Thursday, January 24, 2013

Çöl Günlükleri-2



GÜN 4 (OCAK 24)
Sabah duş aldım, giyindim. Kapının önüne çıkmıştım ki benim botun teki yok. Etrafta köpekler görmüştüm. Ya onlardır ya da şakacı birisi. Kim botun tekini alır ki? Biraz yürüdüm etrafta. Baktım benim botun yanında bayılmış çomar. Botun dışı benzin, tiner kokuyor. İçinin ne koktuğunu kelimelere dökmek zor. Garip hayvan ağır botu 5 metre sürükleyip yere yığılmış, kafayı bulmuş. Arabaya binip 40 km uzaklıktaki kuyubaşına gidiyoruz.
Uğraşlar, didinmeler derken bizim alet kuyuda bir noktadan geçemiyor. Ölçümü yapamadan çıkıyoruz kuyudan. Yarın tekrar deneyeceğiz ve müşterinin sabrı tükenmek üzere...Suç bizim değil ama müşteri her zaman haklı. Bu arada toparlanırken kuyubaşında yatıp kalkan tır şöförümüz bize yemekler yapıyor. Adam tam bir çöl adamına dönüşmüş. Elleri öylesine kurumuş ki nemsizlikten kuş ayağı gibi derisi, pul pul. Yemeğe döktüğü yağ eline değer değmez emiliyor adeta. Yaşar’ın bi şarkısında: “bana o mektubu, o ellerle mi yazdın?” gibisinden bir söz vardı, amcanın ellerini görünce: “Bana o yemeği, o ellerle mi yaptın?” diye mırıldanmaktan alamadım...
Toparlan ve kampa dön. Tam kampa gelmiştik, yemek ve artık alıştığım duşun hayalini kuruyordum ki bir telefon, aynen 40 km geri sahaya. Sadece 20 dakikalık bir iş için bize 40km gidiş 40km geliş yol yaptırdı. Sonra döndük ve akşam yemeği. Yarın tekrar deneyeceğiz aynı kuyuyu.
Libya’ya geliş mekansal değişimin yanında zamansal bir değişim de adeta. Sanki hiç yaşamadım ama 60-70li yılların böyle olabileceği algısı vardı kafamda. Babamın ilk doğu görevi anılarında gibi hissediyorum kendimi. Daha önce hiçbir yerde tek yabancı olmamıştım. Şimdi bu çölde tek yabancı benim adeta. Bu arada insana bu zamanda yaşadığını tek hatırlatan telefonlar ve arabalar. Türkiye’den fazla lüks araba ve telefon gördüğüm tek ülke Libya şimdilik. Sanılmasın ki Batı ve Kuzey Avrupa’da telefon ve araba çılgınlığı böyle...
İşçilerden bir tanesinin acayip iyi seviyede ve Amerikan aksanlı İngilizcesi var. Adam Amerika’da yaşamış sanıyordum ama Almanya’dan kalma bireysel soru sormama hastalığına tutulduğum için soramıyordum. Bugün baya muhabbet ettik. 10 yıl önce kendisi öğrenmiş İngilizceyi, müzisyenmiş. Piyano ve davul çalıyormuş. Şarkı sözlerini dinlerken kapmış aksanı. Bu adamla ufaktan diyalog arttırma planım var. Onunla çok muhabbet ediyoruz. Adam yol boyunca hem savaş hikayelerini hem de bi ara çalışmak için gittiği Sudan anılarından bahsetti. Savaşta NATO’nun değişik silahlar denediğini falan anlattı. Hatta hava bombardımanı başlamadan arabalar için turuncu renkli bir bayrak vermişler arabaların tavanına bağlamaları için. Bu aparatın içindeki bir verici sayesinde NATO hava kuvvetleri muhalifleri ayırt etmiş ve bu örtüden olmayan komvoyları bombalamış. Yol üzerinde 2 yerde durup bombalanan komvoyları gösterdiler. Şu an çok bulunduğum saha Kaddafi’nin doğduğu şehre yakın. Savaşı kaybettiklerini anladıklarında buradaki üretim tesislerini tahrip etmeye giden komvoylara NATO yoğun bomba yağdırmış. Anlatılanlara göre her şeyi eriten bombalardan, temas ettiğinde alev alan sıvılara kadar her şey denenmiş. Bir de çölden hala ceset çıkma hikayesi var ki sormayın. Tabi ki idam edilenler ve bugün kayıp olanlar ya denize ya çöle...Toprakta bazen gömülü eldiven falan görüyorum eşelemeye tırsıyorum.
Bir de aynı adamın Sudan’da bizim kampla ilgili hikayeleri var. “Buradan daha kötüsü olabilir mi?” diye düşündüğüm anlaşılmış olacak ki adam orayı anlattı. Konteynırların altında uyuyan zehirli yılanlardan, mühendislerden para isteyen yerlilere kadar bi sürü kopuk hikaye. Sonunda da ekledi: “merak etme bu kamp Libya’da görebileceğin en kötü kamp. En beterinden başlaman iyi oldu”. Hala umut var...
Neyse, tam akşam yemeğindne sonra rahatlamaya hazırdım ki müdürüm aradı. Müdürler aradı mı hep başınıza bir şey gelir. Daha hiç “nasılsın, iyi misin?” diye arayan müdür görmedim. Bi kaç sertifikaya sahip olup olmadığımı sordu. Cevap verdim. Geri arayacağını söyleyip kapattı. Sevindim. Çünkü sorduğu sertifikalardan bir tanesi offshore survival’dı. Libya offshore’da Total ve ENI var. Buyuk şirketlerin platformları yaşanabilir oluyor. Buradan iyi olacağı kesin. Zaten orası da hapishane burası da. En azından sıcak su, yemek, duş iyi olur. Toz-toprak yok falan.
Bu blogu bazen İngilizce yaz diyorlar. Ama burası üst düzey dedikodu yaptığım bir platform. Böyle bir dilimiz olduğu için çok şanslıyız. Google’a çevirttiklerinde saçmalaması da harika. Yoksa ben sizlerle bunca şeyi açıkça paylaşamazdım. Misal bunca verdim veriştirdim Libya’ya. Bugün Salah isimli bir işçi Libya’yı nasıl bulduğumu  sordu. Kötü diyemediğim için iyilerden ne desem diye düşündüm. Fazla da düşünemedim diyalog içinde, “insanı cana yakın, misafirperver” dedim. Aslında yalan da değil, Avrupa’nın üzerine ilaç gibi. Ama bu soru ve cevap bizim Avrupalilarla yaşadığımız bir diyalogdan kesit gibi değil mi? Demek ki o Avrupalı da daha sonra blogunda bizden böyle bahsediyor olabilir mi? Yani benim gibi bir Avrupalı mühendis Türk kırsalına gitse ki gidenini biliyorum ve o ortamı Avrupa kırsalıyla karşılaştırsa, o da “çok canayakınsınız” der geçer heralde. Gerçi durumumuz ne çok iyi bilmiyorum. Bu kadar kötü değildi sanki ben güneydoğuya gittiğimde ama bağımsız bir gözlem yapamıyor olabilirim. Bu kadar kötü olmayalım lütfen...
Derken telefon çaldı, müdür: “ Mozambik’e gidiyorsun”...Cevap veremedim. Mozambik nerede bilmiyorum ki...Afrika’da tamam ama Afrika koca kıta. Vizeyi sordum, hastalıkları sordum. O da tam bilmiyor. Yarın beni çölden alacaklar. Sonra 2 gece Trablus’da kalacağım, sonra da ver elini Mozambik. İlk kez Güney yarımküreye geçeceğim için bir heyecan sardı. İtiraf edeyim bu başıma gelenler meslektaşlarımın bile başına az gelecek şeyler. Bizim sektör çok gezer ama Avrupa’nın en kuzeyinden Afrika’nın en güneyine böylesi bir yolculuk pek yoktur. Sırf bunun için görevi alacağım sanırım. 3 haftayla sınırlı tutacaklarına söz verdiler. Bir yaşlı büyüğüm zamanında “gezmeli bir görev olursa ilk sen talip ol” demişti. Artık talip olmasam da geliyor. Bi yerlere başka kültürleri tanımak hoşuma gidiyor falan yazmıştım ben. Galiba böyle bir görev olunca şirket içi aramada ilk benim adım çıkıyor. Doğuya ve Batıya hakimiyet Türkten başka kimsede yok tabi...Gerçi bi an “ama Libya’yı tam sevmeye başladım, alışıyorum” falan der gibi oldum, sonra ne diyorum yav deyip: “Yes, I am the one”ı yapıştırdım...
Sanırım görevi alıyorum. Blogu da canlı tutacaktır. Herkesi opuyorum.
P.S: Bir ara görseller de eklenecek ama upload hızım çok yavaş.

No comments: