Sunday, March 3, 2013

BATI' NIN AHLAKI


1012, 502, 3116, 17, 309...kıyafetlerimin içerisinden bulduğum numaralar. Yıkamadan geldikten sonra çıkarmayı unutuyorum. Bazen 6 ay geçiyor, bir kaşıntı hissediyorum, bakıyorum bilmem hangi otel odasından kalma numaralar...Artık moralimi bozuyorlar, özellikle bir ev tuttuğumdan beri. Abu Dhabi’ deki otellerim Afrika’daki otellerimden kat be kat daha lüks. Çünkü burada her şey lüks. Afrikanın üzerine gelinebilecek son yere geldim belki de. Ama kabul etmem lazım, ilk geldiğim zamanlar çok hoşuma gitti. Sokaklarda yalnız gezmek, korkmadan bankamatikten para çekmek, sivrisinek ve Nayrobi sineği korkusunu geride bırakmak iyi geldi. Yani şu an pencereden dışarıya baktığımda Abu Dhabi Formulla-1 pistini görüyorum, çok değil 2 hafta önce penceremi sinek korkusundan açamıyordum. Odamda çıplak ayakla yürüyemiyordum hamam böceği ezmemek için. 
Abu Dhabi ve Dubai suni bir dünya ama içerisindeyken ne olduğu anlaşılmıyor. Google Earth’e bakmanız veya Burj Khalife’ye çıkmanız lazım nerede olduğunuzu anlamak için. Sanki yazılımla üretilmiş bir şehir gibi, Matrix misali. Bir noktada şehir bitiyor. Sonrası benim Libya’ daki kamptan farksız ama oraya kadar Avrupa şehirleri yanında sönük kalır.
Benim valiz yığınla eşyayla dolu. Planlamaya çalışmama rağmen itiraf edeyim bu şehirlerdeki profillere göre biraz düşük kaldı. Alış-veriş yapmaya gittim, bir gömlek, bir ayakkabı falan...Sonra aşırı lüks alışveriş merkezinde bir banka çöktüm. İki yüzlülüğüme üzüldüm. Afrika’yı hiç görmemişçesine saldırışıma. İnsan ne kolay adapte oluyor, bir ay önce dişimi fırçalayacak su aradığım olmuştu.
Etrafımdaki turistler, yerliler ve hatta remote-uzak lokasyon görmemiş arkadaşlarım bile şuursuzca saldırıyorlar. Oturmak istıyorum sadece düşünmek için ama kolumdan tutup kaldırıyorlar. Kıyafetler, iççamaşırları, makyaj malzemeleri, aksesuarlar ve dışarıda Milano’nun lüks semptlerinde bile göremediğim kadar Lamborgini, Massarati ve Ferrari...
Benim bilmekten öte bir sorumluluğum var mı bilmiyorum bu düzende. Servet düşmanı olduğumdan değil ama 50 cente sevinçle taze hindistan cevizi yiyen adam bir anda teknoloji mağazalarında kendisini 1000 hindistan cevizi fiyatındaki ürünlere bakarken görünce garip hissediyor. Hatta bir köye bir gün boyunca hindistan cevizi ve muz partisi verebileceğiniz fiyatlara satılan iç çamaşırları var burada...Seksi, erotik vesaire ama eninde sonunda don.
Bu ortamı buraya geldiğim ilk zamandan beri bir yönüyle taktir ettim. Diğer Arap ülkelerine göre daha özgür bir ülke. Plajlarda tangalı, üstsüz turist var. Arap dünyası için bunun ne demek olduğunu tahmin edebilirsiniz. Libya’da veya Suudi Arabistan’da olsa kavimler göçü başlatır. Ancak burası da 40-50 yıl önce farklı değilmiş. Bedevi çadırlarından, büyük turizm ve iş merkezine çevirmek böylesine yerleri takdir edilesi. Takdir etmekle birlikte bir şey de gözümden kaçmıyor. Daha bir şişe suyu bir yerden alıp, bir yere götüren Arap görmedim burada. Bazılarına abartı gelebilir ama net olarak yazayım, emirlikler zenginleştikten sonra, burada Araplar için çalışmak neredeyse ayıp haline gelmiş. Hizmet sektörü, işçiler, temizlikçiler, garsonlar, aşçılar, otel görevlileri...hepsi Asyalı. Bazı inşaat işçilerinin günlüğü 1 dolardan daha az. Yine geldik benim hindistancevizi hesabına ama saatte 2 hindistancevizi, el konuşmuş pasaport, çalışma izni adı altında alınmış peşin 2000 pound ile muhtaç bırakılmış insanlar...Şimdi sen de ben de biliyoruz kardeşim en lüks otel Burj El Arap’ın bedelini, dünyanın en yüksek binası Burj Kalife’nin inanılmaz şekilde yükselişini, denize yoktan ada varetmenin dahiyaneliğini, çölde tiril tiril Victoria’s Secret giymenin, Gucci çanta takmanın maliyetini...
Böylece sizinle gösterişli dünyadan biraz karanlık dünyaya adım atmış olduk ama bu daha bir başlangıç. Çünkü Arap dünyası maalesef iki yüzlülüğün normalleştiği bir dünya. Bugün Türkiye’de kaybolan özgürlük ortamı ve giderek Araplaşmaya başlamamız en çok bu yüzden içimi acıtıyor. Amin Maalouf’un kitabında dedidiği gibi: “Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaçları kalmamış gibi davranıyorlar”
 Bu kadar yargıya varırken hiç önyargılı davrandığımı düşünmeyin. Petrole bulaşmışsanız Arapları tanımak için şansınız oluyor. Arkadaşlarım var adını verebileceğiniz herhangi bir Arap ülkesinden, müdürlerim var, stajerlerim var. Belki çok az şehri gezdim ama mekanları yaratan insanlar ve ben insanları tanıyorum. Tanımama bile gerek kalmıyor, hikayelerini çoğu aman kendileri anlatıyorlar. Denizin ortasında iki hafta kalınca, bir çöl kampında yaşayınca sırları saklamak iyice zorlaşıyor. Mesela Arap dünyası için şu yerlerin anlamlarını artık biliyorum: Dubai, Abu Dhabi, Doha, Bahreyn...Bunların hepsi seks demek. Suudi Arabistan’dan herkesin Bahreyn’e haftasonu gezisi yaptığını bilmeyen yok buralarda. Peki eşleri Bahreyn'deyken kadınlar ne yapıyor olabilir? Arkadaşlarımdan dinlediklerim gerçekse Avrupa'yı cinsellikte marjinalize etmek biraz haksızlık olur. Ama porno yasak. En libarel şehirlerden biri olan Abu Dhabi’de bile sokakta sevgi gösteren herhangi bir hareket suç (sarılmak, öpüşmek, el ele tutuşmak) ama parayla satın alınan sekse göz yumuluyor. Adları da artık “hospitality worker” (evsahipliği işçisi?)... Ben Amsterdam’ı çok ahlaklı bulmuştum ama artık dünyanın en ahlaklı yerlerinden birisi olduğuna kesin karar vermek üzereyim. Yasaklar, göz boyayan, insanları alternatifler aramaya iten kurallardan başka hiçbir şey değil. Yemek yemeyi, su içmeyi nasıl yasaklayamazsa hükümetler, seksi de yasaklayamıyorlar...Dünyayı biraz gördüysem, bu kadar basit.
Tabi her şey bu hale gelince bunun da ayrı sektörleri oluşmuş. Sadece bir örnek: burada herkesin birden fazla ceptelefonu var. Bu zaten normal ama telefonlardan bir tanesinin Blackberry olması şart. Nedenini de yine Suudi bir arkadaştan öğrendim. Blackberry telefonların kendi aralarında mesajlarşma özelliği varmış. Bu data da Amerika veya İngiltere’deki sunucularda tutuluyormuş. Buradaki hükümetler istese de bu mesajlaşmaları görüntüleyemiyormuş. Bütün Bahreyn seyehatleri Blackberry’den gönül ferahlığıyla ayarlanabiliyormuş. Ama işin daha acı tarafı, bazen o mesajlarda bir genç adamın, bir genç kadına “seni seviyorum” demesi kadar masum şeyler de olabiliyormuş...

Birbirimize gizlice “Seni seviyorum” dediğimiz gün, bilin ki bizim de ahlakımız bitmiş olacaktır... Batının ahlakını alıp, doğudan kaçmanız dileğiyle...

 



















































































































































































Tuesday, February 12, 2013

Gri



Çölün ortasındaki hiçlikten sonra okyanusun ortasındaki hiçlikte buluyorum kendimi. Altımda 1100m su var, yürü deseler dibe kadar yürünmez. İnsan kendini çoğu zaman önemsiz hisessediyor. İnsana toplum ve medeniyet içerisinde bir şey olduğunu hissettiren hiçbir şey yok. Kıyafet desen herkes tulum giyiyor, para desen harcayacak yer yok, kariyer desen iyi kötü herkes meslek sahibi. Geceleri balıklara bakıyorum. Ton balıkları yüzeye çıkıyor. Bazılarının boyları ben kadar var. Dünyanın en pahalı gemilerinden birinin üzerindeyim, Deep Sea Metro. Günlüğü 1.4 milyon dolar. Ne acı, saplamışız boruyu dibe, kıpırdadığımız yok. Bunda olacağıma 8 metrelik mütevazi bir şeyde olmak var, sevdiğinle kıyıdan kıyıya gezmek...Allahtan sabah toplantıları var ve benim yürüttüğüm operasyonlar. O zaman kendimi biraz değerli hissediyorum. Yoksa gerisinde ton balıklarının özgürlüğünü kıskanıyorum. "Mühendis bey" diyorlar, gaza geliyorum, koca gemide patlayıcıların anahtarı bir bende var. Anahtarı göstere göstere geziyorum, artiz gibi dolaşıyorum. Ama bizimki fason artizlik. İngiliz şirketi arıyor petrolü, ben servis şirketindeyim. Alman, Türk, Rumen ve İngiliz platformlarında çalıştım. Erkan Can'ın dediği gibi: "Bir memleket gibidir gemi", işin sahibi kimse gemide onun kuralları geçer. Türk platformu Alman'a benzemez, Alman İngiliz'e...Alman platformda çok yabancı bulamazsınız, Almanlar başkasının çıkardığı işe pek güvenmez. Ama bir kere görürlerse işinde iyisin, sana bir daha artizlik yapmazlar. İngilizler her millettten adam çalıştırır ama işini kral da yapsan, İngiliz mertebesine gelemezsin...Gemide en az 40 milletten adam var. Benim gelmemle birlikte yemekhanedeki panoya Türk bayrağı da asılıyor. Belki olimpiyat şampiyonu olamadım ama sayemde bayrağım okyanusun ortasında bir yemekhanede dalgalandı...

Dar Es Salaam'dan sonra beni offshore hazırlıkları yapmam için Mtwara adlı bir şehre yolladılar. Remote location-Uzak lokasyon dediğimiz yerlerden. Pır pır uçakla gittik. Korktum. Havalanından aldılar bizi, ben uyuyorum köylük yerdeyiz diye. Uyandırdılar, geldik diye. Bu kadar altyapısız bir şehir olamaz. Her yerin adı da paradise-cennet. Bu dünyada ne kadar cennete uzaksa insanoğlu, cenent fantazisini gözünde o kadar büyütüyor. Bir taş üstüne taş koymamışlar. İnsanlar bütün gün oturup yağmurun doldurduğu sokakları izliyorlar. İmece yok...Arkadaşım, toplan da şuraya bi lağım döşe, yollara bi taş yap. Acı ama Romalılar bunlardan daha iyi sokaklar yapmışlar. Sömürülmek, organizasyonu ve sorumluluk almayı bitirmiş galiba. Ancak biri gelecek, örgütleyecek, iş yaptıracak. Yoksa dayılar bütün gün oturup bizim nasıl çalıştığımızı izliyor. Gerçi belki onlar da bize acıyordur. Bütün gün mal gibi koşturduğumuz için. Bana göre acil imece lazım buraya. Tek gelirleri bir kaç petrol şirketi. Orada iş bulanlar şanslı. Bi de ona bağlı yansanayiler. Bakkal, bar, otel. Ama ne bakkal bildiğimiz bakkal ne bar bildiğimiz bar. Her şey çok boktan. İş yerine gidiyoruz. Sadece konteynırlar var. Ben ve 3 işçi. Müdürüm burda. İşçiler de dünya karması: Endonezya, Hindistan, Tanzanya. Canla başla 5 gün çalışıp aletleri yolluyoruz. Bu ara yağmur yağıyor, her yeri su basıyor. Su basınca sıtma tehlikesi oluyor. İlacı iyice abartıyorum. Sinek ilacından bacaklarım kaşınmaya başlıyor. Günün birinde otele dönerken yoldaki su birikintisinde çıplak yıkananlar görüyorum, medeniyeti özlüyorum. Çocukların hali içimi parçalıyor. O çamurun içinde oynuyorlar, tek bir oyuncakları bile yok. Keşke biraz oyuncak getirebilseydim. Varlıklı ailelerin çocuklarına çok da lazımmış gibi pahalı hediyeler aldiğim için biraz pişman oluyorum. Bundan sonra bu çocukların aklımdan çıkması imkansız. Aileleri onlara YILDA 200 dolar harcayamıyor olabilir...Fakirlik diz boyu. 10 dolar çok para burada.  Afrika'dan bana hayat boyu miras kalacaklar, her şeyi unutsam çocukların çamur içerisindeki parlak gözlerini hatırlarım. Arabalara el sallıyorlar. Çocukken biz de yapardık. Çocuk aynı her yerde, sonradan toplum onlara şekil verecek. Karşılık veriyorum, tek yapabildiğimin bu olması içimi acıtsa da...Molalarda hindistan cevizi satan amcadan alış-veriş yapıyoruz. İyi geliyor. Coğrafya sınavlarında nasılsa soru çıkmaz diye safsakladığım tropik iklimle her gün imtihan ediliyorum. Çok gezemiyorum. Beyaz adam para demek burada. Petrol işinde olduğu belli. Gerçi güvenli bir yer ama yine de tırsıyorum.

Gemiye gidiyoruz. İşler güçler derken bugün geri geldim. Mtwara'ya bir daha gitmemek için elimden geleni yapacağım. Adam Afrika'ya belgesel çekmeye geliyor. İki aslan çekip gidiyor. Ben orada ter akıtıyorum, otele gidiyorum su kesilmiş falan. Ben de gelirim turist olarak, tavsiye de ederim herkese ama çalışmak için biraz ekstra zor bir yer. İnsanların davranış biçimi de garip. Geleceğim diyor, gelmiyor. Aldım diyor, almamış. Güven duygum tamamen bitti. Ne demiş Nietzsche: "Bana yalan söylediğine üzülmedim, bundan sonra sana inanamayacağıma üzüldüm". İşçiye kızınca da "sen beyaz adam, çok sinirli" diyor. Ben diyorum: "Yemişim beyaz adamı, ben beyaz adam değilim. İngiliz, Hollandalı, Fransız, Portekiz o senin dediğin beyaz adam. Biz de götü zor kurtardık onlardan"...Bu sefer de diyor ki:"Madem sen de siyah, neden bu hiddet?". Kızsam kızamıyorum, sussam susamıyorum. "Ben griyim Miki" diyorum...

Dar Es Salaam'a dönünce racondandır, bara gittim. Bir kadın şarkı söylüyor. Sesi Rihanna'ya da Whitney Houston'a da basar...Belli ki anavatan güzel seslerle dolu. Barda herkes bana bakıyor. Irkçılık benim için artık çok uzak. Değişik milletten insanlarla beraber çalışıp ortaya ürün çıkarınca bir bağlılık oluşuyor. 2 senede insan ailesine bağlandım. Kimler arkamı kolladı, kimlerin arkasını kolladım, sayısı belli değil. O kadar çok milletten insan tanıdım ki. Ama biliyorum insanların bana neden baktığını, çünkü aynı renkte değiliz. Acaba beni beyaz mı görüyorlar, yoksa gri olduğumu farkediyorlar mı?

Biramı içip kalkıyorum...Sıtma ilacı niyetine. Şimdi gideyim de "Lincoln" filmi seyredeyim. Biraz da ağlarım belki Holywood iyi iş çıkartmışsa.