Nuri’yi
hatırlarsınız belki; bizim siteden komşumuzun oğlu. Kendisiyle karlı bir kış günü tanışmamızın ardından, çeşitli vesilelerle sohbet etme imkanımız oldu.
Zamane çocukları yalnız, esasen şehir insanları olarak hepimiz yalnızız. Gel
zaman git zaman bir kaç kez bana yemek getirdi, site bahçesinde lafladık.
Babası Nurettin Bey herhalde çok darlandığında ‘’komşu abiye git, bakalım ne
yapıyor?’ diye salıyor olmalıydı üzerime. Zamanım oldukça, bana da çok kötü
gelmedi Nuri’yle diyaloğumuzun gelişmesi. Yeni jeneasyonun nereye gittiğiyle
ilgili epey şey öğrendim kendisinden.
Bir gün çıkageldi,
elinde bir davetiye; ‘’Kardeşim Nursu’nun birinci yaş partisi var, seni de
görmekten mutluluk duyarız’’ deyip verdi. Parti mevzusunda kimin davetlisi
olduğunuz mühimdir, beni Nuri çağırdığı için biraz tereddüt ettim:
‘’Annenin ve
babanın haberi var mı?’’
‘’Var abi, olmaz
mı? Özel arkadaşlarımı davet etmekte özgürüm’’
Şimdi de Nuri’nin
arkadaşı olmak şerefine nail olmuştum, bu ufaklık fena halde sinirlerimi bozsa
da ben de yalnızdım sanırım. Hemen atlamayayım diye ‘’ Tamam, bakalım Nuri,
müsait olursam gelirim’’ dedim. ‘’Mutlaka bekliyorum abi, sensiz bir kişi
eksiğiz’’ dedi. Valla bravo, bu yaşta bir çocuğa göre oldukça cüretkar cümleler
kurması bu çocukta hep dikkatimi çekmişti zaten. Vedalaşıp hayatıma döndüm.
Doğumgünü, birinci
yaş. Ne hediye alınır? Stresli bir konu, mevzu dışından birisi için. Neyse
alırım bir ara diye erteledim hediye mevzusunu. Nasılsa daha bir hafta vardı bu
uyduruk partiye.
Derken iş-güç bir
hafta geçivermiş. Zil sesiyle uyandığımı saklamama gerek yok çünkü Cuma gecemi
arkadaşlarlarla biraz diye başlayıp, az daha verle ilerleyen, bir şeyler
içmekle geçirmiştim. Kapıyı açıp Nuri’yi saçma sapan bir takım elbise içinde
görünceye kadar, kardeşi Nursu’nun birinci yaş doğumgünü partisini tamamen
unuttuğumu idrak edememiştim bile. ‘’Hala uyuyor musun abi, hadi parti başladı.
Seni bekliyorum. Senden başka arkadaşım gelmeyecek’’. O an Nuri’ye acıdığımdan
değil de daha çok karnım çılgınca zil çaldığından, partiye gitmek mantıklı
geldi. ‘’Tamam, duş alıp geliyorum’’ dedim.
Yirmi dakika sonra
dördüncü kat komşumuzun kapısının önündeydim. Nuri’nin zırlamasından partiye az
kişi geldiğini düşünmüştüm ama içeriden hiç ses gelmiyordu. Zile bastım, cevap
veren olmadı. Daire yanlış desem, olamazdı çünkü kapıda, kapı boyutunun
çeyreğini kaplayacak boyutta Nurettin & Nuriye yazıyordu (Nuriye &
Nurettin değil). Cebimden davetiyeyi çıkarıp tekrar baktığımda evimizin
karşısındaki başka bir dükkanın adresi yazdığını görüp oraya yöneldim. Parti
meğer evde değilmiş. Neyse ki mekana varmak çok vaktimi almadı. Mekanı tasvir
etmek isterdim ama mekan o kadar minimalistti ki, içeride anlatmaya değecek
neredeyse hiç bir eşya yoktu. O kadar ki bir İskandinav gelse, o bile bu
yokluğa şapka çıkarırdı. Masa, sandalye, başka masalar ve biraz da başka
sandalyeler. Tabi ki balonlar, ‘Nursu’nun birinci yaşı kutlu olsun’’ pankartları
ve flamaları ve hatta bayrakları.
Kapıda Nuriye
Hanım ve Nurettin Bey’le selamlaşıp, Nursu’nun partisine adım attım. İçeriye
girince kesif bir omega, mama, follik asit kokusu burnuma vurdu. Belli ki sert bir
parti olacaktı. Çeşitli yaş gruplarından çocuklar, hızlıca tespit edebildiğim
2-3 gruba ayrılmışlardı. En zor gözlemlenebilen grup, tahminen döert-beş yaş
civarı, gözün algılayabileceği hızın üzerinde hareket eden ve annelerinin
etrafında eliptik hareketler yapan atom grubuydu. Halen daha gövdelerine oranla
büyük olan kafaları, vücudumun hassas yerlerine büyük bir hızla çarpacaklar
diye oldukça tedirgin olmuştum. Bunlardan biraz daha büyük başka bir grup,
ellerinde telefonlarla rehabilite edilmişlerdi. Onların olayla pek ilgisi
yoktu. Burada veya başka bir yerde olmalarının idrakında gibi görünmüyorlardı. Bir
de dimdik kafalarıyla, kocaman gözleriyle etrafa bakan bir-iki yaş grupları
vardı. Bunlar da aşağı yukarı benim jenerasyonumun üç-dört yaş fiziğinde ama
konuşuşamayan versiyonlarımız gibiydi. Ben ilkokula başladığımda sınıfımızda bu
kadar çocuklar vardı bizim. Sonra yerli malı haftalarında yapılan yüklemelerle
geliştirildiler.
Neyse, şöyle
kenardan kimseye çarpmadan, yemeklere doğru uzadım. Sıraya geçip asıl amacıma
yöneldim. Sonuçta alt tarafı bir şeyler atıştırıp kaçacak, Nuri’nin de gönlünü
almış olacaktım. Bir taşla iki kuş hesapçılığı. Sırada beklerken bizim Nuri
hemen arkamda peydah oldu ‘’Abi börek baya iyi’’. Nuri’nin tavsiyeleri
doğrultusunda tabağımı tamamladım. Masaya geçip oturduk Nuri’yle. Nuri beni
durmadan etraftakilere taktim etmeyi sürdürdü. Sınırsız bir tanışma faslı
başladı: ‘’Merhaba, Efecan’ın babasıyım, yaşıtlarından ileri. Bakın şurada
koşan haylaz’’. Adamın gösterdiği yöne bakınca hareket eden bir karaltı gördüm
sadece, çocuk Cern’deki parçacık hızıyla koşuyordu adeta. Sonra başka biri: ‘’Merhaba,
Buse’nin ailesiyiz, yaşıtlarından ileri, …..’’, ‘’Merhaba, Sadık Han’ın
anne-babasıyız, yaşıtlarından ileri…’’. İyi de herkesin yaşıtlarından ileri
olduğu bir ortamda, kimse ileri değildir sonuçta ama neyse ben kekime, pastama
bakarım. Einstein’lığın lüzümu yok şu ortamda. Sessizce üçüncü dilim pastamı
büyük bir iştahla gömüyordum ki Efecan’ın doktor ebeveynleri şekerin zararları
üzerine beni hedef alan konuşmalar yapmaya başladılar. Sonra Buse’nin annesi de
konuya girerek, kilo alıp vermenin kırışıklık yaptığı mevzusuna deyindi. Yalnız
sayın bayan bunu söylerken, kızgın mı, üzgün mü, mesut mu anlamak imkansızdı.
Dolgudan veya botokstandı ama hangisi bilmiyorum. O ara kafamı kaldırıp baktığımda
çocuklarının büyümesine duydukları arzuya tezat, bu ebeveynlerinin hiç büyümek
istemediklerini ve hatta yaşlanmaktan baya korktuklarını farkettim. Çatalımdaki
çikolatayı yüzlerine bakarak yaladım. Tam edebiyle bir iki laf sokmaya
hazırlanırken, Nurettin Bey büyük bir gururla çay bardağına, çay kaşığıyla
vurarak konuşmak için izin istedi. Yutkunup sustum. Atom çocuklar dahil herkes susmuştu
çünkü. Sadece sakinleştirici verilmiş, telefon grubu kafasını kaldıramadı. ‘’Pek
değerli konuklar, kızımız Nursu’nun birinci yaş doğumgününe gelmekle bizleri ne
kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz. Aramıza katılışının birinci yılında
sizleri de aramızda görmekten keyif aldık. Pasta seromonisi ardından hediye
seremonisine geçeceğiz, herkese afiyet olsun’’. Hediye mi? Unuttum ben onu ya. Seromoniden
seromoniye geçilen şu Vatikan ambiansında, rezil bir şekilde, adeta
yaşıtlarından geri bir bebe gibi kalakalacaktım. Ben bu düşüncelerle pastamı
kaşıklarken, Nurettin Bey geldi:
-Komşu, ne iyi
ettin de geldin ya. Nuri’nin senin gibi kaliteli arkadaşlar edinmesi bizi çok
gururlandırıyor. Sonuçta yaşıtlarıyla anlaşamıyor, kendi grubundan epey ileride
-Nuri on yaşından
hallice desek, bana da otuz desek, yirmi yıl mı ileri bu çocuk Nurettin Bey?
-Aşağı yukarı o
kadar var
Baktım Nuri de
sırıtıyor hakikaten yirmi yıl ileri olduğuna inanır bir ifadeyle. O an hediye
almayı unutmamın çok iyi olduğunun idrakına varışımın birinci saniye
seremonisine giriş yaptım duygusal dünyamda ve hatta bu partide bir takım
rezillikler çıkarmak istediğime kanaat getirdim. Ama ne yapabilirdim ki?
Hediye seremonisi
başladı. Herkes gidip Nurettin Bey ve Nuriye Hanım’ın nezaretinde, Nursu’yu
tebrik ediyor, Nursu’nun hayatındaki yeri kitleye tarif ediliyor, ardından
hediyesini taktim ediyor ve konuşmasını yapıyordu.
Sıra bana
geldiğinde, tabi ki Nurettin-Nuriye çiftinin oğulları Nuri’nin arkadaşı olarak
taktim edildim. Bu rezilliğe zaten mental olarak hazır olduğum için yıkılmadım.
Kitleye şöyle seslendim:
‘’Pek sevgili
Nursu sevenleri, Nursu’ya herhangi bir hediye almadım. Bunun için özür dilenmeli
mi çok da emin olamıyorum. Burada geçirdiğim bir saat içerisinde düşündüm ki
biz aslında bir bebeğin bir sene hayatta kalabilmiş olmasını kutluyoruz. Görüyorum
ki bir çoğunuz bu konuda dürüst değilsiniz. Bir yıl daha hayatta kalmış olmak
sebebiyle, yani yaşlanmayla hiç barışık olmadığınız halde çocuklardan bu
olgunluğu bekliyorsunuz; onları bir, iki, beş, hatta yirmi yıl daha ileride
görmekte bir beis görmezken, kendiniz bir sene daha hayatta kalışınızı kutlamak
fikrinden epey uzaksınız. Ağız tadıyla pasta bile yedirtmediniz. Haydi bakalım,
hepimiz yaşlanıyoruz, tebrikler Nursu, bir seneyi atlattın. Nasip olursa seneye
yine buradayız’’
Konuşmam
bittiğinde çocuklarının kulağını kapayan anneler gördüm. Bazı çiftler birbirlerine
kalkalım kaş-gözü yaptı. Partinin tüm tadı, tam istediğim şekilde kaçtı. Gerçekliğin
ağır tokadıyla. Bir tek Nuri beni alkışladı. Bu bebe benden hiç vazgeçmeyecek
anlaşılan. Yerime değil de kapıya doğru yürüyüp, doğum gününden çıktım.
Çıkarken, Nurettin Bey, sıradaki konuşmacıyı sahneye alıyordu. The show must go
on.
Manifestomu vermiş,
herkesin kınayan bakışları altında üç dilim pastamı yemiş ve böylelikle hunharca
yaşlanmak yoluyla gençlere yer açma misyonumu layıkıyla yerine getirmiştim. Her
yaş, o yılın tüm zorluklarını atlatmış olma başarısı bilinciyle kutlanmalıydı
sonuçta. Hayatta kalmaya bu kadar uğraşıyorsak, bunu başarıp yaşlandığımıza
bunca üzülmek neden...Nasılsa zaman akacaksa, yaşıtlardan ileri olma acelesi
neden? Daha bir de zamanın lineerliğinin kesinliği konusu var ama onu da artık davet
edilirsem Nursu’nun ikinci yaş günü seramonilerinde ele alacağım.