Çizim:Umut Sarıkaya
AMİN
Hala bu işin nereye gittiğiyle ilgili net bir fikir geliştirebilmiş değilim. Beş, on, yirmi sene sonra bu satırları okumak isterdim.
Kafası karışık olan sadece bizler de değiliz anlaşılan. Virüs o kadar yeni ve o kadar hızlı yayıldı ki; konunun uzmanları bile ancak data toplayıp analiz edebiliyorlar. Dünyanın dört bir tarafında aşı, ilaç, tedavi çalışmaları sürüyor. Öte yandan, daha uzmanlar yaz mevsiminde yayılmanın azalıp azalmayacağı, önümüzdeki yılın grip sezonunda ne olacağı, aşı bulunursa aşılamanın ne sürede tamamlanacağı, virüsün seneye mutasyon geçirme olasılığı, ilaçların yan etkileri gibi bir çok konuda henüz her soruya yanıt veremiyorlar. Oysa biz iman edenler her gün bir yanıt umuduyla internete giriyoruz ve her tedavi-aşı haberine umutla tıklıyoruz. Haydi be bilim insanı, ver artık şu haberi. Koskoca üç ay oldu, daha ne bekliyosun? Oysa sana güvenmiştik, inanmıştık.
Burada din felsefesi yapacak değilim. Beni dertlendiren bilime ve teknolojiye aşırı bel bağlamış olan kişi. Bir kitle var ki bilim-teknolojinin olanaklarının sınırsız olduğuna ikna olmuş. Su kaynakları tükenecek dendiğinde deniz suyundan ucuza üretilir diyor, iklim değişikliği bazı bölgelerde yaşamı zorlaştırır dendiğinde Mars’a taşınılır diyor, nüfus deyince hap gıda diyor. Bir şekilde, zor zamanlarda dışsal bir çözümün gelip bizi kurtaracağına dair inançları oluşmuş. Bu aynı tip, bugün-yarın aşının bulunacağına da çok emin. Aşı olmazsa en kötü ilaç gelir bu hafta diyor.
Süreç herkesi gerçekle yüzleşmeye itecektir. İnsanlığın limitlerinin ortaya çıkması faydalıdır. Hatta daha kritik olarak, belki de teknoloji ve inovasyon saplantısı yüzünden bilimin limitlenmiş olma ihtimali tartışılabilir. Hepimizin çocukluğumuzda hayal ettiği hayatını bir konuya vakfetmiş, beyaz önlüklü, idealist laboratuvar insanı vardı. Uyanalım, o insan artık Ar-Ge personeli olmuş (yol artı ssk), müdüründen araştırma ödeneği alabilmek için sunum yapıyor.
Bu durumları konuşacağımıza, şimdiden ‘’yeni normal’’ diye bir kullanım pompalamaya başladı iş dünyasının terminoloji ve motto uydurukçuları. Dört aya kalmaz ‘’yeni normal koçluğu’’ satın almak zorunda kalabiliriz. Evde verimlilik, karantinadan güçlenerek çıkmak, ezik girdiğiniz evden lider çıkın, hımbıl yattığım mattan nasıl yogi kalktım okumaları dolaşmaya başladı zaten. Daha nereden geldiğini, nereye gittiğini anlayamadığımız bu virüsle ve sonuçlarıyla ilgili yeni tüketim terminolojisini oluşturmaya giriştiler. Bir durun kardeşim, az soluklanın.
Higgs parçacığını duymuşsunuzdur. Parçacığı keşfeden ve adını veren Peter Higgs bir akademisyen ve bilim insanı. Bugünkü akademik sistemde yeterince üretken sayılmayacağı için asla teoriyi ve parçacığı bulamayacağını söylüyor. Hatta 1980 civarında üniversitesindeki performans değerlendirmelerinde karnesi kötü olduğu için atılma riskiyle karşılaşmasına rağmen, Nobel alır dedikoduları sayesinde işinde kalabildiğini belirtiyor. Nobel'i 2013'e kadar alamamasına rağmen, bu dedikodu sayesinde işinde kalıyor. Düşün ki Tanrı Parçacığı’nı bulacaksın, müdür devamlı kapıda hadi kardeşim bulacaksan bul artık diyor. Hepimiz gibi, akademisyenler ve bilim insanları da süt vermek zorunda olan ineklere dönüşmüş durumdalar.
Bu ortamda, temelde sorunu üreten paradigmanın bizzat kendisinden, aynı zamanda çareyi de üretmesini beklemek durumundayız. O yüzden hep beraber; ucuz üretim için kıtaları aşan, virüsü uçaklarla kıtadan kıtaya taşıyan, evlerimizde dizimizi-filmimizi eksik bırakmayan... bize bir aşı nasibeyle. Amin.
No comments:
Post a Comment