Thursday, January 10, 2013

LİBYA-İLK İZLENİMLER



Almanya’dan döndük pılımızı pırtımızı toparlayıp. Zaten blogu okuyanlar sezmiştır ki Avrupa’dan ufak ufak baymıştım. Bu demek değil ki Libya’ya koşarak geldim. Asıl hayalim Güney Amerika idi ama çölde yaşamak da bana bir şeyler katacaktır diye düşünmekteyim. İyimser olmak zorundayım ve adaptasyon şart. Güçlüler değil, adaptasyon yeteneği olanlar ayakta kalır zira. Hazırlıklarım tamam gibi. Hiç olmadığı kadar uzattığım bir sakalım var, en az bir Pargali kadar vardir. Bu gidişle Kanuni seviyesine de çıkarırım. Renkli kıyafetlerimi bıraktım düz ve renksiz kıyafetlerimi paketledim. Göz damlasından, bağırsak ilacına kadar ilaçlarımı depoladım. Teknolojik bir iş yapıp, dünyanın en pahalı kamyonunda oturmama  rağmen medeniyetten bu kadar uzak olmak ilginç. Bu da ders olsun, bilgisayarlar medeniyeti yanınıza getirmeye yetmiyor, medeniyet insanlar ve özellikle özgür insanlarla mümkün.

Çabalar biraz işe yaramış gibi olacak ki THY hostesi “Buralı mısın? En iyi Türkçe konuşan yabancısın” dedi.  Alttan aldım: “Elhemdülillah, Pargalı’yım” dedim. İyi ki de alttan almışım. Benimle son medeni muhabbet eden hatun kendisi olacak gibi.
Derken indik Trablus’a. Havaalanında valiz almaya giderken o koridorların pisliği ve kaotikliğini görünce ne bok yediğimi anladım. Seviyorum macerayı, gezmeyi tozmayı ama içimden burada ne bok yediğimi ilk kez sorguladım ama üzgünüm son olmadı. İnsan uçaktan valize giderken kedi (hayvan) görür mü? Onu da geçtim, x-ray cihazlarının başında kimse yok. Derken şöförle buluştum ve iş yerine gittim. İş yerimiz güzel, denize sıfır ama ya insanlar bıkmış olan bitenden ya da öyle deniz kenarı kültürü oluşmamış. Sandviçimi orada yerim diye düşünüyordum ki güvenlikten sorumlu İngiliz bana binaları terketmeyi yasakladı. Sakal orda boşa gitmiş oldu. İşyeri, servis, misafirevi döngüsü içinde geçti 4 gün. Kağıt işlerimi yaptım. Her şey normaldi ama dün gece şehirde ağır çatışma çıktı. Pencerenin önünden eşyaları alıp yatağa geçtim. Ne yapayım arkadaşım? İnsan her şeye alışıyor. Bu sabah bir baktım ki tüfeği geçtim, milisler ve ordu birbirine karşı anti-uçak kullanmış. Nasıl anladım derseniz, sabah milislerin ele geçirmeye çalıştığı alandan kalktı uçağım. Olaylar gece bastırılınca açmışlar. İşin garip tarafı ben bu sabah doktora gidip “iş için patlayıcı kullanacak aklı ve ruhi yetilere sahiptir” belgesi aldım. Arkadaş, belge sorulan tek adam ben miyim ülkede? İronik. Doktor da bi şeyler çizittirdi kağıda. Doktor yazıları anlaşılmaz zaten ya bu Arapça yazmış.

Etraf yıkık binalar, hurda arabalarla dolu. Hele bir tane devasa gokdelen otel var, şu büyük markalardan bir tanesi. O bomboş, yıkık dökük hali resmen her sabah içimi burktu. İlk kez terkedilmiş devasa bir yapı gördüm sanırım. Hüzünlü bir etki bıraktı.
Aslında potansiyeli olan bir şehir. Şöyle deniz kenarında uzanıp gidiyor. Neresinden başlanır bilmiyorum ama Birleşik Arap Emirlikleri Şeyhi’ne 5 yıllığına devretseler, petrol geliri, eski rejimin el konulan paraları ve düşük nüfuslarıyla ve hatta açık konuşayım Afrika’dan gelecek ucuz iş gücüyle 10 numara yer olur. Ama kendilerinde o ışığı ilk bakışta göremedim.

Sadece öğle yemeklerini dışarıda yedim. Etraf biraz pis olduğu için yemekler de içime sinmedi ama baktım öbür expatlar da yiyor, ben de çöktüm. Almanı, İtalyanı yıkmayan beni de yıkmaz kafasıyla. Sonuçta farkında olmadan sarılığa bağışıklık kazanmış bir bünye bu. Doktora aşıya gittiğimde söyledi. ODTÜ etrafındaki 3. Sınıf pideciler, beni siz varettiniz. Ben bu pisliği kadınların hayata az karışmasına bağlıyorum. Erkekler anlamıyor bu temizlik işinden veya kendileri için temizlik yapmakta sıkıntı çekiyorlar. Kadınlar hayatta aktifse, şehirler, dükkanlar temiz oluyor adeta. Aslında Libya’lı kadınlar çok süslü. Hepsi makyaj uzmanı olmuş. Vücudun gerisine özen göstermeyince surat makyajında çok ilerlemişler ama sahalara inmeleri gerekiyor. Neyse bu gıdalardan yiyince mide asidi tavan yaptı tıpkı ODTÜ günleri gibi. O zaman da stresten falan demişti doktor. O da haklı, açıkça öğrenci gıdası yemekten dese insan üzülür. Avrupa’ya gidince kesilmişti. Burda yine başladı. Biraz leş malzemeden oluyor gibi. Yemek Avrupa’dan bariz daha iyi ama bi Türkiye değil.

Son olarak da trafiğe deyineyim: trafik yok. İnsanlara geniş tarlalarda arabayı hareket ettırmeyi öğretip salmışlar gibi. Fazla levha da yok. Ters yönden gideni de gördüm, revüjden U çakanı da. Trafiği görünce bir ülke daha ne kadar saçma olabilir diye düşündüm de Afrika (Zaten Afrika’dayım, hala inanamıyorum) geldi aklıma. Beterin beteri var. En azından burada arabalar lüks. Zaten sağda solda bu araba ve benzin fiyatlarını gördükçe Türkiye’de araba fikrinden iyice soğudum. Bir de toplu taşıma yok burada. Dolmuş vardır belki ama tren-metro-otobüs yok. Her birey bir araba demek. Ufacık şehirde İstanbul gibi trafik yaratmışlar.

Bütün bunların içinden çıkıp çöle gelmek ilaç oldu bana. Çok huzurlu şehre göre. Bana deniz kenarlarındaki memur kamplarını hatırlattı. Tek handikapı her sabah 06:30da toplantı olması. İlkokuldan beri o saatte beynimi çaliştırmadım. Burada ben ya kafayı yerim ya da uçarım giderim anlayacağınız. Tek kusuru bu değil aslında. Bazı şirketlerin araçlarını çalmışlar. Kalite arabaları kullanamıyoruz dikkat çekmesin diye. Böyle tatsızlıklar da var. Yapacak bir şey yok, dua edelim anayasa oluşsun ve ülke stabiliteye kavuşsun.

Gelişte de havaalanında uçağa acayip ilkel alındık. Türkiyedeki otobüs firmaları daha düzgün çalışıyor olabilir. Ne valizler x-rayden geçti ne de biz. Adamlar otobüsteki gibi bagaj fişi verdi elimize. Koltuk numarası yok. İçeride bulduğun yere oturuyorsun. Uçak iyiydi en azından. Artık şükür çekmenin zirvelerine oynuyorum farkındayım, sanırım kişiliğim bu yönde acayip evrildi. Bir başka iyi yanı da Avrupa yıllarından sonra Türkiye’den biraz soğumuştum bazı yönleriyle, şimdi ilk rotasyonda Atatürk havalimanında yeri yalayacak hale geldim.

Yarın Cuma. Hayırlı gün.  İşçiler şefim namaza diye çullanmasa bari. Biraz Bismillah-İnşallah-Elhemdülillah-Selamun Aleykum-Şükür modunu abarttım gibi yanlarında. Hatta dün yıllarca isteyip de yapamadığım yemeğe başlamadan önce sessizmişçesine çekilen ama herkese duyurulan Bismillah’dan da çekmeyi başardım. Hem bu dünyada hem diğerinde sınav olacak bu cumalar bana. Çoğu kişi birinden sorumlu sadece.

Bir savaş atlatmış topluma din iyi bir pansuman oluyor olabilir. Sonuçta bazıları savaşmış, esir düşmüş, işkence görmüş insanlar bunlar. Hem de çok değil 1 sene içerisinde. Şimdi gelip mühendislik, işçilik yapıyorlar. Bizim base’i de Kaddafi güçleri kullanmış terkedildikten sonra. Bu kadar iz kolay kapanmaz.

Bir uzmanla tanıştım. Dedesi benimki gibi askermiş ve buraya savaşmaya gelmiş, dedesi İzmirli. Sonra vurulunca hastaneye yatmış. Babannesi doktormuş, tanışıp evlenmişler. Burada yaşamışlar. Adam durmadan Türkçe müzik dinliyor, (Serdar-Hande-Demet) yıkılıyor buralar. Ben de baklava getirmiştim. Direk bitmiş yav. PR’ım iyi olacak gibi. Zaten hayat PR’ın ta kendisi değil mi a dostlar? Bu arkadaş geçen yılı savaşarak geçirmiş. Çok sıkılmış, gitmek istiyor. İnsanı kendi vatanından soğutanların hepsine lanet. Buradan da dünya küçüğe bağlayarak bitireyim. Belki dedelerimiz aynı birlikte bile olabilir. İzmir-Aydın yakın sonuçta. Bi de gökte roketatarlar patlarken gelen adam olduk, oradan da bi El-Turco çaktım.












Sağlıcakla kalın, uzun oldu...

1 comment:

aydozz said...

Guzel olmuş. Temennim bunu da en kısa sürede atlatman. Almanya/İtalya yazılarında daha iyi olacak gibi bu seri. Götü kollayasın kardeşim