Almanya’dan döndük pılımızı pırtımızı toparlayıp. Zaten
blogu okuyanlar sezmiştır ki Avrupa’dan ufak ufak baymıştım. Bu demek değil ki
Libya’ya koşarak geldim. Asıl hayalim Güney Amerika idi ama çölde yaşamak da
bana bir şeyler katacaktır diye düşünmekteyim. İyimser olmak zorundayım ve adaptasyon
şart. Güçlüler değil, adaptasyon yeteneği olanlar ayakta kalır zira.
Hazırlıklarım tamam gibi. Hiç olmadığı kadar uzattığım bir sakalım var, en az
bir Pargali kadar vardir. Bu gidişle Kanuni seviyesine de çıkarırım. Renkli
kıyafetlerimi bıraktım düz ve renksiz kıyafetlerimi paketledim. Göz damlasından,
bağırsak ilacına kadar ilaçlarımı depoladım. Teknolojik bir iş yapıp, dünyanın
en pahalı kamyonunda oturmama rağmen
medeniyetten bu kadar uzak olmak ilginç. Bu da ders olsun, bilgisayarlar
medeniyeti yanınıza getirmeye yetmiyor, medeniyet insanlar ve özellikle özgür
insanlarla mümkün.
Çabalar biraz işe yaramış gibi olacak ki THY hostesi “Buralı
mısın? En iyi Türkçe konuşan yabancısın” dedi. Alttan aldım: “Elhemdülillah, Pargalı’yım”
dedim. İyi ki de alttan almışım. Benimle son medeni muhabbet eden hatun kendisi
olacak gibi.
Derken indik Trablus’a. Havaalanında valiz almaya
giderken o koridorların pisliği ve kaotikliğini görünce ne bok yediğimi
anladım. Seviyorum macerayı, gezmeyi tozmayı ama içimden burada ne bok yediğimi
ilk kez sorguladım ama üzgünüm son olmadı. İnsan uçaktan valize giderken kedi
(hayvan) görür mü? Onu da geçtim, x-ray cihazlarının başında kimse yok. Derken
şöförle buluştum ve iş yerine gittim. İş yerimiz güzel, denize sıfır ama ya
insanlar bıkmış olan bitenden ya da öyle deniz kenarı kültürü oluşmamış.
Sandviçimi orada yerim diye düşünüyordum ki güvenlikten sorumlu İngiliz bana
binaları terketmeyi yasakladı. Sakal orda boşa gitmiş oldu. İşyeri, servis,
misafirevi döngüsü içinde geçti 4 gün. Kağıt işlerimi yaptım. Her şey normaldi
ama dün gece şehirde ağır çatışma çıktı. Pencerenin önünden eşyaları alıp
yatağa geçtim. Ne yapayım arkadaşım? İnsan her şeye alışıyor. Bu sabah bir
baktım ki tüfeği geçtim, milisler ve ordu birbirine karşı anti-uçak kullanmış.
Nasıl anladım derseniz, sabah milislerin ele geçirmeye çalıştığı alandan kalktı
uçağım. Olaylar gece bastırılınca açmışlar. İşin garip tarafı ben bu sabah
doktora gidip “iş için patlayıcı kullanacak aklı ve ruhi yetilere sahiptir”
belgesi aldım. Arkadaş, belge sorulan tek adam ben miyim ülkede? İronik. Doktor
da bi şeyler çizittirdi kağıda. Doktor yazıları anlaşılmaz zaten ya bu Arapça
yazmış.
Etraf yıkık binalar, hurda arabalarla dolu. Hele bir tane
devasa gokdelen otel var, şu büyük markalardan bir tanesi. O bomboş, yıkık
dökük hali resmen her sabah içimi burktu. İlk kez terkedilmiş devasa bir yapı
gördüm sanırım. Hüzünlü bir etki bıraktı.
Aslında potansiyeli olan bir şehir. Şöyle deniz kenarında
uzanıp gidiyor. Neresinden başlanır bilmiyorum ama Birleşik Arap Emirlikleri
Şeyhi’ne 5 yıllığına devretseler, petrol geliri, eski rejimin el konulan
paraları ve düşük nüfuslarıyla ve hatta açık konuşayım Afrika’dan gelecek ucuz
iş gücüyle 10 numara yer olur. Ama kendilerinde o ışığı ilk bakışta göremedim.
Sadece öğle yemeklerini dışarıda yedim. Etraf biraz pis
olduğu için yemekler de içime sinmedi ama baktım öbür expatlar da yiyor, ben de
çöktüm. Almanı, İtalyanı yıkmayan beni de yıkmaz kafasıyla. Sonuçta farkında
olmadan sarılığa bağışıklık kazanmış bir bünye bu. Doktora aşıya gittiğimde
söyledi. ODTÜ etrafındaki 3. Sınıf pideciler, beni siz varettiniz. Ben bu
pisliği kadınların hayata az karışmasına bağlıyorum. Erkekler anlamıyor bu
temizlik işinden veya kendileri için temizlik yapmakta sıkıntı çekiyorlar.
Kadınlar hayatta aktifse, şehirler, dükkanlar temiz oluyor adeta. Aslında Libya’lı
kadınlar çok süslü. Hepsi makyaj uzmanı olmuş. Vücudun gerisine özen göstermeyince
surat makyajında çok ilerlemişler ama sahalara inmeleri gerekiyor. Neyse bu
gıdalardan yiyince mide asidi tavan yaptı tıpkı ODTÜ günleri gibi. O zaman da
stresten falan demişti doktor. O da haklı, açıkça öğrenci gıdası yemekten dese
insan üzülür. Avrupa’ya gidince kesilmişti. Burda yine başladı. Biraz leş
malzemeden oluyor gibi. Yemek Avrupa’dan bariz daha iyi ama bi Türkiye değil.
Son olarak da trafiğe deyineyim: trafik yok. İnsanlara
geniş tarlalarda arabayı hareket ettırmeyi öğretip salmışlar gibi. Fazla levha
da yok. Ters yönden gideni de gördüm, revüjden U çakanı da. Trafiği görünce bir
ülke daha ne kadar saçma olabilir diye düşündüm de Afrika (Zaten Afrika’dayım,
hala inanamıyorum) geldi aklıma. Beterin beteri var. En azından burada arabalar
lüks. Zaten sağda solda bu araba ve benzin fiyatlarını gördükçe Türkiye’de araba
fikrinden iyice soğudum. Bir de toplu taşıma yok burada. Dolmuş vardır belki
ama tren-metro-otobüs yok. Her birey bir araba demek. Ufacık şehirde İstanbul
gibi trafik yaratmışlar.
Bütün bunların içinden çıkıp çöle gelmek ilaç oldu bana.
Çok huzurlu şehre göre. Bana deniz kenarlarındaki memur kamplarını hatırlattı.
Tek handikapı her sabah 06:30da toplantı olması. İlkokuldan beri o saatte
beynimi çaliştırmadım. Burada ben ya kafayı yerim ya da uçarım giderim
anlayacağınız. Tek kusuru bu değil aslında. Bazı şirketlerin araçlarını
çalmışlar. Kalite arabaları kullanamıyoruz dikkat çekmesin diye. Böyle
tatsızlıklar da var. Yapacak bir şey yok, dua edelim anayasa oluşsun ve ülke
stabiliteye kavuşsun.
Gelişte de havaalanında uçağa acayip ilkel alındık.
Türkiyedeki otobüs firmaları daha düzgün çalışıyor olabilir. Ne valizler x-rayden
geçti ne de biz. Adamlar otobüsteki gibi bagaj fişi verdi elimize. Koltuk
numarası yok. İçeride bulduğun yere oturuyorsun. Uçak iyiydi en azından. Artık
şükür çekmenin zirvelerine oynuyorum farkındayım, sanırım kişiliğim bu yönde
acayip evrildi. Bir başka iyi yanı da Avrupa yıllarından sonra Türkiye’den
biraz soğumuştum bazı yönleriyle, şimdi ilk rotasyonda Atatürk havalimanında
yeri yalayacak hale geldim.
Yarın Cuma. Hayırlı gün.
İşçiler şefim namaza diye çullanmasa bari. Biraz Bismillah-İnşallah-Elhemdülillah-Selamun
Aleykum-Şükür modunu abarttım gibi yanlarında. Hatta dün yıllarca isteyip de
yapamadığım yemeğe başlamadan önce sessizmişçesine çekilen ama herkese
duyurulan Bismillah’dan da çekmeyi başardım. Hem bu dünyada hem diğerinde sınav
olacak bu cumalar bana. Çoğu kişi birinden sorumlu sadece.
Bir savaş atlatmış topluma din iyi bir pansuman oluyor
olabilir. Sonuçta bazıları savaşmış, esir düşmüş, işkence görmüş insanlar
bunlar. Hem de çok değil 1 sene içerisinde. Şimdi gelip mühendislik, işçilik
yapıyorlar. Bizim base’i de Kaddafi güçleri kullanmış terkedildikten sonra. Bu
kadar iz kolay kapanmaz.
Bir uzmanla tanıştım. Dedesi benimki gibi askermiş ve
buraya savaşmaya gelmiş, dedesi İzmirli. Sonra vurulunca hastaneye yatmış. Babannesi
doktormuş, tanışıp evlenmişler. Burada yaşamışlar. Adam durmadan Türkçe müzik
dinliyor, (Serdar-Hande-Demet) yıkılıyor buralar. Ben de baklava getirmiştim.
Direk bitmiş yav. PR’ım iyi olacak gibi. Zaten hayat PR’ın ta kendisi değil mi
a dostlar? Bu arkadaş geçen yılı savaşarak geçirmiş. Çok sıkılmış, gitmek
istiyor. İnsanı kendi vatanından soğutanların hepsine lanet. Buradan da dünya
küçüğe bağlayarak bitireyim. Belki dedelerimiz aynı birlikte bile olabilir.
İzmir-Aydın yakın sonuçta. Bi de gökte roketatarlar patlarken gelen adam olduk,
oradan da bi El-Turco çaktım.
Sağlıcakla kalın, uzun oldu...
1 comment:
Guzel olmuş. Temennim bunu da en kısa sürede atlatman. Almanya/İtalya yazılarında daha iyi olacak gibi bu seri. Götü kollayasın kardeşim
Post a Comment