GÜN 4 (OCAK 24)
Sabah duş
aldım, giyindim. Kapının önüne çıkmıştım ki benim botun teki yok. Etrafta
köpekler görmüştüm. Ya onlardır ya da şakacı birisi. Kim botun tekini alır ki?
Biraz yürüdüm etrafta. Baktım benim botun yanında bayılmış çomar. Botun dışı
benzin, tiner kokuyor. İçinin ne koktuğunu kelimelere dökmek zor. Garip hayvan
ağır botu 5 metre sürükleyip yere yığılmış, kafayı bulmuş. Arabaya binip 40 km
uzaklıktaki kuyubaşına gidiyoruz.
Uğraşlar,
didinmeler derken bizim alet kuyuda bir noktadan geçemiyor. Ölçümü yapamadan
çıkıyoruz kuyudan. Yarın tekrar deneyeceğiz ve müşterinin sabrı tükenmek
üzere...Suç bizim değil ama müşteri her zaman haklı. Bu arada toparlanırken
kuyubaşında yatıp kalkan tır şöförümüz bize yemekler yapıyor. Adam tam bir çöl
adamına dönüşmüş. Elleri öylesine kurumuş ki nemsizlikten kuş ayağı gibi derisi,
pul pul. Yemeğe döktüğü yağ eline değer değmez emiliyor adeta. Yaşar’ın bi
şarkısında: “bana o mektubu, o ellerle mi yazdın?” gibisinden bir söz vardı,
amcanın ellerini görünce: “Bana o yemeği, o ellerle mi yaptın?” diye
mırıldanmaktan alamadım...
Toparlan ve
kampa dön. Tam kampa gelmiştik, yemek ve artık alıştığım duşun hayalini
kuruyordum ki bir telefon, aynen 40 km geri sahaya. Sadece 20 dakikalık bir iş
için bize 40km gidiş 40km geliş yol yaptırdı. Sonra döndük ve akşam yemeği.
Yarın tekrar deneyeceğiz aynı kuyuyu.
Libya’ya geliş
mekansal değişimin yanında zamansal bir değişim de adeta. Sanki hiç yaşamadım
ama 60-70li yılların böyle olabileceği algısı vardı kafamda. Babamın ilk doğu
görevi anılarında gibi hissediyorum kendimi. Daha önce hiçbir yerde tek yabancı
olmamıştım. Şimdi bu çölde tek yabancı benim adeta. Bu arada insana bu zamanda
yaşadığını tek hatırlatan telefonlar ve arabalar. Türkiye’den fazla lüks araba
ve telefon gördüğüm tek ülke Libya şimdilik. Sanılmasın ki Batı ve Kuzey Avrupa’da
telefon ve araba çılgınlığı böyle...
İşçilerden bir
tanesinin acayip iyi seviyede ve Amerikan aksanlı İngilizcesi var. Adam Amerika’da
yaşamış sanıyordum ama Almanya’dan kalma bireysel soru sormama hastalığına
tutulduğum için soramıyordum. Bugün baya muhabbet ettik. 10 yıl önce kendisi öğrenmiş
İngilizceyi, müzisyenmiş. Piyano ve davul çalıyormuş. Şarkı sözlerini dinlerken
kapmış aksanı. Bu adamla ufaktan diyalog arttırma planım var. Onunla çok
muhabbet ediyoruz. Adam yol boyunca hem savaş hikayelerini hem de bi ara çalışmak
için gittiği Sudan anılarından bahsetti. Savaşta NATO’nun değişik silahlar
denediğini falan anlattı. Hatta hava bombardımanı başlamadan arabalar için
turuncu renkli bir bayrak vermişler arabaların tavanına bağlamaları için. Bu
aparatın içindeki bir verici sayesinde NATO hava kuvvetleri muhalifleri ayırt
etmiş ve bu örtüden olmayan komvoyları bombalamış. Yol üzerinde 2 yerde durup
bombalanan komvoyları gösterdiler. Şu an çok bulunduğum saha Kaddafi’nin
doğduğu şehre yakın. Savaşı kaybettiklerini anladıklarında buradaki üretim
tesislerini tahrip etmeye giden komvoylara NATO yoğun bomba yağdırmış.
Anlatılanlara göre her şeyi eriten bombalardan, temas ettiğinde alev alan
sıvılara kadar her şey denenmiş. Bir de çölden hala ceset çıkma hikayesi var ki
sormayın. Tabi ki idam edilenler ve bugün kayıp olanlar ya denize ya
çöle...Toprakta bazen gömülü eldiven falan görüyorum eşelemeye tırsıyorum.
Bir de aynı
adamın Sudan’da bizim kampla ilgili hikayeleri var. “Buradan daha kötüsü
olabilir mi?” diye düşündüğüm anlaşılmış olacak ki adam orayı anlattı.
Konteynırların altında uyuyan zehirli yılanlardan, mühendislerden para isteyen
yerlilere kadar bi sürü kopuk hikaye. Sonunda da ekledi: “merak etme bu kamp
Libya’da görebileceğin en kötü kamp. En beterinden başlaman iyi oldu”. Hala
umut var...
Neyse, tam
akşam yemeğindne sonra rahatlamaya hazırdım ki müdürüm aradı. Müdürler aradı mı
hep başınıza bir şey gelir. Daha hiç “nasılsın, iyi misin?” diye arayan müdür görmedim.
Bi kaç sertifikaya sahip olup olmadığımı sordu. Cevap verdim. Geri arayacağını
söyleyip kapattı. Sevindim. Çünkü sorduğu sertifikalardan bir tanesi offshore
survival’dı. Libya offshore’da Total ve ENI var. Buyuk şirketlerin platformları
yaşanabilir oluyor. Buradan iyi olacağı kesin. Zaten orası da hapishane burası
da. En azından sıcak su, yemek, duş iyi olur. Toz-toprak yok falan.
Bu blogu bazen
İngilizce yaz diyorlar. Ama burası üst düzey dedikodu yaptığım bir platform.
Böyle bir dilimiz olduğu için çok şanslıyız. Google’a çevirttiklerinde
saçmalaması da harika. Yoksa ben sizlerle bunca şeyi açıkça paylaşamazdım.
Misal bunca verdim veriştirdim Libya’ya. Bugün Salah isimli bir işçi Libya’yı
nasıl bulduğumu sordu. Kötü diyemediğim
için iyilerden ne desem diye düşündüm. Fazla da düşünemedim diyalog içinde, “insanı
cana yakın, misafirperver” dedim. Aslında yalan da değil, Avrupa’nın üzerine
ilaç gibi. Ama bu soru ve cevap bizim Avrupalilarla yaşadığımız bir diyalogdan
kesit gibi değil mi? Demek ki o Avrupalı da daha sonra blogunda bizden böyle
bahsediyor olabilir mi? Yani benim gibi bir Avrupalı mühendis Türk kırsalına
gitse ki gidenini biliyorum ve o ortamı Avrupa kırsalıyla karşılaştırsa, o da “çok
canayakınsınız” der geçer heralde. Gerçi durumumuz ne çok iyi bilmiyorum. Bu
kadar kötü değildi sanki ben güneydoğuya gittiğimde ama bağımsız bir gözlem
yapamıyor olabilirim. Bu kadar kötü olmayalım lütfen...
Derken telefon
çaldı, müdür: “ Mozambik’e gidiyorsun”...Cevap veremedim. Mozambik nerede
bilmiyorum ki...Afrika’da tamam ama Afrika koca kıta. Vizeyi sordum,
hastalıkları sordum. O da tam bilmiyor. Yarın beni çölden alacaklar. Sonra 2
gece Trablus’da kalacağım, sonra da ver elini Mozambik. İlk kez Güney
yarımküreye geçeceğim için bir heyecan sardı. İtiraf edeyim bu başıma gelenler
meslektaşlarımın bile başına az gelecek şeyler. Bizim sektör çok gezer ama
Avrupa’nın en kuzeyinden Afrika’nın en güneyine böylesi bir yolculuk pek
yoktur. Sırf bunun için görevi alacağım sanırım. 3 haftayla sınırlı
tutacaklarına söz verdiler. Bir yaşlı büyüğüm zamanında “gezmeli bir görev
olursa ilk sen talip ol” demişti. Artık talip olmasam da geliyor. Bi yerlere
başka kültürleri tanımak hoşuma gidiyor falan yazmıştım ben. Galiba böyle bir
görev olunca şirket içi aramada ilk benim adım çıkıyor. Doğuya ve Batıya
hakimiyet Türkten başka kimsede yok tabi...Gerçi bi an “ama Libya’yı tam
sevmeye başladım, alışıyorum” falan der gibi oldum, sonra ne diyorum yav deyip:
“Yes, I am the one”ı yapıştırdım...
Sanırım görevi
alıyorum. Blogu da canlı tutacaktır. Herkesi opuyorum.
P.S: Bir ara
görseller de eklenecek ama upload hızım çok yavaş.
No comments:
Post a Comment