşların ısrarı üzerine Denizli’de bir hafta geçirdim. Denizli esnafının hatrı sayılır simaları tarafından “yılın en iyi blogu” ödülümü almak için Denizli'deydim. Bu süre zarfında Denizli esnafının dertlerini de dinledim. Esnaf genellikle bitmeyen altyapı çalışmalarından, siftahsız geçen günlere rağmen yazar kisvesi altında dükkanlara saatlerce çöken işsizlerden şikayetçiydi. Allah sizi inandırsın, insanın da yapacak işi-gücü olmayınca saatlerce oturabiliyor esnaf mekanlarında. “Ayağım çok uğurludur” safsatasıyla 2-3 gün takıldıktan sonra, işlerde bir açılma olmayınca arkadaşları biraz gerdiğimi hissedip, şehri terkettim. Umarım durum gidişimden sonra iyileşmiştir.

Denizli’yi Türkiye’de enteresan kılan bir diğer hadise de sembol olarak kendilerine Horoz hayvanını seçmeleridir. Türkiye’de çoğu şehir meyve-sebzesi ile ünlüyken pek az şehrimiz bir hayvanı ile ünlüdür. Denizli esnafınfa bunu da devamlı olarak öne çıkarma, halıya, kilime, beze basma isteği sezdim. Hatta bir horoz figürünün baş kısmındaki deliğe suratınız koyup, horoz kılığında Denizli hatırası çektirmeniz bile mümkün. Yalnız horoz namını sonuna kadar hakediyor, o ayrı...

Esnaf arkadaşlar beni Denizli’nin lezzet duraklarından Kebapçı Halil ve Helvacı Şerif’e de götürmeyi ihmal etmediler. Hakikaten efsane ürünler tattık bu mekanlarda. Tabi ki blogda bir Denizli bölümü yazma sözü karşılığında gerçekleşti tüm etkinlikler. Esnafa kendimi kısa sürede sevdirmemde Aydın’dan alışık olduğumuz şivenin çok benzerinin konuşulmasının rolü yadsınamaz. “k” sesini çıkaran bir adamın buralarda tutunması çok zordur (bazı tek heceliler hariç). Misal vitrin bakarken yanınınıza gelen adam: “Ne baktıydıngız?*” dediğinde “Bu kaç para?" derseniz kesin kazıklanırsınız. Doğru cevap “İndeki gaça?” tarzı bir şey olmalıdır. Bir de ara ara ismin hallerini karıştırmalısınız. Örneğin maç izlediğimiz mekanda takımına deliren bir amca: “Topu bas, topu” diye ayaklanıp bağırırken, siz bu amcaya “Oturur musunuz, göremiyoruz” diyemezsiniz. Doğrusu: “Beni bak baken, göremepdurum” olmalıdır. Yoksa harcatırsınız kendinizi. Siz siz olun, her şeyin sonuna “gari” ekler yırtarım diye düşünmeyin.

Şehrin iddialı olduğu bir diğer husus da moda. İnanın, Milan seviyesinde bir moda şehri Denizli. Özellikle Bayramyeri vitrinleri Milan'ın Duomo meydanı çevresini andırmakta insana. Tek farkı çarşıda-pazarda çok az hatun olması. Denizli modası erkeklerin tekelinde adeta. Bir de havluya öyle çok yatırım yapılmış ki sanırsınız sokaklarda da havluyla gezilecek. Ama yine de ben Denizli'yi "Anadolu'nun Milan'ı" ilan etmekte bir sakınca görmüyorum.

Bir de merkeze ilçelerden göç etmiş insanlar vardır bu şehirde. Ancak artık her yerdelerdir ve topluma karışmışlardır. Şimdi adını vereceğim 2 ilçeye çok dikkat edin: Çal ve Tavas. Buradan insanlarla karşılaşırsanız gözünüzü dört açın. (Yanlış anlamayın benim de çok Çal’lı arkadaşım var, çok mert olurlar). Hikaye şu: Yılanla Çallı’yı aynı çuvala koymuşlar, Çallı yılanı ısırmış. Yılan: “alın beni burdan” demiş. Yılanı alıp Tavaslı’yı koymuşlar, Çallı: “yılanı geri koyun” demiş...

Bu şehirden çok iyi arkadaşlarım olduğunu tekrardan belirteyim. Özellikle Ankara ve İstanbul'da Denizli diasporasıyla çok vakit geçirdim ama yerinde görmek ayrı bir lezzet. Bana bu ödülü layık gördükleri ve misafirperverlikleri için hepsine çok teşekkür ederim. Özellikle de Excel Fırat ve aynısını ben evde kullanıyorum Erdem’e sonsuz teşekkürü borç bilirim...

Bir diğer ilimizde görüşmek dileğiyle....
Enhanced by Zemanta






*ng: bu ses n harfinin daha genizden söylenmesi yoluyla çıkarılır ve şivenin yapay mı gerçek mi olduğunu ortaya çıkaran bir turnusoldur adeta...Konsept olarak benzeri için İngilizce'deki th sesi düşünülebilir. Hiç "three" diyenle "tree" diyen bir olur mu?

Tuesday, January 25, 2011

Son dönemlerime dair...


Kaç Kere Sever İnsan?


Bittiği yer mi güzel hatırlanır yoksa güzel yerinde mi biter hep bu işler? İlk başından beri hissetmiştim bir gün biteceğini ama keşfetmek de güzel geldi, duramadım, bağlandım, alıştım. Çok farklıydın, daha önce tanıdıklarıma benzemiyordun. Her şey 3 sene önce başladı, kader ağlarını ördü ve bir ekim günü karşılaştık. Eskiden alışık olduklarımı bırakıp sana gelmiştim, bütün konforumu terketmiştim senin için. Bilir misin ne kadar zordur rutini terkedip yeni alışkanlıklara yelken açmak? Nereden bileceksin, hep sana gelmişlerdir, acaba sen hiç gittin mi? Tanıştık, gezdik, tozduk, badireler atlattık, güldük, ağladık ve inanması zor olsa da bitiyor şimdi.

Senden önce iki tane daha tanımıştım. İlkinde toydum. En güzeli o sanmıştım, saftım. Bütün ilk gençliğim onunla geçti. En çok sahillerde takıldığımız günleri ve zeytin ağaçlarıyla dolu caddelerde yürüdüğümüz anları özlüyorum. Hiç bir karşılık beklemediğim, hesapsız sevdiğim, sorgulamadan olanıyla yetindiğim sadece oydu. Sonra büyüdüm, bana yetmez oldu, gittim. Arkamdan ağladığını sanmıyorum. Hep güneşli bir günde ardımdan el sallarken anımsayacağım onu. Ne zaman dönsem beni bekleyen olarak...

Diğeri ise daha soğuktu, anlaması zor. Ama o kadar heyecanlı başlamıştım ki hiç aldırmadım. Garip, sevmeyeni çoktu ama tanısan bence sen de severdin. Ama yollarınız asla kesişmez, farklı dünyaların insanlarısınız. O ne kadar doğuluysa sen o kadar batılısın. Çok şey yaşadık onunla, çok şey öğrendim ondan. Ama vefasızdım. Senin için ayrıldım ondan. Ayrılığımız sessiz oldu ama acısız değil. Yeni bir maceraya ihtiyacım vardı, gençtim, heyecan aradım. Öyle alışmıştım ki ona ayrılmayı kafaya koyduğumda endişelenmedim desem yalan olur. Kafam karışıktı ama arkadaşlar: “gençken olur bunlar” dediler. Bindim otobüse gittim, arkama bile bakmadım. Vedalaşmaya bile vaktimiz olmadı. Belki de cesaretim olmadığından böylece kaçtım ve sonra da ne aradım ne sordum. Kim bilir belki de düşündüğüm kadar ilginç değildi, kendimi kandırmıştım. Terkettiğim günden beri bir kez olsun görmedim ama deli gibi özledim. Belki de sigarayı bırakan bir tiryakinin sigarasını ömür boyu özleyişi gibi özleyeceğim onu. Canım isteyecek, direneceğim ve özlemeye alışacağım ama unutamayacağım...

İtiraf etmeliyim ki ikisi de beni, senden daha iyi anlardı. Benim de seni anlamam aylar sürdü. Seni belki bu çekici yaptı. Şimdi bakıyorum da sana çok emek harcamışım. Hiç yüz vermediğin günlerde yılmamışım, koşmuşum peşinden. Değdi mi acaba? Bana ilk kez birisi “git” demişti ama gidememiştim. Sen, benden diğer ikisinin intikamını alandın. Belli ki huyun böyle. Güzelliğinle ve çok beğenilmenle ilgili sanırım bu. Ben olmasam da yerime koyacak birisini bulursun. Yazmak kolay değil, gitmeme günler kaldı. Merak ediyorum, benim için üzülecek misin? Korkuyorum ki, hiç umursamayacaksın...

Niye yaptığımı bile anlayamayacaksın çünkü sen hiç gitmedin oysa ben iyi bilirim gitmenin zorluğunu, alıştıklarını bırakmanın yorgunluğunu. Ama unutma bu beni genç yapıyor seni ise içi geçmiş bir yaşlı...Ben mecburum keşfetmeye, sense mecbursun seni gelip keşfetmelerine. Ne kadar zor gelse de yollarımız ayrılıyor seninle, hem de kısa bir süre içerisinde.

Gitmeye karar verdiğim andan itibaren gelecek için bir heyecan kaplasa da içimi, senden ayrılmanın hüznü de belirginleşti. Sana bakamaz oldum, güzelliklerin içimi yakmasın, anılar canlanmasın, aklım karışmasın diye. Bir şeyi son kez yaptığını bilmek acı veriyor. Öte yandan hala fırsatım varken çok da ölçüp biçmeden tadını çıkarmak da istiyorum. Açıkçası arada kaldım, ne yapacağımı bilemez durumdayım. Üzerine fazla da kafa yormak istemiyorum bu gidişlerin, zorlaştırıyor her şeyi. Bazen insan derinliğini bilmediği suya da atlamak istiyor her gün aynı yerde yüzmektense. Hem kalsam da senin yüzünden gitmedim diye başının etini de yerim bundan böyle. Lütfen beni anlamaya çalış, ben buyum işte.

Ne acıdır ama belki de bir daha veda mektubu yazdığımda sen de diğerleri gibi bir paragraftan ibaret olacaksın sadece. Dürüst olayım, insana her tecrübesi farklı ve güzel geliyor. Bugün için diğerlerinden farklısın ama zaman geçtikçe onlar gibi olacaksın zihnimde. Biliyorum şimdi diğerlerinin isimlerini daha da fazla merak ettin. O zaman söyleyeyim; ilk sevdiğim Aydın ise, gençlik aşkım Ankara ve sen de Milan’sın...Haftaya ayrılıyorum senden. “Ağlama” desem faydası olmaz, bilirim çok kolay ağlarsın. Ama ben seni güneş gibi gülümseyişlerinle anımsamak isterim. Kendini de fazla suçlama, mecbur olmasam gitmezdim ya da istemesem direnirdim. Zaman her şeyin ilacıdır, unutursun.

13.12.2010