3-Nisan-2020
ADAMIN DİYOR
Ne olduğunu bilemediğimiz bir şeyin içerisinden geçmekteyiz. Ne kadar süreceği konusunda bile fikrimiz yok. Ne zaman bitecek, bitince ne olacak bunları zaten bilemiyoruz. Ancak büyük olasılıkla tarihte yeri olan haftalar yaşıyoruz. Birisi 40 yıl sonra bu günlere baktığında ne görecek merak ediyorum. Görmezden gelinmez herhalde ama emin de olamıyorum. Çok şeyi de unutuyor türümüz sonuçta.
Henüz büyük resimciler bile düzgün bir şey yazamadı. Şimdiye kadar çok değişik yerlerde komplo teorileri gördük. Başlarda labaratuarda üretilen virüs teorilerini de duyar gibi olduk ama iş ülke gözetmeden yayılınca komplolar daha yazıldığı hafta çökmeye başladı. ABD, Çin’i vurmak için yaptı yazan adam şu an ABD’yi açıklayamıyor. İsrail, Rusya, Avrupa, İngiltere desen hepsine yayıldı. Dünyayı yöneten 3-5-7 aile desek oradan da tam ekmek çıkmadı. Kim yaptı lan bunu?
Bana göre bu virüs işi, komplocular uygun bir hikaye yazamazsa, görünmez elci Adam Smith’in başına kalacak gibi duruyor. Ancak bence hikaye başka, kendi büyük resmimi anlatayım;
1973 senesinde bir petrol krizi patlak verdi. Arap petrol üreticileri, Israil’e destek veren ülkeleri cezalandırmak için üretim düşürüp fiyat artışına gittiler. Bu hadise dünyanın her yerinde hissedilmekle birlikte, ABD ve İngiltere’de de ekonomileri sarstı. Bir tarafta enerji sorunu, bir tarafta işçi sendikalarının talepleri derken Demir Leydi Thatcher, İngiltere’de sahneye çıktı, 1975’de Muhafazakar Parti lideri oldu. Kendisi bu sıralarda ‘’wellfare state’’ (sosyal devlet) olayına kafayı takmaya başladı. Yani hükümetlerin vergilerini işsizlik ödemesi, sağlık gibi konulara harcamaması gerektiğini düşünüyordu. Esas olan mümkünse az vergi almak, hür teşebbüsün önünü açmak ve devleti küçültmekti. 1979 yılına gidilirken İngiliz ekonomisi kötü durumdaydı, işsizlik ve grevler artmıştı. Bu ortamda Thatcher, 1979 yılında neoliberal politikalarıyla İngiltere’nin ilk kadın başbakanı oldu. İlk seneler ekonomide kötü gidiş sürse de ardından toparlanma başladı. Devlet sosyalizmi her fenalığın anası olarak görüldü. Sendikalara demokrasinin ve ekonominin altını oydukları gerekçesiyle savaş açıldı, adeta iç düşman olarak nitelendirildiler. Paralelinde özelleştirmelere hız verildi.
Tabi suyun öteki yanı da durur mu, orada da muhafazakar devrim 1981’de Reagon’ı iktidara taşıdı. Bundan sonra, Laissez-faire (Bırakınız yapsınlar) hızla dünyaya yayılmaya başladı. Birey ve özgürlüklerinin önemi vurgusu artarken, serbest piyasaların kendisini regüle eden sistemler olduğu fikri yaygınlaştı.
Diğer kulvarda sosyalizm, 1991’de tamamen çökünce, ona ait bütün kavramlar da tümüyle gereksiz varsayıldı. Kimse uygulamaların derinliğine bakmaya gerek görmedi. Bu oyunda gri alan yoktu. Ya hepsi doğruydu, ya tümüyle yanlış. Eşitlik, adalet, sosyal haklar gibi kavramlar toptan değersizleşti. Devletin düzenleyiciliği de buralarda bir yerlerde kayboldu gitti. Sosyalist devletçilik çalışmadı diye, insanlar her şeyi görünmez bir ele bırakıp çekildi. Neredeyse hangi ülkeye baksak hükümetlerin müdehalesini azaltmak, sosyal harcamaları kısmak, girişimcilere daha fazla serbestlik tanımak, sendikaların gücünü azaltmak yönetimlerin ana düsturları haline geldi.
İşte bana sorarsanız bizim bu virüs başımıza geleceği 1978-79 gibi belli olmuş ama tabi nereden bileceksin. İhale çoğu yerde Adam Smith’e kalıyor 1776 yılında ‘’görünmez el’’ diye bir şey demiş diye. Onun da yanında binlerce şey anlatmış ama herkes işine gelen bu kısmı almış, yürümüş. Görünmez elciler, devletin ücretleri düzenleme rolü, banka ve patent kontrolü, faiz oranlarının ayarlanması, hastalık kontrolü, eğitim standartlarının belirlenmesi ve kamu yararı olan işleri sürdürmesi gibi konulara da değinilmesine rağmen, bu kısımlardan nedense hiç bahsetmemişler bize.
Yıl olmuş 2020, Neoliberalizm herkese tatlı gelmiş, dünyaya yayılmış. Yani bunca teknoloji, iletişim, yol, beton, ucuz üretim güzel gelmiş herkese. Borç-harç büyümüş her şey. Mesela, uyduruktan bir kol saati çıkmış, kimse dememiş ki ‘’ya gardaş bu satin hayatımıza katkısı gerçekten nedir?’’ Herkes koşmuş o saatlerden almış. O saatler Çin’de, gözlerden ırak üretilmiş. Üzümü yenmiş, bağı sorulmamış...Ne katlettiğimiz doğayı görmüşüz, ne de bizim yüzümüzden çalışan çocuk işçileri. İşin garip tarafı, bizim de bakılacak hastanemiz, bedava okuyacak okulumuz kalmamış bu tarafta. Nerde lan bu paralar, kim aldı paraları? İşte yine Adam Smith uyarıyor, kapitaliste karşı ayık olacaksın*. Adam açık ve net demiş ki kapitalistin çıkarıyla toplumunki asla örtüşmez, öyle görünmez el bu işi düzenler diye beklersen seni çarparlar.
Paket böyle kardeşim, saatini alıyorsan virüsünü de alacaksın, karbonunu da soluyacaksın. Şu an çocuk işçiyi umursamıyorsan, kendi geleceğinin de kuyusunu kazacaksın. Her işi hür teşebbüs iyi bilir diyorsan, hastanesiz-okulsuz kalacaksın. Yok öyle neoliberalizmin iyi yönlerini alalım, ahlaksızlığını almayalım. Siparişi verince, tüm paket geliyor kapına. Bu sefer virus çıktı bahtına.
*‘’The proposal of any new law or regulation of commerce which comes from capitalists ought always to be listened to with a great precaution, and ought never to be adapted, till after having been long and carefully examined, not only with the most scrupulous, but with the most suspicious attention. It comes from an order of men, whose interest is never exactly the same with that of the public, who have generally an interest to deceive and even to oppress the public, and who accordingly have, upon many occasions, both deceived and appressed it”A.Smith, Wealth of Nations 1776
No comments:
Post a Comment